O BÜTÜN KÂİNATIN SEVGİLİSİDİR! Hz. Resul-ü Ekrem Muhammed Mustafa (asm), gayr-i Müslimlerin dahi itirafıyla dünya tarihinde yaşamış “en büyük insan” olduğu gibi, “en çok sevilen insan” olmak sıfatına da sahiptir. Evet, o insanların en sevgilisi, en yücesi, en azizidir. Onun kadar, geniş kitlelerin gayet samimi ve candan sevgisine mazhar olmuş ne bir insan, ne de bir peygamber yaşamıştır şu dünya üzerinde. O, kâinatın fahrı, Âdemoğlunun şerefi ve iftihar kaynağıdır. İki cihanın sultanıdır. Nasıl öyle olmasın ki, onu Yüce Allah sevmiş ve “Habibim” hitabına mazhar kılmıştır. Onu seven Allahu Teâlâ, onun sevgisini, -bir hadiste işaret edildiği üzere- önce sema ehli olan melaike arasına, ardından da yeryüzüne indirmiş ve o yeryüzü halkının da en sevgilisi olmuştur. Dağlar taşlar bile onu sevmiş, “Uhud öyle bir dağdır ki, biz onu severiz o da bizi sever” (1) hadisine mazhar olmuşlardır. Bununla birlikte bu sevgi tek taraflı olmamış, o da ashabını, müminleri ve ümmetini ziyadesiyle sevmiş ve bunu her haliyle ortaya koymuştur.
Onun ümmetine nasıl bir sevgi ve şefkatle dolu olduğunu şu ayet-i kerime gayet güzel açıklıyor: “Şânım hakkı için, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (2) Onun bu ziyade sevgi ve şefkatinin karşılığı da ziyade sevgi ve hürmet değil midir? Evet, Kur’ân’ın dediği gibi, “İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?” (3) Tüm Müslümanların (ve inşallah hepimizin), Hz. Muhammed aleyhi’s-salatü ve’s-selâmı yüzyıllar boyu azalıp eksilmeyen bir aşk ve muhabbetle sevmesinin iki büyük sebebi vardır. Birincisi o yüce insanın, bütün güzel ahlaklarla donanmış, hayranlık verici üstün yaratılışıdır. İnsanlar arasında O, taşlar arasındaki yakut gibidir. İkincisi ise, iki cihan saadetine kavuşturan İslam’ın hidayet yoluna insenların girmesine vesile olmasıdır.
ASHAB-I KİRAM’IN PEYGAMBER SEVGİSİ Rabbimiz Kur’ân’da, “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha evlâdır (ileridir).”(4) buyuruyor. Bu ayetin tefsirinde İbni Cerîr Taberî Hazretleri, “Yani Resûlullah, sevilmede ve sözünün dinlenmesinde kişiye bizzat kendisinden daha üstündür.” der. İki cihan serveri olan Efendimiz (asm) da bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur: “Hiçbir mü’min yoktur ki ben onun için dünya ve âhirette diğer insanlardan daha üstün olmayayım. Dilerseniz ‘Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha evlâdır (ileridir).’ âyetini okuyun.” (5) Hazret-i Resul-ü Ekrem Efendimiz (asm) aynı manayı başka bir hadis-i şerifinde ise şöyle açıklar: “Hiçbiriniz ben ona babasından da, evlâdından da, bütün insanlardan da daha sevgili olmadıkça (kemâliyle) îmân etmiş olmaz” (6)
Resululah sallallâhu aleyhi ve sellemi dünya gözü ile görmek, ona yoldaş, arkadaş, sırdaş olmakla şereflenmiş olan sahabeler, bu ayet ve hadislerden aldıkları ders ile Hz. Peygamberi pek ziyade severler ve bu sevgilerini şöyle dile getirirlerdi: “Anam babam ve canım sana feda olsun yâ Resûlallah!” Bir gün Hz. Ömer (ra) Hz. Resûlullah’ın (asm) elinden tutmuş hâlde ona: “Yâ Rasûlallah, Sen bana muhakkak ki, nefsimden başka her şeyden daha sevimlisin!” dedi. Hz. Peygamber (asm) de ona: “Hayır, (öyle söyleme)! Nefsim elinde bulunan Allah’a yemîn ederim ki, ben sana hayatından daha sevimli olmadıkça (îmânın kemâle ermez)” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra): “Şu anda Allah’a yemîn ederim ki, sen bana muhakkak nefsimden, yâni canımdan da daha sevimlisin” dedi. Peygamber (asm) de: “İşte şimdi oldu yâ Ömer” buyurdu” (7)
