“Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz.” Bu sözü de insanlığın gelmiş geçmiş büyük dâhilerinden olarak bilinen Einstein söylemiş. Yâni şu küçücük arıların işlerini yapmaması demek, bir ülkenin insanlarının kısa sürede açlık, kıtlık gibi büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. Nükleer saldırıya ya da herhangi bir savaşa gerek yok. Arılar 4 yıl ortadan kaybolsa, yok oluş başlıyor. Süper güçlerine güvenen devletlerin kulakları çınlasın!
Bir ordudan bahsedeceğim size. Öyle bir ordu ki yeryüzünde milyarlarca efrâdı var bu ordunun. Tek başlarına güçsüz gözükseler de birlik olduklarında öyle büyük bir güç oluşturuyorlar ki. Hele bir tehdit karşısında ısrarlı, canlarını hiçe sayan hücumları yok mu? En teçhizatlı orduyu bile canından bezdirir bu ordunun askerleri.
Öyle bildiğiniz devletlerden birisinin ordusu değil bahsedeceğim ordu. Dünyanın süper gücü olduklarını iddia eden devletlerin bile söz geçiremediği varlıklardan bahsediyorum. Kur’ân-ı Kerim onların “ilham aldığını” söyler. Hani hadis-i şerifte İstanbul’u fethedecek olan Türk ordusu övülmektedir ya bunun gibi Kutsal Kitap Kur’ân tarafından övülmektedir bu kahraman ordunun mensupları.
“Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir. Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.” (Nahl-Arı Sûresi 68-69)
Herhalde artık anladınız hangi ordudan bahsettiğimi. Elbette meşhur arı ordusundan bahsediyorum. Hani bir anda Avrupa ve Amerika’daki bir milyon civarındaki kovanı terk eden, milyarlarca mensubu bulunan arı ordusundan bahsediyorum.
Dünyayı yönetme kaygısı içinde olan süper devletler küçücük sinek ordularına hâkim olamıyorlar, ne gülünç? Güya uzaya çıkıyorlar, Mars’ı fethediyorlar ya da Irak’a saldırıyorlar, İran’ı vurma planları yapıyorlar ama şu arı ordusuna söz geçiremiyorlar. Çünkü bu ordu emrini başka bir komutandan alıyor.
“Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” İçgüdü olarak da adlandırılan bu içsel emirler doğrultusunda hareket eden arılar, bir anda kovanlarını terk edip bilinmeyen görevler için bilinmeyen yerlere gidiyorlar. Uydular, CIA, FBI ya da Avrupa’nın diğer istihbarat kuruluşları milyarlarca arının karıştığı bu geniş çaplı isyan hareketini çözmekten âciz.
“Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz.” Bu sözü de insanlığın gelmiş geçmiş büyük dâhilerinden olarak bilinen Einstein söylemiş. Yâni şu küçücük arıların işlerini yapmaması demek, bir ülkenin insanlarının kısa sürede açlık, kıtlık gibi büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. Nükleer saldırıya ya da herhangi bir savaşa gerek yok. Arılar 4 yıl ortadan kaybolsa, yok oluş başlıyor. Süper güçlerine güvenen devletlerin kulakları çınlasın!
Demek ki üstünlük; petrolü, altını ya da silahı ele geçirmekte değil. Tam dünyanın bütün petrollerini elinize geçirdiğinizi sandığınız sırada, ekolojik dengede olmazsa olmaz unsur olan arılarınızı kaçırırsanız, bu zenginliklerinizin size hiçbir faydası olmayacak demektir. Bu zenginlikleri ele geçirmek adına kırıp geçirdiğiniz dünya da cabası. Ya da tam dünyanın en üstün gücü olduğunuzu sandığınız sırada; insanlarınızı, hayvanlarınızı kırıp geçirecek küçücük bir virüs başınızın belası oluyor. Ne kötü!
