Cinler ve Şeytanlar İnsanlara Neden Hizmet Ederler
Muhterem kardeşlerim, günümüzde merak salan ve artık her kesin bir hayali haline gelen cinlerle iletişim kurmak ve onları dünyevi işlerimizde istihdam ettirmek arzuları öyle boyutlara ulaştı ki, artık insanlar bu hırsları uğruna feda edemeyecekleri bir şey bırakmamışlardır. Mâlesef özellikle yeni gençliğe bakıyorumda, öyle basit oyunlara geliyorlar ki, hakikati anlamaları mümkün olmuyor. Şeytanlar bu tür avlarını elden kaçırmamak için o kadar fedakarlık yapıyor ki, bu kişiler bu fedakarlık ve hizmetleri, kendi kuvvetlerinde veya iman ve ilimlerinden zannediyorlar. Halbu ki bu hizmet ,imanlarından uzaklaşmanın veya büsbütün sapıklığa sevk olmalarının karşılığıdır. Bu konuyu sizlere izahetmeya çaışacağım inşeallah. İnşeallah istifa eden kardeşlerimiz bize dua ederler.
Öncelikle cinler alemimi iyi temâşe ve tefekkür etmek lazım. Mahiyetlerini ve sınıflarını vede ,ne gibi işleri yapabildikleirni iyi kavramak lazım.Hile ve tuzaklarından haberdar olmak gerek. Burada bizim konumuz , genelde şeytanlar ve küfre sapmış cinler guruhu olacak.Fakat bu yazılarımızı okuyanlar yanlış mana çıkarmasınlar. Burada birilerinin sahtekâr olduğu veya bu işi beceremedikeri konusunu ele almıyoruz.Konumuz , kendilerini ulvî varlıklar olarak tanıttıran şeytani varlıkların, insanların güvenlerini nasıl kazandıkları ve onları nasıl sapıklığa veya küfre sevk ettikleridir.
Cinlerin küfre sapmışları ve şeytanlar , Allah a karşı gelmeyi, şirke sapmayı vesapıklığa sevk olunmayı seçerler . Bu tür varlıklar kötülük yapmaktan sevk duyarlar.Bu tür davranışları karşılığında, cezaya çaptırılacaklarını bildikleri halde , yinede bu işten vaz geçmezler. Burada bir de meydan okuma ve intikam alma konusu var. Bunu da şu ayetle anlıyoruz.
Kâle fe bimâ agveytenî le ak’udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis) dedi: ‘Öyle ise beni azdırmandan dolayı (ben de) mutlaka onlar(ı saptırmak) için, senin dosdoğru yoluna oturacağım!’ (A’râf 16)
Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
‘Sonra elbette onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve (sen) onların çoğunu şükredici kimseler bulmayacaksın!'( A’râf 17)
Burada ki meyda okuma olayına dikkat etmek lazımdır.Bu konuda Rabbimizin bizleri uyarmasını da dikkate almak lazım.
Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu’minîn(mu’minîne).
And olsun ki İblis, onlar hakkındaki (çoğunu azdırıp, samîmî kulları ise kandıramayacağına dâir) zannını doğru çıkardı da mü’minlerden (ihlâslı olan) bir zümre hâriç, ona uydular. ( Sebe 20)
Aslında şeytanın ismi lanetlendikten sonra bu şekli almıştır.İblis ismi Allah tarafından lânetlendikten sonra verilmiştir.İbn-i Abbas şöyle rıvayet etmiştir.İblise bu isim Allah tarafından lânetlendikten sonra verildi. Melaikelerle beraberken onun ismi âzazil idi.Eb-ul musennâ ise, iblisin ismi nâil idi. Lanetlendikten sonra şeytan ismini aldı demiştir.Mana olarakta kovulmuş ve Allah ın rahmetinden umidi kesilen anlamına gelir.
