“Allahım! Bizi, hakikati gördükten sonra sapanlardan eyleme!”
“Hücre çekirdeği” valilik binası gibidir. Orada hücrenin gelmiş geçmiş bütün kimlik bilgilerinin bulunduğu ve hayat programının yazılı olduğu “kromozom” denilen kütüphaneler ve çok sayıda bilgiyi depolayan bilgisayarlar bulunur. Hormonun buraya getirdiği mesaj büyük bir titizlikle kontrol edilir ve mesaj işleme konulur. İşlem genellikle gelen mesaja uygun bir protein üretme işidir. Üretim için; kromozomları oluşturan “DNA” denilen sarmal yapıların bir kısmının kopyalanması gerekir.
HÜCRELERİN VE İÇERİSİNDE CEREYAN EDEN HADİSELERİN YARATICILARINA ŞAHİTLİKLERİ
Her canlı, hücre denilen, cisim olarak oldukça küçük, ama marifet olarak büyük odacıklardan meydana gelmiştir.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında mikroskopun icadı ile hücreler keşfedilmeye başlanmıştır. Başlangıçta, sadece içi jelimsi sıvı dolu boş odacıklar olarak görülmüş ve bu yüzden de boş oda anlamında “cell” yani hücre ismi verilmiştir. Ancak sonraki dönemde bu odaların sanıldıkları gibi boş olmadıkları, düzenli bir şehir gibi çok sayıda teçhizata sahip oldukları anlaşılmıştır. Bu konudaki bilgiler sürekli artmış ve her geçen gün yeni keşifler yapılmış, halen de yapılmaktadır. Bu yapılarla ilgili “Cevaplanmış sorular, cevap bekleyenlerin yanında hiç hükmündedir” desek abartmış olmayız.
Her canlının hücre yapısı farklıdır. Tek hücreliden tutun, en büyük cüsseli mahluk olan balinalara kadar çok geniş bir yelpaze arzetmektedir. İnsan vücuduna baktığımızda, yetişkin bir insan vücudunda ortalama 100 trilyon hücre bulunur. Numune olarak, insan vücudundaki cilt hücresini çok yüzeysel olarak inceleyelim. Ciltteki epitel hücresi fonksiyon itibariyle vücuttaki hücrelerin en basiti kabul edilir. Bu hücreler vücudun etrafını çepeçevre saran bir ambalaj ve koruyucu kılıf hükmündedir. Cephedeki savunma yapan askerler gibi sıra sıra dizilmişlerdir. Herhangi bir müdahale karşısında ilk sıradakiler kendilerini feda ederek cepheyi korurken, bir arka sıradakiler en öne geçip yerleşir. Yeni taarruzu beklerler. En arkadakiler de sürekli çoğalarak cepheye asker yetiştirirler. Her bir el yıkanması sırasında 50 milyon hücre sabunlu su ile birlikte lavaboya dökülür. Bu dökülen hücreler yanlarında çok sayıda mikrop ve zararlı maddeyi de vücuttan uzaklaştırmış olurlar. Yıkanma sırasında ise kaybedilen bu rakam 1 ila 5 milyar civarındadır. Sürekli yenilenme olduğundan ölüp gidenler bir eksiklik meydana getirmezler. Sağlam bir ciltten ne bir mikrobun ne de zararlı bir maddenin vücuda girmesi mümkün değildir. Girişin olabilmesi için ya cildin yaralanmış olup bütünlüğünü kaybetmiş olması ya da cilt altına iğne gibi delici bir cisimle zerkedilmesi gerekir.
Hücrelerin iç yapılarına baktığımızda, mükemmel inşa edilmiş, kusursuz idare edilen ve çok iyi korunan bir şehre benzerler. Hücre içindeki ana maddeler; protein, yağ, şeker, vitamin ve minerallerdir. Bunların her bir molekülü bu şehrin bir ferdi gibidir ve birbirleriyle sarsılmaz bir tesanüd ve yardımlaşma ile hareket ederler. Hücre içerisinde iş gören küçük birimlere “organel” adı verilir ve her biri başka bir vazifeden sorumludur.
Hücre zarı, hücrenin çevresini çepeçevre sarar. Şehrin etrafını saran surlar gibi savunma ve gümrük vazifesini yapar. Hücre çevresindeki faydalı maddeleri arar ve içine alırken, zararlılara asla geçit vermez. Hücre zarında, faydalı ve zararlı maddeleri ayırt etme yeteneği kusursuz olarak çalışır. Üstelik faydalı ve gerekli maddeleri ancak ihtiyaç kadar alır. Bu sınırlama olmasa idi; şeker madem yararlıdır deyip şekeri doldurup şişer patlardı. Buradaki ilim ve hikmet, hassas ölçü ve intizam, elbette ki hücrenin zarına ait değildir. İnsan olarak bilemediğimiz şeyi, bu zarın akıl ediyor olduğunu düşünmek ancak akılsızlıktır. Bu hususiyetler ona ancak yaratıcısı tarafından verilmiş ve öğretilmiş olabilir.
