وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Hem öyle bir fitneden sakının ki (geldiği zaman) içinizden sâdece zulmedenlere dokunmaz (umuma gelir)! Ve bilin ki şübhesiz Allah, azâbı pek şiddetli olandır.” لو أن عبادي أطاعوني لأسقيتهم المطر بالليل ، وأطلعت عليهم الشمس بالنهار ، ولم أسمعهم صوت الرعد
“Kullarım Bana hakkıyla ibâdet etseler, gündüz rahatsız olmasınlar diye, yağmuru gece yağdırırdım. Güneşi gündüz doğdururdum. Gök gürlemesini de onlara duyurmazdım.” Bu âyet-i kerîme ve hadis-i kudsî ile ifâde edilen şu ki musibet çoğunluğun yaptığı hatanın neticesidir. Musibete mâruz kalan insanlar ise, üç sınıfa ayrılır. 1.Takva sâhibi sâlihler ve çocuklar gibi mâsum olanlardır. İmtihan gereği, deprem gibi, umuma gelen musibet onlara da zarar verir. Fakat sonsuz merhamet ve şefkat sâhibi olan Cenâb-ı Hak, bu kimselerden vefat edenlere şehid sevabını, mallarından zâyi’ olanlarına sadaka olarak âhiret sevabını, sıkıntı çekenlere ise o nisbette ecir ve mükâfat vererek o zararlarını telâfi eder. O musibet onlar için bu cihette rahmet olur. Hatta en makbul bir ibâdet hükmüne geçer. Zîra Bedîüzzaman Hazretleri’nin de izah ettiği gibi ibâdet iki kısımdır. [Devamını oku…]