İnsanlarda aynı şekilde, bir kere kötülük yapmaya başlayınca , ondan zevk almaya başlarlar.Bu durum aklına, bedenine, ahlakı yapısına veya dinine ve imanına zarar verse de, bundan vaz geçemezler.Zaten şeytan, mahiyet olarak çirkin bir varlıktır ve çirkinliği ve kötülüğü emreder.Üfürükçüler, falcılar, sihirbazlar, büyücüler ve göz boyayıcılar, bazı haraket ve uygulamalar yaparak ona yaklaşmak istediklerinde, şeytan bunu bir fırsat bilir ve bunu adeta bir rüşvet kabul ederek onların bazı istek ve arzularının yerine getirilmesinde onlara yardımcı olurlar.Tıpki bir kiralık katil ve tetikci gibi ücret karşılığı görev yaparlar. Burada ki ücretleri ise kişinin sapıklıklarda bulunması ve imanından feragat etmesidir.
Hatta bu sapıklık öyle boyutlara ulaşıyor ki, duyunca kanımız donuyor. Muska yazarken Kur’an üzerine oturanlarımı desek, işlem öncesi ilişkiye girip cenabet olarak büyü ve muska yapanlarımı desek v.s . Hepsi bu sapılık içinde yüzenler. Neden yapıyorlar derseniz. Bu işi yapınca istedikleri her türlü hizmeti alıyorlar. Şeytan, onların bu sapıklığına karşılık onlara çok büyük hizmetlerde bulunuyor ve bu kişiler halkın gözünde meşhur olup çıkıyorlar. Bu ün ve ünvanı kaybetmemek içinde her defasında aynı sapıklığı yapmak zorunda kalıyorlar. Yoksa işlemleri tutmuyor. Nâmları ellerinden gidecek. Karşılığında da çok büyük paralar kazandıkları için, akılları başlarından gidip, deli-divane gibi şeytana köle oluyorlar. Yani şeytan onlara râm değil, onlar şeytana râm oluyorlar. Zaten bu işi bir kaç kez yapıp , sonra vazgeçmek isteseler de, şeytan buna müsaade etmez. Onların dünyasını başlarına geçirir. Çoluk çocuk demeden, kökünü kurutur. Bunu da bildiklerinden , o pislik içinde akıp gidiyorlar.En mantıklısı bu tür şeylere hiç tevessül etmeden, sıratı müstakım üzere işini icrâ etmek.
Bu işin özü şudur.Büyücüler, sihirbazlar, falcı ve üfürükçüler, şeytan , cin ve bazı ruhların kendilerine itaat ettiklerini, onlara kolayca her işi yaptıra bildiklerini ideâ ederler.Özellikle büyücüler ve üfürükçüler, bu başarıyı Allah ‘a karşı yaptıkları ibadet ve zikir ve iteâtler, ruh ve şeytanlara karşı ettikleri yeminler, nefis ve şehvetlerine karşı gösterdikleri nefret ve mücâdeleler sonucu elde ettiklerini savunuyorlar. Kimi buna kendince riyazet diyorlar. Kendilerince şöyle bir savunmada bulunuyorlar. Cinler ve şeytanlar bizim mağneviyatımızın kuvvetli olmasından dolayı bize boyun eğerler ve Allah ‘ın bazı esma ve ayetlerinde onları perişan edecek bazı hasletler bulunmasından ve dolayısıyla Allah ‘tan korktuklarından dolayı bize boyun eğerler ve her buyurduğumuz işi yapmak zorunda kalırlar.
Sihirbazlar ve göz boyayıcılara gelince, onlarda namazı ve orucu terk etmek, iman erkanlarına muhalefet etmek, Haramları helâl saymak gibi şeytanların hoşuna gidecek olan davranışlarda bulunarak onların teveccühünü kazanmak suretiyle onları kendilerine bağladıklarını iddeâ ederler.Eski zamanlarda şeytandan tam yardım alabilmek için, ona kurbanlar adanırdı. Şehrin en güzel kızları ona kurban olarak verilirdi. Bu işin özü ve mantığı buydu. Elhamdülillah islâmdan sonra bu sapıklıklar ortadan kaldırıldı.