Hücre için özel öneme sahip “hormon” denilen bazı maddeler vardır. Bu maddeler diğer merkezlerden gelen elçiler gibidir. Her bir elçi başka misyonu temsil eder her birinin farklı vazifesi vardır. Her birinin hücre zarında kendilerine özel kapıları vardır. O kapılarda kilit gibi görev yapan “reseptör” denilen yapılar, ancak hormonlardaki anahtarla açılır. Başkasına açılmaz. Mesela “adrenalin” denilen bir hormon “heyecan ve korku” misyonunu temsil eder. Bir şeyden korktuğumuz vakit beyinden böbrek üstü bezlerine “adrenalin salgıla!” emri gider ve orası da bu maddeyi kana verir. Kan ile bir anda tüm vücuda dağılan adrenalin hormonu her organın savunma ve teyakkuz haline geçmesini sağlar. Kalp atışı hızlanır, tansiyon yükselir, göz bebekleri büyür, ağız kurur, kaslar kasılır, tüyler diken diken olur. Yani aynı hormon her hücreye aynı anahtarla girer ve hepsinde başka bir faaliyet yapar. Bu hormonu gören hücre bir heyecan ve korku hali olduğunu anlar, bu durumda kendinin yapması gereken faaliyeti eksiksiz yerine getirir. Kilit başka yerde, anahtar başka yerde yapıldığına ve bunlar birbirlerini görmedikleri ve bilmedikleri halde nasıl olur da anahtar-kilite tam uyar? Hormon-reseptöre tam bağlanır? Ve ne demek istediğini nasıl tam olarak anlar ve anında uygular. Her ikisi de aynı iradeden planlanmış olmasa bu mümkün olabilir mi?
Hücre içerisi “sitoplazma” denilen bir sıvı ile doludur. Ancak bu sıvı, bir torbaya gelişigüzel doldurulmuş bir jel değildir. Bu yapı içerisinde üç boyutlu olarak çok sayıda birbirinden ayrı çalışan tüp ve tel sistemleri vardır. Bunların bir kısmı hormonları ve proteinleri taşıyan büyük otobanlar, bir kısmı su taşıyan su boruları, bir kısmı besin taşıyan besin boruları, bir kısmı artıkları taşıyan kanalizasyon boruları, bir kısmı haberleşmeyi sağlayan telefon telleri, bir kısmı da enerji iletimini sağlayan elektrik telleri gibi çalışır. Bu tüp ve teller o kadar intizamlıdır ki hiçbiri diğerine engel olmaz. Bir toplu iğne ucunun binde biri kadar olan hücreye, ancak en gelişmiş şehirlerde olan bu tertibatı kim yerleştirmiş, kim sığdırmış ve kim kusursuz olarak işlettirmektedir?
Hormon, kendi kapısını anahtarı ile açıp içeri girer ve kendi için uygun yapılmış otobanla hücrenin çekirdeğine gelir. “Hücre çekirdeği” valilik binası gibidir. Orada hücrenin gelmiş geçmiş bütün kimlik bilgilerinin bulunduğu ve hayat programının yazılı olduğu “kromozom” denilen kütüphaneler ve çok sayıda bilgiyi depolayan bilgisayarlar bulunur. Hormonun buraya getirdiği mesaj büyük bir titizlikle kontrol edilir ve mesaj işleme konulur. İşlem genellikle gelen mesaja uygun bir protein üretme işidir. Üretim için; kromozomları oluşturan “DNA” denilen sarmal yapıların bir kısmının kopyalanması gerekir. İşlem emri verildiği anda DNA’nın ilgili kısmının sarmal yapısı hemen açılıp kopyalamaya imkân tanır. DNA kopyalanması %100 kusursuz bir şekilde yapılmak zorundadır. Yoksa, mesela 1000 dizilimli bir yapının 999’u doğru, bir teki hatalı olsa ortaya çıkacak yapı tamamen bozuk olup hiç bir işe yaramamaktadır. Ancak her bir hücremizde saniyede yüzbinden fazla bu gibi işlemler yapılmakta ve kusursuz olarak sistem işlemektedir. DNA kopyalanması ile ortaya çıkan yapıya “mRNA” denir. Bu yapı, iş emri almış bir usta ve bir kalıp gibidir. Bu ustalar, hücre çekirdeğinden çıkıp, sanayi sitesi durumundaki “endoplazmik retikulum” denilen çok yollu yapıya geçer ve orada yerleşik “ribozom” denilen fabrikalara gider. Bu fabrikalarda, gelen kalıptan gerekli miktar kadar protein, seri olarak üretilir. Üretilen proteinlerin bir kısmı hemen kullanılır, bir kısmı da paketlenip gerektiğinde kullanılmak üzere “golgi aygıtı” denilen raflara konur. Bu minicik, elsiz-ayaksız, gözsüz-kulaksız, akılsız-şuursuz varlıklar, en gelişmiş bir fabrikadan daha düzenli, daha verimli ve kusursuz olarak, üstelik de başdöndürücü bir hızla nasıl yapmaktadırlar?
