Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri, hayatı boyunca ilminin büyüklüğü ile kendinden söz ettirmiş büyük bir İslâm âlimidir. Müthiş bir zekâ ve hâfızaya sahipti. Sorulan en ağır suallere dahi hiç tereddütsüz anında cevap verebiliyordu. Zekâsındaki bu olağanüstülüğü gören hocası Molla Fethullah, hâfızasını merak ederek, kendisinden iki satırı bir okuyuşta ezberlemesini ister.O ise sayfanın tamamını bir kere de ezberleyerek hocasını hayretler içinde bırakır. Bunun üzerine Molla Fethullah, “Zekâ ile hâfızanın aşırı derecede bir kişide bulunması tarihte çok nâdirdir” diyerek ona Bedîüzzaman ismini verir. Said Nursî Hazretleri, kendisine “zamanın eşsiz hârikası” mânâsında Bedîüzzaman denilmesine sebep olan bu olağanüstü kabiliyetiyle ömrü boyunca pek çok zâtlardan ders almış, pek çok üstadları olmuştur.
Bu hocalarından ilki, çocukluğunda ders aldığı annesi , Nûriye Hanım’dır:“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem (yemin) ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinât (telkinler) ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda (yaradılışımda), âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sâir (diğer) derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum.” (Hanımlar Rehberi) Dokuz yaşında Arapça tahsiline başladığında ilk hocası ağabeyi Molla Abdullah olmuştur. Üç sene kadar kendisinden sarf ve nahiv dersi almıştır. Medrese eğitimine başladığı dönemdeki ilk hocasının Şeyh Seyyid Nur Muhammed olduğu Tarihçe-i Hayat’taki ifadelerden anlaşılmaktadır. Meşhur Nakşî evliyâlarından Gavs-ı Hizânî Hazretleri’nin oğlu olan bu zât için kendisinin Nakşî üstadı olduğunu söyler ve aynı dönemdeki diğer iki üstadının isimlerini şöyle zikreder: “Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed’dir. Kadirî üstadlarımdan Nureddin, Kur’ân üstadlarımdan Nûri…” (Barla Lâhikası) Yine ders aldığı üstadları arasında, Târihçe-i Hayat kitabında bahisleri geçen, Molla Abdülkerim Efendi, Şeyh Mehmed Emin ve Molla Fethullah efendileri sayabiliriz. Üç sene kadar süren Arabca öğrenimini tamamladıktan sonra, henüz on dört yaşında iken Doğu Beyazıt’ta Şeyh Muhammed Celâlî Hazretlerinin medresesinde, normal şartlarda on beş sene süren medrese tahsilini tarihte görülmemiş bir şekilde üç ay içinde bitirerek İslâmî ilimlerden icâzet (medrese diploması) almıştır. Çocukluk ve gençlik devresinde en son ders aldığı hocası büyük evliyâdan olan Muhammed Küfrevî Hazretleri’dir. Şöyle bahseder: “Silsile-i ilmiyede bana en son ve en mübârek dersi veren ve haddimden çok ziyade şefkatini gösteren, Hazret-i Şeyh Muhammedü’l Küfrevî (Kuddise sırruhu)…” (Barla Lâhikası) Bedîüzzaman Hazretleri’nin hayatı boyunca devamlı ruhânî himmet ve tasarrufunu gördüğü ve onun sayesinde Eski Said’den Yeni Said’e geçtiği Üstadı Şeyh Abdulkâdir-i Geylânî Hazretleri’dir. “Hazret-i Şeyhin (Abdulkadir-i Geylâni’nin) himmet ve irşadiyle eski Said (ra) yeni Saide inkılâb etmiş.” (8. Lem’a) “Sergüzeşt-i (mâcera-i) hayatımda geçen ve çoğunu gizlediğim çok hârika vâkıalar vardı. Kendimi hiç bir vecihle kerâmete lâyık görmediğim için onları bâzan tesadüfe, bazen da başka sebeblere isnad ediyordum. Şimdi kanaatim geliyor ki, o hârikalar, Gavs-ı A’zamın (Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî’nin) bir silsile-i kerâmetini teşkil ederler (kerâmetler zinciridir). Demek onun duâsıyla, himmetiyle, ona kerâmeten ve bize ikram nev’inden, bir nevi inâyet-i İlâhiyyeye mazhar olmuşuz.” (8. Lem’a) Yeni Said döneminde kalbine gelen bir ilham ile hakîkî üstadı olarak Kur’ân’ı rehber edinmiştir: “Cenâb-ı Hakk’ın rahmetiyle kalbime geldi ki: “Bu muhtelif tarikatlerin başı ve bu cedvellerin (yolların) menbaı ve şu seyyarelerin (gezegenlerin) güneşi, Kur’ân-ı Hakîm’dir. Hakîkî tevhid-i kıble (kıbleyi birlemek) bunda olur. Öyle ise, en a’lâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım.” (28. Mektub) Bununla birlikte Yeni Said döneminde de, İslâm büyüklerinin en meşhurlarından başta Hazret-i İmam-ı Ali, Şeyh Abdulkadir-i Geylâni, İmam-ı Gazâlî, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ve İmam-ı Rabbânî gibi zatların manevî ve ruhanî üstadlıklarından istifade etmiştir: “Yeni Said’in hususî