Kâinatta gerçekten de büyük bir denge var. Mesele Kızılderilileri ya da Aborjinleri yok etmekle hallolmuyor. Bir bakmışsınız o yok ettiğiniz kavimlerden daha güçlü, daha hırslı kavimler göçmenlik yasalarınızdan da istifâde ederek ülkenizde her alanda at koşturuyorlar. Kızılderili’nin tüyüne, Şamanist dansına saygı göstermeyenler, Müslüman’ın başörtüsüne, Hinduların türbanına ya da Yahudilerin Kippa’sına ve bu insanların diğer ibâdetlerine saygı göstermek zorunda kalıyor.
Zayıf gördüklerinize ve onların zayıflıklarından istifade ederek haksız yere yok ettiklerinize bedel daha güçlüler karşınıza çıkıyor. Latin Amerika’nın isyankâr çocukları biraz da külleşen Kızılderililerin küllerinden doğmadılar mı? Belki de onlar Kızılderililerin bedduaları ve kısık sesli ahlarıdırlar. Yahudilerin Holokost’una bir bakın. Yok, edilmek istenen bir kavim, İsrail devletiyle yeniden daha güçlü bir şekilde doğuyor. Bedir’de imha edilmesi planlanan Müslümanlar, bir anda şimşek gibi dünyanın tüm kıtalarına yayılıyorlar. Sanırım bu örnekler de Ekolojik Dengeye bedel Homolojik Dengeyi işaret ediyor.
Bugün de güçlerine ve aldatıcı Süpermenliklerine güvenenler zayıf gördüklerini yok etme peşinde koşuyorlar. Kendilerinden olmayanlara hakarete, özgürlük perdesi altında göz yumuyorlar, izin veriyorlar. Kendilerine ise hiçbir leke kondurtmuyorlar. Dünya insanları hakkında tasarrufta bulunma yetkisini kendilerinde bulabiliyorlar. Yeni yeni projelerle insanlığı şekilden şekle sokuyorlar. İnsanlık, onların medeniyet denemelerinin kobayı olmuş adeta.
Ama gel gelelim iş arıya, sineğe, böceğe, çekirgeye, virüse geldiğinde o kadar âcizler ki! Bir anda bütün büyüklükleri, yücelikleri kaybolup gidiyor. Bir küçücük sineğe yenilen o güçlü Nemrut gibi, bir arının oyununa yeniliyorlar. Milyarlarca arı, ülkelerini hiç kimseye sormadan, izin almadan bir anda terk edebiliyor.
Yetkililer, arıların göçünü kimyasal içerikli bâzı böcek ilaçlarına bağlıyorlar. Belki de arılar böcek hemcinslerine yapılan bu kimyasal saldırıyı protesto etmek için terk ettiler kovanlarını kim bilir? “Böceklere karşı kimyasal silah kullanmaya hayır!” diye bağırdılar belki de sessizce. Bu bir duâydı belki de kendi lisanlarınca, Yaradanlarından istedikleri.
Bizce insanlar kadar canlılar da sevgisizliğin farkında. Onlar da dünyada sevginin hâkim olmasını istiyorlar. Bunun için de ellerinden geldiğince duâ ediyorlar. Sevgi olan yerde balık popülâsyonunun azalması, köpeklerin itlaf edilmesi ya da bazı hayvanların sorumsuzca avlanması mümkün olabilir mi? Demek ki hayvanlar ve bitkiler de sevgiye muhtaç durumdalar. Sevgi onların da yaşamına destek oluyor. Hangi sevgi dolu yürek, bir foku, kafasına sopalarla vura vura katledebilir ki? Hangi sevgi dolu insan bilinçli olarak ormanları yakarak, keserek yok edebilir ki?
O halde arıların ne istediği belli oldu. İnsanları mutlu eden, sevgi ve şefkat dolu bir şerbeti insanlara hediye eden arılar, elbette karşılığında yine sevgi bekliyorlar. Düşmanlığın, kendilerine yönelecek en ufak bir tehdidin farkında olan arılar, nasıl olur da sevginin farkında olmazlar? Kendilerini kovanları için, Kraliçeleri uğruna umarsızca feda eden bu cengâver yaratıklar sevgiden habersiz denilebilir mi? Onlar kanatçık ellerini açmışlar ve âdeta duâya durmuşlar dergâh-ı ilâhide. Ülkelerinde ve dünyada sevgini hâkim olması için duâ edip duruyorlar.
