Peygamber Efendimiz dünyayı teşriflerinde, doğduğu bölge olan Hicaz, her türlü kötü ahlâkı irtikâp eden, çirkin ve fena işlerle uğraşan bir topluluğun ikametgâhı hükmündeydi. İyi ve güzeli öğütleyen ve ders veren peygamberler uzun zamandır gönderilmemişti. Eskinin hasenatları bugünün seyyiatı; eskinin seyyiatı bugünün hasenatı hükmünde olup her türlü çılgınlık etrafta kol geziyordu.
İslâmiyet’ten evvel Araplar bilgisizlik ve hurafeler peşinde gidiyorlar; zengin, kabilesi kuvvetli olanlar bu durumda olmayanlara göre daha üstün sayılıyorlardı. Kuvvetli zayıfı daima eziyordu. Kabileler arasında kan davası ve sınır anlaşmazlıkları gibi sebepler yüzünden savaş eksik olmuyordu.
Arapların çoğunluğu putperestti. Yapmış oldukları bir takım heykellere ilâh diye tapıyorlardı.
Soygunculuk, faizcilik, zenginleri üstün, fakirleri hor görme, içki ve kumar düşkünlüğü, kabilecilik gayreti ile kan dökme gibi son derece çirkin âdetleri vardı. Hele köle ve kadınlar insan sayılmıyordu.
Kadınlar, ölen kocasından, babasından ve diğer yakınlarından miras alamadıkları gibi, kendileri miras malları hükmünde, mirasçılara kalıyordu.
Erkekler istedikleri kadar kadınla evlenebiliyorlardı. Fuhuş âdeta meslek hâline gelmişti. Bu yüzden bazı kimseler kız çocuklarını diri diri kumlara gömecek derecede vahşet göstermişlerdi.
Yani o günkü Mekke halkının durumu, insanın yaratılış kıstaslarına uymuyordu. İnsanlar, şeytan ve nefsin ve geleneklerin eline düşmüş, kendileri sıkıntı çektikleri gibi başkalarına da sıkıntı veriyorlardı.
Allah (cc), fıtrattan uzaklaşmış, insani değerleri bir tarafa bırakıp böylesine şeytan ve nefsin oyuncağı olmuş bu topluluğa kendi içlerinden birisini, yani Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’i güzel ahlâkı tamamlamak üzere peygamber olarak göndermiştir.
“Ahlâk dinin kabıdır.” hadisinin de ifade ettiği üzere Peygamber Efendimiz, kendisiyle gönderilen dinin temeline ahlâkı koymuştur. En başta kendisinin yaşadığı bu din ve kendisine gönderilen Kur’ân-ı Kerim, Peygamberimizin ahlâkının da tanımı olmuştur. Rabbimizin “And olsun ki sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah’ın Resulünde güzel bir örnek vardır.” buyurduğu Efendimiz için Hz. Aişe (ra) validemiz, “Onun ahlâkı Kur’ândı.” diyerek nazarlarımızı yaratılıştaki fıtri özelliklere, ‘en güzel kıvam’a çevirmektedir.
Zira onun etrafında saf tutan ve ona iman eden insanlar öyle hızlı ve mükemmel bir dönüşüm yaşamışlardır ki, eski hallerinden hiçbir iz kalmamıştır. Çöplükte gül yetişmiş; cahiliye devri diye tanımlanan o asrın içinden asr-ı saadet tanımı doğmuştur. O vahşet asrından güzel bir yönlendirme, fıtrata uygun hal kazandırma ve Rabbe muhatap etme ile öyle insanlar çıkmıştır ki, hiçbir asırda onların manevî şahsiyetine yetişmek mümkün olmamıştır. Hem onlar, kıyamete kadar ümmetin istikamet alacakları yıldızlar hükmünde semada yerlerini almışlardır. Dünyanın bin yıllık salah ve huzura kavuşacağı hareketin baş aktörleri olaraktan tarih ve melekler tarafından kayıt altına alınmışlardır.
Bir yanıt yazın