Başka bir sahabenin, Allah Resulü’nün (asm) huzuruna gelerek ifade ettiği şu samimi duyguları aslında bütün sahabelerin hislerine tercüman olmuştu: Bu kişi Hz. Peygamber’e geldi ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim için sen nefsimden daha sevimlisin. Çocuğumdan daha fazla seni severim. Evimde olduğumda seni hatırlıyorum. Seni gelip görmeyince rahat edemiyorum. Senin ölümünle kendi ölümümü hatırladığımda, biliyorum ki, sen cennete dâhil olduğunda peygamberlerle beraber olacaksın. Benim ise cennete girmem şüpheli. Eğer cennete girsem bile, seninle beraber olamamaktan korkuyorum” dedi. Hz. Peygamber ona bir cevap vermedi. Tam o sırada Cebrâil (as) şu ayeti indirdi: “Kim Allah’a ve Resûl’e itâat ederse, işte onlar; Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlih kimselerle berâberdirler. Hem işte onlar, ne güzel arkadaştırlar!” (8) –
Bir kişi Hz. Peygamber (asm)’den kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Hz. Peygamber: “Sen kıyamet için ne hazırlık yaptın?” deyince, “Hiçbir şey hazırlamadım. Ancak Allah’ı ve Peygamberini severim” dedi. Hz. Peygamber (asm), “Sen sevdiklerinle berabersin” buyurdu. Resûlullah’ın (asm) bu müjdesi sahabeleri o kadar çok sevindirmişti ki, o güne kadar hiçbir şey onları bu kadar sevindirmemişti. Çünkü hepsi de Allah ve Resulünü canlarından çok seviyorlardı. (9)
Talha bin Bera, Hz. Peygamber’e rastladığı zaman, elini ve ayaklarını öperdi. (10) Başlangıçta müşrikler arasında yer alan Urve bin Mesut (ra), Kureyş elçisi olarak Medine’ye gelmiş, bu arada ashabının Resul-ü Ekrem’e olan şiddetli sevgi ve bağlılıklarını hayretler içerisinde seyretmişti. Dönüşünde bu izlenimini Mekkeliler’e şöyle anlattı: “Ey kavmim! Andolsun ki ben krallara; Kayser’e, Kisrâ’ya, Necâşî’ye gittim ve andolsun ki hiç birisi adamlarından, Muhammed’in ashabından gördüğü tazimi (saygıyı) görmemektedir. Andolsun ki Muhammed’in ağzından bir tükürük çıksa mutlaka onların birisinin eline düşer, onlar da onu ellerine ve yüzlerine sürüyorlar. Muhammed onlara bir emirde bulunsa derhal onu yerine getiriyorlar. Abdest aldığı zaman abdest suyunu getirmek için nerdeyse birbirleriyle savaşacaklar. Konuştuğu zaman onun katında seslerini alçaltıyorlar; tazim maksadıyla ona dikkatli bir şekilde de bakmıyorlar.” (11) Sefer esnasında kurulan bir tuzak neticesinde müşriklerin eline esir düşen Hubeyb (ra)’ı ağaca asacakları zaman ona: “Allah için doğru söyle. Şimdi sen Muhammed’in senin yerinde olmasını istemez misin?” dediler. O da, ‘Allah’a yemin ederim ki, ölümden kurtulmam için Muhammed’in ayağına bir dikenin batmasını bile istemem’ dedi.” (12)