Unutmayalım ki, kimse süleyman a.s olamaz. Bu işin en doruk noktasına erişen Allah ın husisi bir ikramı ve ettiği duânın kabul bulması sonucu kendisine verilen bir ikramdır.Şeytanlar bunu bile kullanmaya kalkıştılar.
Bazı alimler derler ki, süleyman aleyhiselam vefat ettiği zaman,şeytanlar sihir ve küfür kitaplarını yazıp,onun tahtının dibine gömdüler veya koydular.Ve dediler ki; işte Süleyman bunlarla cinleri kendine bağlamıştır. Halbu ki bu işin nasıl olduğu ayeti kerimelerle gayet açık bir şekilde izah edilmiştir.
Hatta ehli kitaptan bazıları bu yalan ve ifitraya kanarak süleyman a.s kınadılar.Bazıları da kendilerine bir pay çıkarmak için dediler ki, bu câiz olmasaydı Süleyman a.s bunu yapmazdı.Her iki grupta süleyman a.s bunu isnad ettikleri için yoldan çıkmış oldu.
Ve lekad âteynâ dâvûde ve suleymâne ilmâ(ilmen), ve kâlal hamdu lillâhillezî faddalenâ alâ kesîrin min ibâdihil mu’minîn(mu’minîne).
Andolsun biz, Dâvûd’a ve Süleyman’a bir ilim verdik de onlar: “Bizi inanan kullarından birçoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun.” dediler.( Neml-15)
Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhen nâsu ullimnâ mentıkat tayrı, ve ûtînâ min kulli şey’(şey’in), inne hâzâ le huvel fadlul mubîn(mubînu).
Süleymân da, Dâvûd’a vâris oldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize herşeyden verildi. Doğrusu bu, gerçekten apaçık lütuftur.'( Neml-16)
Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke entel vehhâb(vehhâbu).
Dedi ki: ‘Rabbim! Bana mağfiret buyur ve bana, benden sonra hiç kimseye nasîb olmayacak bir saltanat ihsân et! Şübhesiz ki Vehhâb (çok ihsân edici) olan ancak sensin!'( Sad-35)
Fe sehharnâ lehur rîha tecrî bi emrihî ruhâen haysu esâb(esâbe)
Bunun üzerine rüzgârı ona boyun eğdirdik; onun emriyle istediği yere yumuşak olarak akıp giderdi.( Sad-36)
Veş şeyâtîne kulle bennâin ve gavvâsın.
Ve âharîne mukarrenîne fîl asfâd(asfâdi).
Her binâ yapan ve dalgıçlık eden şeytanları (cinleri) de ve (zarar vermemeleri için) zincirlerle birbirlerine bağlı olan diğerlerini de (ona boyun eğdirdik). (37-38)
Hâzâ atâunâ femnun ev emsik bi gayri hisâb(hisâbin).
Bu bizim ihsânımızdır; artık ister (dilediğine) hesabsız olarak ver, ister tut!( Sad-39)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere Süleyman a.s hükmü büyü kitapları yoluyla değil, tamamen bir lutfu ilahi olarak verilmiş bir tasarruf yetkisi ile olmuştur.
Büyü yolu ile insanlar arası muhabbet, bağlama , getirme gibi işlemlerin kesinlikle bir câizlik yönü yoktur. Sadece karı koca arası islah konularında bazı alimler cevaz göstermiş, bizimkilerde bu işin suyunu çıkarmışlardır.
