Evet, Âl-i Beytin efrâdı ise, itikâd ve îman husûsunda sâirlerden çok ileri olmasa da, yine teslîm ve iltizâm ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü İslâmiyet’e fıtraten ve neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık zaîf de olsa, şansız da olsa, hattâ haksız da olsa, bırakılmaz.
Nerede kaldı ki, gâyet kuvvetli gâyet hakîkatli gâyet şanlı bütün silsile-i ecdâdı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını fedâ ettikleri bir hakîkate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu, bilbedâhe hisseden bir zât, hiç taraftarlığı bırakır mı? [Devamını oku…]
Allah’ı bilmek varlığını bilmenin gayrıdır
“(O), hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse, artık şüphesiz (ona) pek çok hayır verilmiş demektir.” (Bakara, 269)
Muhyiddin Arabî Hazretleri Fahreddin Razî Hazretlerine bir mektup yazarak:
“Allah’ı bilmek varlığını bilmenin gayrıdır” demiş. Yani meselâ, “İstanbul’u kim fethetti?” diye sorulsa hemen Fatih Sultan Mehmed denilir. Fakat “O’nu tanır mısınız, nasıl bir insandır?” diye sorulsa belki çok kimse bunu bilemez. Yine “Başbakan kimdir?” diye sorulsa hemen “Filan kişidir” denilir. Peki, “Kendisini tanır mısınız?” diye sorulsa yakından tanımayanlar fazla tanımadıklarını söylerler. Yani bilmek ayrıdır, tanımak ayrıdır. [Devamını oku…]
Şahs-ı mânevî
Her ferd için, maddî ve manevî olmak üzere Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği iki şahsiyet vardır. Kişinin maddî şahsiyeti, maddî varlığından ibarettir. Şahs-ı manevî ise aile, çevre, vazife, hizmet, şeref ve kişinin etkisinde bulunan bütün alanları kuşatır. Allah’ın her ferde verdiği maddî varlık, diğer ferdlerden farklı özelliklere sahip olduğu gibi, şahs-ı manevîsi de diğerlerinden farklıdır.
Mesela, bir cemaati teşkil eden zatın şahs-ı manevîsi o cemaatin genişliğine ve büyüklüğüne göre büyük olur. Bir devleti idare edenin şahs-ı manevîsi ise etkili olduğu alana ve o devletin büyüklüğüne göre olur. [Devamını oku…]
- « Önceki Sayfa
- 1
- …
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- …
- 336
- Sonraki Sayfa »