Belki de onların milyarlarcasının kovanlarını terk etmesi, fiilî bir duadır. “Allah’ım bize sevgi ver” demektedirler kendi lisanlarıyla.
Arıların lisanlarının bâzı hareketlerden ibâret olduğunu bilmeyen yok. Yâni onların lisanları fiili bir lisan. Arkadaşlarıyla bazı ritmik hareketlerle konuşuyorlar. Herhalde bu hicretle de o süper güçlere bir mesaj vermek istediler, hem de fiilî bir duada bulundular. Sevgi ve barış istediler tüm dünyadan. Bu arada Risale-i Nur’da geçen şu ibâreleri hatırlamadan edemeyeceğiz:
“Hiç mümkün müdür ki, en ednâ (küçük) bir hâceti, en ednâ (küçük) bir mahlûkundan görüp kemâl-i şefkatle (tam bir şefkatle) ummadığı yerden is’âf eden (yardıma koşan); ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan (yaratığından) işitip imdat eden; lisân-ı hal (davranış lisanı) ve kâl (konuşma) ile istenilen her şeye icâbet eden (cevap veren) nihayetsiz bir şefkat ve merhamet sahibi bir Rab, en büyük bir abdinden (kulundan), en sevgili bir mahlûkundan en büyük hâcetini (ihtiyacını) görüp bitirmesin, is’âf etmesin (yardıma koşmasın), en yüksek duâyı işitip kabul etmesin?” (Sözler, 10. söz)
Bu sevimli arıların duâsı kabul olacağa benziyor. O halde Risale-i Nur’un da belirttiği gibi bizim, dünyada sevginin yayılmasına dönük duâlarımız da bir gün kabul edilecektir. Savaşların, kinlerin ve kavgaların bitmesine yönelik o içten duâmız da bir gün muradına erecektir.
Şu arıların duası ise bize örnek olmalıdır. Milyarlarca arı bir anda “sevgi için” duaya durdular. Tüm sevgisizlikleri protesto için yuvalarını terk edip gittiler. Âdeta hicret ettiler mânevi işkencelerden kurtulmak için. Onlar bunu yaparken Rablerinin ilhamlarına, emirlerine tâbi olarak bunu yapmışlardı, âyette de geçtiği gibi. Demek ki biz de insanları üzmeden, kırmadan kendi sevgi dolu vazifelerimizi yerine getirdiğimizde, yazmaya, okumaya ve tefekkür etmeye devam ettiğimizde güzellikler için fiilî duamızı yapmış olacağız.
O halde o süper güçlere buradan seslenelim: “Asıl gücün sevgide olduğunu ne zaman anlayacaksınız? İnsanlığın yarısı yok olduğunda mı? Yoksa ölen bebek ve kadın sayısı biraz daha arttığında mı? Bence şu arılarınızı dinleyin. Çünkü onlar kendi başlarına hareket etmiyorlar. Sevgisizliğiniz yüzünden arılarınız memleketlerinizden çekip gittiği gibi, başka güzellikleriniz de sizi terk edebilir. O zaman bir yok oluşun içinde bulursunuz kendinizi.”
İş işten geçmeden ey dünyanın insanları! “Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” sözünü bir kere daha hatırlayalım.
O zaman arılarımız da, yavrularımız da ve hatta paralarımız da bizi terk etmez.
Sizi terk eden arılarınız, o zaman meleklerin kanatlarına binerek geri gelirler.
Yürek çiçeklerinizden sevgi ve aşk toplarlar.
Sevgi özlü ballar yersiniz siz de;
Dünya çocuklarının gülücüklerinden damlayan!
Asıl gücün sevgide olduğunu ne zaman anlayacaksınız? İnsanlığın yarısı yok olduğunda mı?
Bir yanıt yazın