Bu konu ile ilgili bir rivayet bildireyim size;
Eski zamanlarda Allah ın isimlerini kullanarak muska yapan biri vardı.Bu kişi ibn’ul imam idi.Bu zat El-Mutadidi’in zamnında yaşıyordu ve bu işlerle meşgul oluyordu.Bu işleri iyi niyet ile yapanlaraMahmud, kötü niyet ile yapanlara da Mezmum denirdi. Bu zatta kendini mahmud olarak , yani iyi niyetli olarak bilirdi.Bu işin, yani büyünün mahmudu, mezmumu olmaz. Kur’an da kesinlikle yasaklanan bir hüküm( büyü, fal ve şans oyunlarının yasak edilmesi)üzere yorum yapılmaz. Aynı bunun gibi bir zatın ismide Abdullah b. Hilal dir.Sözde bu işleri iyi niyet üzere yapıyordu.Oysa iblis aleyhillane ye yaklaşmak için namazını terk eden biri idi. Şeytanlara emr edip, insanlara saldırtan, erkeklerle kadınları haramda birleştiren bir adamdı. Günümüzdeki bağlamacılar gibi. İki insanı bir birine bağlayıp, zina yapmalarına vesile olmak nasıl yorumlanır. Hangi iyi niyetle sorgulanır , bunu anlayamıyorum.Her halde bu bağlamacılar, bağladıkları zatların imam nikahlarını kendileri kıymıyorlar.
Abdullah b. Abdil-Melik anlatıyor.
Bir adam kufe’li Abdullah b. Hilal’ e geldi.O şeytanın arkadaşı idi, İkindi namazı kılmazdı. Şeytan onun bütün işlerini görürdü.
Bu adam Abdullah b. Hilal’ e dediki; Benim zengin bir komşum var. Onunda güzel bir kızı bulunmaktadır. Onu son derece kıskanıyorum. Şeytana söyle ona yapacağını yapsın.
Abdullah b. Hilal olur dedi ve eline bir şey ( mektup) yazıp verdi.Mektupta’’ benden ve senden daha kötü bir adam görmek istiyorsan , sana bu mektubu getiren adama bak.Sonra da onun dileğini yerine getir’’ diyordu.Ona’’ al şu mektubu falan yere götür ve orada bir çizigi çizerek bekle.Arkadaşım olan şeytan geldiği zaman uzaktan bu mektubu ona göster dedi.
O da dediğini yaptı. Şeytanlar oraya gelince , etrafında dolaşmaya başladılar.Derken dört kişinin taşıdığı bir yatak veya taht üzerinde bir ihitiyar beliridi.Uzaktan o mektubu gösterince aldı, öpüp başına koydu. Mektubu alınca öyle bir çığlık attı ki , hepsi başına üşüştü. ‘’ Emret efendimiz ‘’dediler.Bunun üzerine dedi ki; İşte bu mektup arkadaşımdan geliyor ve diyor ki, senden ve benden daha kötü birini görmek istiyorsan , bu mektubu getiren kişiye bak ve onun işini gör.İşte bu rica üzerine hareket ediyorum. Bana sağır ve dilsiz bir şeytan getirin ve onu zengin adamın evine sevk edin. O adamın kızına yapacağını yapsın.Bu adamın yaptığı işe iyi niyet diyenin, vay haline.
Burada şu mevzuyu iyi anlamak gerekir. Bu işleri yapmak için hâdim, huddam, melek veya ruhaniyat gerekmez.Hâtta şeytanla çalışanlar dah iyi yaparlar. Çünkü bu şeytanın işidir. Ama malesef bu işi yapanlardan hiç kimseyi görmedim ki, Ben şeytanla çalışıyorum desin. Hepsi meleküt alemine hükümdar olmuş. Kendinden başka güç tanımaz olmuşlar.Vatandaşla görüşüyorum. Kendisinin söylediklerine bakıyorum, birde yaşantısına ve giyimine bakıyorum, akıl ermiyor. Biz ne olduğunu biliyoruz ama, ona söyleyemiyoruz. Söylesek ne gibi bir cevap alacağımızı biliyoruz. Allah selâmet versin diyip geçiyoruz. Allah c.c nin, gökte öyle melekler vardır ki, benim şefaat iznim olmadan, kimseye şefaat edemezler. Benim iznim olmadan kimse kimseye şefaat edemez sözlerine inat, bu işleri meleklere veya rûhaniyata yaptırdıklarını ideâ ediyorlar.