Hücreler de şehirler gibi enerjiye ihtiyaç duyarlar. Hücrenin enerji ihtiyacını “mitokondri” denilen santraller karşılar. Burası gelen besinleri “ATP” denilen piller haline çevirip hücrenin her tarafına gönderir. ATP, hücre içindeki tüm yapılar tarafından kullanılabilen bir enerji çeşidi, bir çeşit pildir. Kullanılıp biten piller atık haline gelir fakat ortalıkta bırakılıp kirlenmeye sebep olmaz. Bunlar “lizozom” denilen atık bertaraf merkezleri tarafından toplanır. Lizozomlar belli bir miktar atık pil toplayınca kanalizasyon boyunca hücre zarına gider ve zardaki kendine uygun kapıdan tüm atıkları dışarı atar. Lizozom zarı, hücre zarının aksi şekilde çalışır. Sadece zararlıları içine alır ve tekrar asla dışarı bırakmaz. Lizozomun zarı, neyin zararlı olduğunu, içeriye sadece zararlıları alacağını nereden bilmektedir? Hücre içinde böyle bir temizlik ihtiyacı olduğunu görmüş ve “ben de bari atıkları bertaraf edeyim, temizlik yapayım” diye mi düşünmüştür? Hücrede neler yapılacağını, neticede neler olacağını, yani hem evvelini hem sonrasını bilmeden bu ihtiyacı görmek mümkün müdür? Demek ki bu pislik torbaları, hücrenin en akıllı elemanları olmalıdırlar. Buna hükmetmek akıl ve mantıkla izah edilebilir mi?
Hücre çekirdeği içinde “nükleolus” yani çekirdekçik denilen bir yapı vardır. Burası ana komuta ve nüfus planlama merkezi olup, hücre olgunlaştığında bölünme kararı verir ve bölünme işlemini başlatır. Hücre bölünüp ikiz kardeş gibi çoğalır. Bu yeni hücreler ölüp gidenlerin yerini alıp aynı vazifeleri bıraktıkları yerden devam ederler. Çoğalmanın ve neslin devamının gerekli olduğunu bu merkez idrak etmiş ve üreme yöntemini de bölünmek olarak belirlemiştir. Öyle mi? Hücrenin yüzde biri büyüklüğündeki bu çekirdekçiğe, gelecek ve nüfus planlaması yaptıracak kadar ileri görüş ve aklı vermek, zerre kadar aklı olan birine kabul ettirilebilir mi? Asla…
Buraya kadar en basit bir deri hücresinin belli başlı faaliyetlerini sadeleştirip, birkaç süzgeçle de özetleyerek kısaca anlatmaya çalıştık. Vücudumuzun 100 trilyon hücresinin her birinde bu faaliyetler ve çok daha karmaşıkları, her saniyede yüzbinlerce kez olmaktadır. En yüksek ilim ve idrak kabiliyetine sahip bir mahluk yani insan olarak, anlamaktan ve anlatmaktan aciz olduğumuz bu kusursuz faaliyetler kendiliğinden olup, tesadüfen meydana gelebilir mi? Her biri saniyede yüzbinlerce kez “Allahü Ekber” demekte ve kendinlerini yaratan yüce yaratıcılarına şahitlik etmektedirler. Vücuttaki 100 trilyon hücrenin hepsinin aynı amaca hizmet etmeleri, birinde anahtar, birinde kilit olması, aynı dili konuşup, birbirlerinin dillerini tereddütsüz ve yanlışsız anlamaları, herbirinin birer şehir gibi işleyip muntazam idare edilmeleri, tüm vücudun ise kainattaki ahenk gibi kusursuz bir nizama sahip olması ve her birinde aynı ilim, aynı hikmet, aynı kudret mührünün görünmesi; ilahlarının bir ve şeriksiz olduğunu haykırıyor. Bu delilleri göremeyip, bu haykırışları duyamayanların gafletin en koyusunda kaldıklarına şüphe yoktur. Küfür ve şirk, bu kadar şahidin, bu kadar sayısız delillerini ve bitmez müteaddid ispatlarını kabul etmeyip, hiçe saymakla onların haklarına ne kadar tecavüz etmekte, ne müthiş cinayetler işlemekte ve şüphesiz ebedi cehennemi haketmektedir. İman ve tevhid ise, insanın her zerresini rabbine şahit bilip, marifetullahın feyzi ile cennetin sürurunu bu dünyada zevketmeye başlamaktadır.
Allahım! Bizi, hakikati gördükten sonra sapanlardan eyleme! Amin…
Bir yanıt yazın