üstadı olan İmam-ı Rabbânî, Gavs-ı A’zam ve İmam-ı azâlî, Zeynelâbidîn (ra) (hususan Cevşenü’l-Kebir münacatını bu iki imamdan ders almışım) ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali’den (Kerremallahü Vechehu) aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü’l-Kebir’le daima onlara manevî irtibatımda, geçmiş hakîkatı ve şimdiki Risâle-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım.” (Emirdağ Lâhikası) Yine aynı isimlerden aldığı, manevî – üveysî derslere işaret ederek şöyle der: “Ben üveysî bir tarzda bir kısım ilm-i hakîkati Hüccetü’l-İslâm olan İmam-ı Gazâlî’den almıştım.” (28. Lem’a) “Üstadlarımdan Mevlânâ Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim…” (6. Mektub) “Bir üstadım olan İmam-ı Rabbânî…” (8. Mektub) Kabri Süleymaniye Câmii avlusunda bulunan ve Osmanlı son dönem meşhur Nakşî evliyâlarından olan Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevi Hazretleri’ni de has üstadları arasında sayması dikkate şayandır: “Has üstadlarımın dairesinde, Gümüşhaneli ve Mecmuatü’l-Ahzab sahibi Ahmed Ziyâeddin…” (13. Şuâ) Bu mübârek zât, Üstad Bedîüzzaman henüz 16 yaşında iken İstanbul’da vefât etmişti. Yani dünya gözü ile görüşmüş değillerdi. Yukarıda bahsedilen isimlerden Hz. Üstad’ın talebeliği dönemindekilerin Üstad’a etkileri, bizzat kendisine hocalık yapmaları cihetiyle olmuştur. Fakat “Yeni Said’in üstadları” dediği zâtlardan etkisi ise, hem kitapları ile hem üveysî bir tarzda olmuştur. Uzak mesafelerden veya farklı asırlardan bir velinin diğerini terbiye etmesine üveysîlik denir. Yani Hz. Üstad onlarla farklı zamanlarda yaşadığı halde onlardan manevî ders ve feyizler almıştır, manevî tasarruflarına mazhar olmuştur. Yukarıda Emirdağ Lâhikasından yaptığımız alıntı bunu açıkça ifade ettiği gibi, “Ben üveysî bir tarzda bir kısım ilm-i hakîkati Hüccetü’l-İslâm olan İmam-ı Gazâli’den almıştım.” sözü de bunu gösteriyor. Bu büyük zâtların ortak özellikleri ve Üstad’a benzeyen yönleri akıl ve kalp birlikteliğiyle hakîkate ulaşmış kimseler olmalarıdır. Hz. Üstad, Mesnevî-i Nûriye’de bunu şöyle anlatır: “(Eski Said) Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (ra), Mevlâna Celâleddin (ra) ve İmam-ı Rabbânî (ra) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrâkın (feyizlerle coşanların) akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın dersiyle, irşadıyla hakîkata bir yol bulmuş, girmiş.” Üstad Hazretleri Hakîm ismine mazhar olduğu için her şeyden ve her hadiseden kendine ders çıkarırdı. Bu yüzden pek çok zâtlardan istifade etmiş, “Seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldım” demiştir. Muhammed Küfrevî (1775 – 1898) Nakşî şeyhi Muhammed Küfrevî, Siirt’in Küfre köyünde l775’te dünyaya geldi. Hocası Seyyid Tâhâ Hakkarî, asrının müceddidi olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî’nin hâlifelerindendir. 1898 yılında, yüz yirmi üç yaşlarında vefât ettiği zaman, Sultan Abdülhamit Han onun için bir türbe yaptırmıştı. Muhammed Küfrevî Hazretleri’nin yukarıda görünen Kabri Bitlis’in Kızıl Mescid Mahallesindedir. Nûriye Hanım (v. 1913) Bedîüzzaman’ın annesi olan Nûriye Hanım, Nurs Köyünün yakınlarında bulunan Bilkan Köyünde doğdu. Aslen Hz. Hüseyin’in neslinden gelen bir Seyyide olan bu mübârek hanım, Birinci Dünya Savaşı sırasında vefât etmiştir. Nûriye Hanım’ın kabri, eşi Sofi Mirza ve oğlu Molla Abdullah ile birlikte Nurs Kabristanındadır. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî (1813 – 1893) 1813 târihinde Gümüşhâne’de doğup 1893 yılında İstanbul’da vefât eden Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî Hazretleri, İstanbul’da yetişmiş büyük Nakşî evliyâlardandır. Müceddid Mevlânâ Halid-i Bağdadî Hazretleri bir halifesini, sırf Gümüşhanevî Hazretleri’ni irşad etmek üzere İstanbul’a göndermiştir. Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevî Hazretleri’nin yukarıda resmi görünen kabri İstanbul Süleymaniye Câmii avlusundadır. Molla Fethullah (v. 1899) Nakşî şeyhlerinden Abdurrahman-ı Tâğî Hazretleri’nin talebelerindendir. Vefâtından sonra onun yerine geçmiş ilim ve tarikat yoluyla dine hizmet etmiştir. Üstteki resim Molla Fethullah Efendi’nin Bitlis’teki kabridir.
Bir yanıt yazın