Ve kem min melekin fîs semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en ye’zenallâhu limen yeşâu ve yerdâ.
Göklerde nice melekler vardır ki, Allah’ın dileyeceği ve râzı olacağı kimseler için izin vermesinden sonra olması müstesnâ, onların şefâatleri de hiçbir fayda vermez.( necm-26)
Bizler bu işleri yapamazsınız demiyoruz. Bu işleri yapanlar şeytanla çalışıyorlar diyoruz. O şeytan ve ifrit ki; süleyman a.s ‘’ sen tahtından kalkmadan, belkisın tahtını sana getiririm diyecek kadar güçlü ve meziyet sahibidirler. Bu sözü söylemişler ki, yapabilirler. Yapamazlarsa Süleyman a.s onlara ne yapacağını bilerek söylemişler. Gerçekten bu ifrit türü varlıkların yapamayacakları şey yok. Tabî ki insanlar üzerinde. Ama bunu anlamak ve kabul etmek gerek. Yoksa ayete muhalif haraket ederek , inkara gidebilirsiniz. Allah yasakladığı ve razı olmadığı bir şeye şefaat izni vermez.
İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbuş şeytân(şeytâni), elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn(hâsirûne).
Şeytan onları hükmü altına almıştır da Allah’ı zikretmeyi kendilerine unutturmuştur.İşte onlar, şeytanın tarafdarlarıdırlar! Dikkat edin! Şeytanın tarafdarları hüsrâna uğrayanların ta kendileridir!( Mücadele -19)
Ulâikellezîne hakka aleyhimul kavlu fî umemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins(insi), innehum kânû hâsirîn(hâsirîne).
İşte bunlar, cin ve insandan, kendilerinden önce gelip geçmiş topluluklar içinde üzerlerine (azâba dâir) söz, hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar hüsrâna uğrayanlardır.( Ahkâf-18)
Ve kayyadnâ lehum kurenâe fe zeyyenû lehum mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve hakka aleyhimul kavlu fî umemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins(insi), innehum kânû hâsirîn(hâsirîne).
Onlara (birtakım) arkadaşlar (şeytanlar) musallat ettik de önlerinde ve arkalarında bulunan şeyleri kendilerine süslü gösterdiler; böylece kendilerinden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları hakkındaki (azâba dâir) söz, kendi üzerlerine hak oldu. Çünki onlar hüsrâna uğrayanlardı.( Fusilet-25)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere, insan veya cinlerin masum olanlarına zarar vermek üzere ittifak eden, cinler ve insanlar, haklarında azab hükmü verilmiş olanlardır. Bunu yapanlarda yaptıranlarda aynı hüküm üzere cezâ göreceklerdir.
Şunu iyi anlamak lazım. Bunlar imkansız değil. Yani böyle bir güce sahip olmak imkansız değil. Ama Allah isterse olur. Bizim istememizle olmaz. Bunun içinde Allah senden , sende Allah tan razı olmalısın.
Ve sahhara lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Allah, göklerdeki varlıkların ve imkânların, yerdeki varlıkların ve imkânların hepsini, kendi katından bir lütuf olmak üzere kurduğu düzen gereğince sizin faydalanmanız için kanunlarına boyun eğdirendir. Gelişmeye devam eden, tefekkür-düşünme ağına sahip, faydalı sonuçlar elde edebilen toplumlar için, Allah’ın birliğini, kudretini, kurduğu düzeni gösteren deliller, birçok konunun çözümüne işaretler vardır.( Câsiye-13)
Böyle bir gücü isterken Allah için hayır cihetinde vehelâl dâirede istemek ve kullanmak gerektir. Bu imkanlar sana verildikten sonrada, helâl daireyi ve Alah ı zikretmeyi bırakmaman veya gevşememen lazımdır. Yoksa gelecek ayetin belirttiği azaba düçâr olursun.
Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.
Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.
Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karîn(karînu).
