Malumdur ki, İslâmiyet’e göre iki daire vardır. Birisi itikat dairesidir ki, her şeyi Cenâb-ı Hakk’tan bilmektir. Yani Allah’ın icadatında ve terbiye ediciliğinde şeriki ve ortağı olmadığı gibi, icraatında ve işlerinde dahi ortağı olamaz. Evet, âlemde hakiki tesir yalnız O’nundur; kâinatta hiçbir varlığın ve sebebin zerre kadar tesiri yoktur. Nasıl ki güneşe karşı tutulan bir ayna, kendi kabiliyetine göre güneşin suretini içine alır, ışığını karşıya yansıtır. Hiçbir zaman o ayna, karşıya yansıttığı ışığın zerresine bile sahip olamaz. Belki o ışığın asıl kaynağı ve sahibi güneştir. Aynen öyle de bütün sebepler vasıtasıyla bize gelen her şeyin asıl kaynağı ve hakiki sahibi Cenâb-ı Hakk’tır. Sebepler ancak birer aynadır; o yaptıkları işlerin bir cüz’üne bile sahip olamazlar. [Devamını oku…]
“Anam babam ve canım sana fedâ olsun yâ Resûlallah!”
O BÜTÜN KÂİNATIN SEVGİLİSİDİR! Hz. Resul-ü Ekrem Muhammed Mustafa (asm), gayr-i Müslimlerin dahi itirafıyla dünya tarihinde yaşamış “en büyük insan” olduğu gibi, “en çok sevilen insan” olmak sıfatına da sahiptir. Evet, o insanların en sevgilisi, en yücesi, en azizidir. Onun kadar, geniş kitlelerin gayet samimi ve candan sevgisine mazhar olmuş ne bir insan, ne de bir peygamber yaşamıştır şu dünya üzerinde. O, kâinatın fahrı, Âdemoğlunun şerefi ve iftihar kaynağıdır. İki cihanın sultanıdır. Nasıl öyle olmasın ki, onu Yüce Allah sevmiş ve “Habibim” hitabına mazhar kılmıştır. Onu seven Allahu Teâlâ, onun sevgisini, -bir hadiste işaret edildiği üzere- önce sema ehli olan melaike arasına, ardından da yeryüzüne indirmiş ve o yeryüzü halkının da en sevgilisi olmuştur. Dağlar taşlar bile onu sevmiş, “Uhud öyle bir dağdır ki, biz onu severiz o da bizi sever” (1) hadisine mazhar olmuşlardır. Bununla birlikte bu sevgi tek taraflı olmamış, o da ashabını, müminleri ve ümmetini ziyadesiyle sevmiş ve bunu her haliyle ortaya koymuştur. [Devamını oku…]
Zulmetli Münevverler
Demek akıl ve fikrin tam nûrlanması ve istikameti yakalaması manevî kalp ile olmaktadır. Yoksa beynimizin kıvrımları ve nöronları arasından ilim ve basîret ortaya çıkmaz. Kalp, vahye ve ilhama mazhar olduğundan, insanlık içinde gerçek münevverler ve insanlığın nurlu önderleri, başta peygamberler ve onların arkasından giden asfiyâ ve evliyâ olmuştur.
İnsanlık tarihi boyunca her toplumda bir kısım insanlar kendilerine münevver, yani aydın ismini vererek hem kendilerini hem de toplumu aydınlattıkları iddiasında bulunmuşlardır. Hâlbuki bazı aydınların(!) kendilerini ve toplumu karanlık derelerde perişan ettiklerini ve hem dünya, hem de ahiret saadetlerini mahvettiklerini görmekteyiz.
Bediüzzaman Hazretleri Lemaat’ta, aklın nûru kalpten gelir diyerek, kalpteki ziya olmadan münevverin fikir nûru olamayacağını şöyle ifade etmektedir: [Devamını oku…]
- « Önceki Sayfa
- 1
- …
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- …
- 336
- Sonraki Sayfa »