Fahreddin Râzi (r.a.), Tefsir-i Kebir’ de şöyle buyuruyor:
“O’nun (Hz. Peygamber’in) şöhreti semâvatı, arzı ihâta etmiş; ismi, arş-ı âlânın üzerine yazılmış; ‘Kelime-i Şehadet’te Hakk’ın ismiyle zikredilmiş; O’nu her müezzin ezanda, her hatip hutbede ve her müellif eserinin başında zikreder. Dua eden dahi, duasının başında ve sonunda O’nu anar ve ancak bu sûretle lûtfa nâil olur.”
Abdülkerim Ciylî (ra), İnsan-ı Kâmil isimli eserinde şöyle buyuruyor:
“Nerede olursa olsun, insan-ı kâmil kelimesinden gayem Seyyidül Vücûd (sav) Efendimiz’dir. Zira hiçbir güzel vasıfta, O’nun gibisi gelmemiştir.”
İmam-ı Gazâlî (ra) İhyâ isimli eserinde şöyle buyurmuştur:
“Resûl-i Ekrem (sav), insanların en halîmi ve en ârifi idi. Hayatında nikahlısı olmayan hiçbir kadının eline eli katiyen değmemiştir. İnsanların en cömertiydi. Elinde para katiyen sabahlamaz, fakirlere infâk ederdi. Allah’ın verdiğinden ancak bir günlüğünü alırdı. Hayâda insanların en üstünü idi. Çok mütevâzı idi, fark gözetmeksizin her insanın davetine giderdi.”
İmam-ı Gazâlî (ra) Kimya-yı Saâdet isimli kitabında şöyle buyuruyor:
“Ebu Said El Hudrî (ra) buyuruyor ki Resûlullah (sav) hizmetçisi ile birlikte yemek yerdi, hizmetçisi yorulunca yardım ederdi… Fakir-zengin, büyük-küçük kiminle karşılaşırsa önce selam verir; musafaha yapmak için mübarek elini önce uzatırdı. Köleyi-efendiyi, zengini-fakiri, siyahı-beyazı bir tutardı. Herkesle iyi geçinir, iyilik etmesini severdi. Güler yüzlü, tatlı sözlüydü. Söylerken gülmezdi, üzüntülü görünürdü. Nazikti, cömertti, israf etmezdi. Herkese acırdı, kimseden bir şey beklemezdi.”
Hakim Tirmizi (ra) Şemâl-i Kübrâ isimli eserinde buyuruyor ki:
“Fahr-ı Âlem (sav) gayet ağır, tane tane konuşur, lüzumsuz yere konuşmazdı. Nimete saygı gösterir, kimseyi zemm etmez, dünyevî şeyler için kimseye kızmazdı. Bir kimseye döndüğünde mübarek vücûduyla döner, işareti mübarek eliyle yapardı. Tebessümlü bulunur, kahkaha ile gülmezdi.”
M. Mesâbih isimli kitapla, Enes b. Malik (ra) buyuruyor ki:
“Resûlullah’a on sene hizmetçilik ettim. Bana bir kere bile ‘üff’ demedi. İnsanların en güzel huylusuydu. Hastayı ziyaret eder, cenaze arkasından yürürdü.”
Bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Açı doyurunuz, hastayı ziyaret ediniz, esiri hürriyetine kavuşturunuz.” (250 Hadîs, H. No: 47 D.İ. Bşk. Yay.)
Ebu Hureyre (ra) buyuruyor ki:
“Bir harpte, kafirlerin yok olması için dua buyurmasını söyledik.” Buyurdu ki: “Ben lanet etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben rahmet için (herkese iyilik için, insanların huzuru ve kurtulması için) gönderildim.”
Enbiyâ sûresi, âyet: 107’de, Yüce Mevlâmız meâlen şöyle buyurur:
“(Habîbim) biz seni alemlere rahmet (iyilik) için gönderdik.”
Enes (ra) buyuruyor ki;
“Resûlullah (sav)’den bir şey istenip de, yok dediği işitilmedi.”
İmam-ı Rabbanî (rah), Mektûbât’ında şöyle buyuruyor:
“Hakîkat-i Muhammediye, diğer bütün hakîkatlerin çekirdeği ve esasıdır.”
Kasîde-i Bürde’de Ka’b b. Zübeyr (ra) diyor ki;
“Allah’ın şerre çektiği kılıçtır O, pırıltısıyla dünya nûr olur yalazında.” Bu beyti okuyan Ka’b’a, Hz.Peygamber (sav) bir hediye vermek istedi. Yanında bir şey yoktu, üzerindeki hırkayı verdi.
Bahâed-din Nakşîbend (rah) buyuruyor ki:
“Bütün hallerinde ayağını emir ve nehiy seccadesine koyasın. Sünnete bağlanıp, mûcibince amel edesin, taviz ve bid’atlerden uzaklaşıp , her an Resûllullah (sav)’in hadîs-i şeriflerini rehber kabul edesin.”
Zünnun-i Mısrî (rah) şöyle buyuruyor:
“Ahlâkında fiil ve hareketlerinde Allah’ın Habîbi (sav)’in sünnetine uyan kimse, Allah’a olan sevgisini ispat etmiş olur.”
Mevlânâ (rah) şöyle diyor:
“Ben hayatım boyunca Kur’an’ın kölesiyim. Muhammed-ül Muhtar (sav)’in ayağının tozuyum”
Bediüzzaman Hazretleri (rah) Nûr-u Muhammedî (sav) için şöyle diyor:
İ’lem Eyyühel-Aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nûr-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nûr-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şâşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nûr-u Muhammedî onun andelibi olur. Eğer pek büyük bir saray farzedilirse, Nûr-u Muhammedî o Sultân-ı Ezelî’nin makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyât-ı cemâliyesiyle âsâr-ı san’ atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadî ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san’atları, hârikaları ve mu’cizeleri tarif ediyor. Halkı, o saray sahibine, sâniine iman etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.
Bir yanıt yazın