Nihâyet (o kimse şeytanıyla berâber) bize geldiğinde (şeytanına): ‘Keşke benimle senin aranda, doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı. Demek (sen) ne kötü arkadaşmış(sın)!’ der.(Zûhruf 36-37-38)
İşin en vahim tarafı, bu duruma düşüpte sapıklık üzere kalan kişi, istesede o durumdan çıkamaz. Tâkî Allah yardım etmiş olmasın.
Ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min velîyin min ba’dih(ba’dihi), ve terez zâlimîne lemmâ reevul azâbe yekûlûne hel ilâ mereddin min sebîl(sebîlin).
Allah kimin hak yoldan uzaklaşmasına, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihine özgürlük tanırsa, artık bundan sonra onu hiç kimse koruyamaz, ona hiç kimse yardım edemez. Baskı, zulüm ve işkenceyle temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen, inkârda, isyanda ısrar eden zâlimlerin, azâbı gördükleri zaman:
‘Dünyaya dönecek bir yol, bir çıkış yolu var mı?’ dediklerini göreceksin.(Şûrâ 44)
Şeyh Eb’ul-Abbas ibn-i Teymine derki; Üfürükçüler ve sihirbazlar, cinlere ,kendilerine yardımcı olmaları için yemin ettirirler.Onlarda kah yeminlerinde durup yardımcı olurlar, kah yemin ettirdikleri cinin büyük ve güçlü olması ve sözünü geçirememesinden dolayı yeminini tutmayıp yardımcı olmazlar.Demek ki onların halide, tıpki insanların hali gibidir.Ne varki insan oğlu daha akıllı, daha sadık ve daha vefakardır.Cinler ize daha akılsız, daha yalancı, daha zalim ve hâindirler.
Üfürükçülerin yaptıkları bu işler caiz olmamakla beraber, çoğu zamanda bu işi beceremezler.İnsanlara musallat olan cini bertaraf edemezler.Sözde cinler kendilerini öldürdükleri ona hayal olarak gösterirler. Oda, o cinni yaktım veya bağladım sanar. Savaştığı hakiki cin değil, sadece bir tahayyulattır. Yaptıkları ne öldürmek, nede terbiye etmektir. Hayal dünyasında debenenip dururlar.
Cinlerin, her türlü taklit hususunda hafife alınmayacak derecede meziyetleri vardır. Bu taklit hem ses, hem suret v.s konularda çok ileri safhada , hatta bire bir durumdadır. Bu cinler bu insanlara arzu ettikleri olayları, vukû bulmuş gibi hissettirirler veya gösterirler. Var sayalım bir ruh çağırdınız, O gelen şeytani varlıklar, o arzu edilen kişinin sesini veya görüntüsünü bire bir taklit eder ve asla ayırt edemezsiniz. Mübarek bir insanın ruhunu çağırdığınız zaman aynı ses ve suretle icabet eder ve cevap verir. O zavallılarda bunu gerçek sanırlar.
Önceki yazılarımda başımdan geçen bir olayı anlatmıştım. Kısaca bahsedeyim tekrar. Konu ile alakalı olduğundan.
Dağlık arazide meşe palamudu ve kozalağını toplarken, aile ferdlerimden birinin yanımda olmadığını fark ettim. Akşam ezanı okunmak üzere idi. Telaşla sağa sola koşuşturdum. Bulamadım. Tahminen gidebileceği yöne yönelince, arkamdan bana ayne onun sesi ile ismimi seslendiğini duydum. Şükür dedim ve sesin geldiği ağacın yanına gittim. Baktım kimse yok. Ama bu nasıl olur, seslenen o idi.Ses ayne onun sesi idi. O zaman meseleyi anladım ve mağnevi alemde ki dostarımdan rica ettim. Kaybımı getirmeleri için. Bir az sonra dereden saçı başı dağnık bir şekilde geliverdi. Ne oldu dedim. Beni mezarlığa götürüyorlardı, senin dostlarının geldiğini görünce bana bir tokat atıp mezarlığa kaçtılar. Ben de yere düştüm. Beni getirdiler dedi. İsmini hiç unutmam o cinin. Adı cem imiş. Gerçi hesabını verdi.