ASHABDAN SONRA GELENLERİN PEYGAMBER SEVGİSİ Resul-ü Ekrem Efendimiz’e (asm) ashabın bu sevgi ve hürmeti, sonraki kuşaklara da aynen intikal etmiştir. O Habîb-i Ekrem (asm), bütün ümmet-i Muhammed’in gönüllerinde taht kurmuş, ona olan sevgi ve aşklarını, hakkında birbirinden güzel salâvatlar yazarak, şiir, naat ve mevlidler söyleyerek ortaya koymuşlardır. Aslında her gün beş vakit namazın sonunda salli-barik dualarıyla okunan salâvatlar ona olan sevgi ve bağlılığın her gün beş defa tazelenmesi değil midir? İslam tarihinde, en âmisinden en âlimine kadar bütün ümmetin Resûlullah sevgisini gösteren hepsi birbirinden harika yüz binlerle göz yaşartıcı muhabbet levhaları vardır. Sözü fazla uzatmamak için, o ibret levhalarından meşhur olmuş bir kaç menkıbeyi alıyoruz:
SEYYİD AHMED RUFÂÎ HAZRETLERİ’NİN SEVGİSİ Hz. Peygamber’in torunu Hazret-i Hasan (ra)’ın neslinden gelen dört büyük kutuptan biri olan ve Rufâî Tarikatinin kurucusu Seyyid Ahmed Rufâî Hazretleri hacca gitmişti. Medine-i Münevvere’de Resul-ü Ekrem Efendimizin (asm) türbe-i saadetini ziyareti esnasında ona hitaben şu şiiri söyledi: “Uzaktık, toprağını öpmek için efendim, kendim gelemez, vekil ruhumu gönderirdim. Şimdi seni ziyaret nimeti oldu nasib, Ver mübarek elini, dudağım öpsün Habib!” Şiir bitince, birden sevgili Peygamberimizin kabrinden, mübarek elleri göründü. Seyyid Ahmed Rufâî Hazretleri de son derece tazim ve hürmetle Peygamber efendimizin mübarek elini öptü. Orada bulunan herkes, hayretle hadiseyi gördü. Peygamber Efendimiz’in mübarek ellerini öptükten sonra, Kabr-i Şerif’in kapı eşiğine yattı. Ağlayarak, oradaki cemaate; “Üzerime basarak geçiniz!” diye yalvardı. Fakat insanlar o mübarek insana bu hareketi yapmaktan sakındılar. (13)
SEYYİD AHMED YESEVÎ HAZRETLERİ’NİN SEVGİSİ Türkistan’ın büyük evliyası, yetiştirdiği müridlerini göndererek Anadolu’nun İslamlaşmasında çok mühim hizmetleri geçen Ahmed Yesevî Hazretleri, 63 yaşına bastığında Hz. Peygambere olan büyük sevgisinden dolayı “Allah’ın Sevgili Peygamberi 63 yaşında dünyadan ayrıldı. Ben de bundan sonraki ömrümü yer altına kazdığım bu çilehanede geçireceğim” diyerek vefat edinceye kadar uzun seneler boyunca orada inziva hayatı yaşamış, mecburiyetler dışında oradan dışarı çıkmamıştır. (14)
HAZRET-İ MEVLÂNÂ’NIN SEVGİSİ Memleketimizin medar-ı iftiharı olan büyük evliyalardan ve şöhreti bütün dünyaya yayılan Mevlana Hazretleri, Kur’ân’a ve Resûlullah’a olan sevgi ve bağlılığını, “Canım var oldukça, ben Kur’ân’ın kölesiyim. Ben Hz. Muhammed Muhtar’ın (asm) yolunun toprağıyım” diyerek tüm dünyaya ilan etmiştir. Zamanında Konya’da yaşayan büyük evliyadan Sadreddin-i Konevî Hazretleri bir gün şöyle bir rüya görür: “Rüyâmda Fahr-i Kâinât Efendimiz’i gördüm. Yanlarında Eshâb-ı kirâm ile medreseyi teşrîf etmişlerdi. Sofanın ortasına oturdular. Bu sırada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de oraya gelip uygun bir yere oturdu. Peygamber Efendimiz Mevlânâ’ya çok iltifât ettiler ve Hazret-i Ebû Bekr’e dönerek; “Yâ Ebâ Bekr! Ben Celâleddîn ile diğer peygamberlerin arasında öğünürüm. Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile ümmetimin gözleri aydın olur. O benim oğlumdur.” buyurdular. (15)