İşte arkadaşalar yapılan davet ve ruh çağırma veya bakım esnasında veya cin çıkarma seanslarında yaşanan olayların çoğuda bu şekilde , insanları kandırmaları ve oyuna getirmeleri suretinde oluyor. Kandıran bu işi yapan kişiler değil. Yanlış anlamayın. Onlara göre her şey normal. Onlar kandıran değil, kandırılanlar.
Bazıları gelen melektir, derler. Melekler asla müşriklerin veya kebâir işleyenlerin, mü’min sıfatı üzerine yaşamayanların yardımına koşmaz. Câiz olmayan hiç bir konuya yardım etmez. Kaldı ki izin olmadan yardım da edemezler.
Öylelerini görüyorum ki, dekolde kıyafetlerle veya ibadetten tamamen uzak bir surette bu işi yapıyorlar ve meleklerden yardım aldıklarını ve bunun Allah tarafından kendilerine bir lütuf olarak verildiğini söylüyor. Allah sana lutfetse idi önce imanı ve takvayı lutfederdi. Melek sandığın şeytandır. Ama bunu kendine söylediğin zaman kıyameti koparırlar. Buna inananları da nasıl yorumlamak lazım bilmem.
Şeytanlar yine boş durmazlar, salih kimselerin suretinde arafatta dururlar.Bu salih kişi suretinde ki şeytanlar Arafat ve haremi şerifte gezerler. Oradaki insanları gezdirirler. İhram giydirmez, telbiye ettirmez, cemre attırmaz, taafta da döndürmezler.Daha nice böyle haram ve mekruh olan halleri irtikap ettirirler. Böylece bu işler salih kişilerin kerametidir zannı verirler.
Size geçenlerde yaşadığım bir olayı daha anlatayım. Dostlarımdan biri, Bir arkadaşının kardeşinin rahatsız olduğunu söyledi. Bir görüşeyim dedim. Beni aratmalarını istedim. O şahıs aradı. Biraz sohbet ettim. Durumu aşıkar, Karşımda ki Mehdi imiş. Neyse o kadar dil döktüm , mümkün mü ikna etmek. Şeytan öyle olaylarla onun güvenini kazanmış ki, bizim söylemlerimiz hava geliyor.Hatâ öyle noktaya geldiki, ben Muhammed den a.s üstünüm dedi. Nasıl olur , o alemlere rahmet olarak geldi diye anlatmaya çalıştığım an söylediği şu. Bunu siz söylüyorsunuz ve abartıyorsunuz. Muhammed a.s böyle demiyor.Her halde demiyecek. Dese bu enaniyettir. Şeytanın nasıl bir oyunla insanları kandırdığına bakın. Bu şekilde namaz kılmayan, harama ve günaha giren bir çok kişi var. Onların hepsine de sen özelsin. Allah seni görevlendir di ve bu hallerden muâf tuttu gibi kandırmacalarla ikna ediyorlar. Karşılığın da da o kişiye hayalimize gelmeyecek hâletler yaşattırıyorlar. Baktım zâtı ikna edemiyorum , dedim sen gerçektem Mehdimisin. Evet dedi. O zaman ne işin var evde pinekliyorsun. Senin görevin tüm islam alemini, hatta hakiki hirisityanları bir araya getirmek ve dinsizlik ve ataistlik fikrini ortadan kaldırmaktır. Tüm müslümanlar zulum görürken sen nasıl evde pineklersin. Git müslümanları kurtar diye bastım fırçayı. Ancak o zaman biraz susabildi. Böyle nice olaylarla karşılaşıyoruz.
Aslında Allah a vacip ve müstehap olan ibadetlerle yaklaşılır.Vacip ve müstehap olmayan işleri, vacip ve müstehap zannı ile yapmak, şeytanın vesvesesi ve süsleyipte güzel göstermesinden başka bir şey değildir.
Cinler tarafından çarpılmış veya hastalanmış kimseleri, şifasına kavuşması niyetiyle ayet yazmak veya rukye uygulamak müstehaptır ve caizdir. İmam-ı ahmet ve diğerleri bu hususu kesin olarak ifade etmişler ve şöyle isbatlamaya çalışmışlardır.İbn-i Abbas, duramuna göre hastalara Kur ‘an dan ayetler yazarlardı.
Müşrikler , bir nevi cinlere ibadeti andıran tılsımlar ve afsunlar yaparlar,böylece cinlere azami şekilde saygı gösterirlerdi.İslamda arapça olmayan ve anlaşılmayan bu ve benzeri şekil ve simgeleri, islâm alimleri mensublarına yasaklamışlardır.Çünki anlaşılmaz kelime ve simgeler olduğundan, yapıldığında bir şirk zannı uyandırabilir demişlerdir.
Bu yüzden ne olduğunu tam bilmediğimiz simge ve işaretleri, tılsım ismi adımda yazmak konusundan islâm alimleri sakınmışlardır.Çünkü onlarda şirk korkusu bulunabilir.Okuyan veya yazan kişi bunu bilmesede şiddetle kaçınmalıdır.Çünkü bilmeden haram olan şeye düşmüş olabilirler. Bakıyorum piyasadaki kitaplarda ki vefk türü veya tılsın türü simgeleri, kişiye özel tılsım diye yapıyorlar. Ne olduğunu onlarda bilmiyor. Hangi harf ve işaretin en manaya geldiğini sorun bakalım. Cevaplayabilecekler mi. Belki de o simgeler sizi şeytana esir edecek veya şirke sokacak olan simgelerdir. Sınırda dolaşan kişinin hududa tecavüzü an meselesidir. Haramlar ve helaller bellidir. Önemli olan şüpheli olan şeylerden sakınmaktır. Takva ve ihlas bunu gerektirir. Cennetin de yolu, buradan geçer.
Zaten her hangi bir şirk durumu hissi olmadıkça, hasta insanların üzerine dua ve ayet okunmasına Peygamber efendimiz de cevaz buyurmuşlardır .’’ Kardeşine yardım etmeye gücü olan kişi, bundan kaçınmasın yapsın’’ buyurmuşlardır.
Evet Allah ‘ın c.c kitapları şifa ayaetleri ile doludur.O gönüllere şifa, dertlere deva, kalplere huzurdur. Sofralara berekettir.Sağ ve ölmüş olan bütün MÜ’MİN ‘ lere şifadır.Mü’min lafzını büyük yazdım ki, gözlerini kapayıp ben körüm diyenler de görsün diye. Ben Kur an okuyorum veya bana okunuyorlar, şifa bulmuyorum veya rahatlayamıyorum diyenler, mü’min olamadıklarını ne zaman anlayacaklar veya mü’min olmak için ne zaman gayret gösterecekler.
Bize verilen emir MÜ’MİN olmamız, Müslüman değil. Bizim Allah ‘ a verdiğimiz sözde, MÜ’MİN olacağımız üzere verilen bir sözdür. Müslüman olacağımıza dair verdiğimiz bir söz değil. Evet Allah bize söz vermiş. Kur an şifadır demiş. Ama mü’minlere şifadır demiş. Biz sözümüzü tutup mü’min olursak, şüphe yok ki Allah vaadinden dönmez ve sözünü tutar.
Dilim döndüğünce ve aklım yettiğince sizi aydınlatmaya çalıştım. Amacım kimseyi tenkit etmek veya karalamak değil. Amacımız doğruyu bilip, yanlışa düşmemek ve düşen kardeşlerimizi de uyarmaktır. Çünkü, bu basit diye yorumladığımız hatanın karşılığı ebedi bir cehennem azabı olabilir, Allah muhafaza.
Bir yanıt yazın