BEDİÜZZAMAN’IN PEYGAMBER SEVGİSİNE DAİR BEYANLARI Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Hz. Muhammed (asm), getirdiği iman ve İslamiyet nuruyla bizlere kazandırdığı hadsiz nimetler karşısında her türlü sevgi ve minnettarlığa layıktır. Onu ne kadar sevsek, ne kadar minnet duysak azdır. Asrımızda, Peygamber sevgisinin en büyük bir numunesini gösteren ve o sevginin ümmet-i Muhammed’de ziyadeleşmesi adına, Sünnet-i Seniyye, Mucizat-ı Ahmediye, Miraç, Şakk-ı Kamer, Minhacüssünne ve Reşhalar gibi pek çok risaleler telif eden Bediüzzaman Hazretleri bu sırra şöyle işaret eder: “Madem Zât-ı Ahmediye (asm), insanlara olan hadsiz ihsanat-ı İlahiyenin (Allah’ın ihsanlarının) en mühim bir vesilesidir. Elbette Cenab-ı Hak hesabına, hadsiz bir muhabbete (sevgiye) lâyıktır. İnsan, sevdiği zâta eğer benzemek kabil (mümkün) ise, fıtraten (yaradılışça) benzemek ister. İşte Habibullah’ı (Allah’ın sevgilisini) sevenlerin, sünnet-i seniyesine ittiba (uymak) ile ona benzemeye çalışmaları, kat’iyyen iktiza eder (gerekir).” (16)
Üstad Bediüzzaman, burada anlattığı gibi, Resûlullah’ın (asm) getirdiği hidayet nurunun nasıl bir minnettarlık sebebi olduğunu kendi başından geçen gayet latîf bir hatırayla şöyle ifade eder: “Denizli hapsinden tahliyemizden sonra, meşhur Şehir Oteli’nin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet latif tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla cezbedârâne ve câzibekârâne hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından (ayrılmalarından) ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben, o kemal-i neş’e ile cilvelenen o nazenin kavaklara ve zîhayatlara (canlılara) o kadar acıdım ki, gözlerim yaş ile doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları (yok olup ayrılmaları) ihtar ve ihsasıyla (hissettirmesiyle) kâinat dolusu firakların, zevallerin (ayrılıkların) hüzünleri başıma toplandı. Birden hakikat-ı Muhammediyenin (asm) getirdiği nur, imdada yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte, o vaziyete temas eden imdad ve tesellisi için Zât-ı Muhammediyeye (asm) karşı ebediyen minnetdar oldum.” (17)
Resullullah (asm)’a duyulan sevginin en büyük alameti, onun getirdiği bütün her şeye kayıtsız şartsız iman etmek ve onun sünnetini yaşama arzusu ve gayreti içinde olmaktır. Rabbimizden duamız, kalplerimizi habibinin sevgisi ile doldurması ve cümlemizi mahşerde onun etrafında haşr edip ebedî Cennet’te komşu eylemesidir. Kaynaklar (1) Buhari, Cihad, 102 (2) Tevbe Suresi, 128 (3) Rahman Suresi, 60 (4) Ahzab Suresi, 6 (5) Buhari, Tefsir, 302 (6) Buharî, İman, 8 / Müslim, İman, 70 (7) Buhari, Yeminler, 11 (8) Nisa Suresi, 69/ Hayatu’s-Sahabe, c. 2, s. 350 (9) Müslim, Birr, 163/ Buhari, Edeb, 192 (10) Hayatu’s-Sahabe, c. 2, s. 353-354 (11) Hayatu’s-Sahabe, c. 1, s. 135-136 (12) Hayatu’s-Sahabe, c. 1, s. 508-510 (13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-6, s.83 (14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-6, s.102 (15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.147 (16) Lem’alar, 11. Lem’a-Sünnet-i Seniye Risalesi, s. 60 (17) Asayı Musa, Meyve Risalesi, 10. Mesele, s. 59
Bir yanıt yazın