“İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” Hadîs-i Şerîf
Kur’an Kerîm’in birçok ayetinde geçen; “Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir” ifadesi, hayatımızın her anında dikkatli olmamız gerektiği ve her amelimizde manen teyakkuzda olmamız gerektiği hususlarını bize ihtar ediyor. Peki, bu her an müteyakkız olma hali nasıl yakalanabilir? Bu manevî hali bize en güzel ‘ihsan’ kelimesinin manası göstermektedir. ‘İhsan’ın ne manaya geldiğini öğrenebilmek için ise Asr-ı Saadet’e gitmemiz gerekiyor.
Hz. Ömer’den (ra) rivayet olunur ki; “Bir gün Resûlullah’ın (asm) yanında iken bir adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyahtı ve üzerinde herhangi bir yolculuk belirtisi yoktu. Üstelik aramızda onu tanıyan da yoktu. Peygamber Efendimizin (asm) yanına oturdu; dizlerini onun dizine dayayıp ellerini uylukları üzerine koydu. Sonra da; ‘Ey Muhammed (asm)! Bana İslam’ı anlat.’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah (asm) şöyle buyurdu: ‘İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahidlik etmen; namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa haccı yerine getirmendir.’ Bu sözler üzerine adam; ‘Doğru söyledin!’ dedi. Biz ise, adamın hem soru sorup hem de onu tasdik etmesine şaşırdık. Sonra; ‘Bana imanı anlat.’ dedi. O (asm) da; ‘İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve iyisi ve kötüsüyle kadere inanmandır.’ şeklinde karşılık verdi. Adam yine; ‘Doğru söyledin!’ deyip peşinden; ‘Bana ihsanı anlat.’ dedi. O (asm) da şöyle söyledi: ‘İhsan, Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.’ Daha sonra adam; ‘Bana kıyameti anlat.’ dediğinde, Peygamber Efendimiz (asm); ‘Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir.’ dedi. Adam; ‘Öyleyse bana onun alametlerini söyle.’ deyince, şunları saydı: ‘Cariyenin efendisini doğurması ve yalın ayak, çıplak, fakir sürü çobanlarının yüksek binaları yapmada yarıştıklarını görmendir.’ Sonra adam gitti. Bir süre sonra Peygamber Efendimiz (asm) bana soru soranın kim olduğunu bilip bilmediğimi sordu. Ben; ‘Allah ve Resûlü en iyisini bilir.’ dediğimde şunu ifade etti: ‘O, Cibrîl idi. Size dininizi öğretmeğe gelmişti.’” (Müslim, İman, 1-37)
Risale-i Nûr Külliyatında iman hakikatleri, mantıkî deliller ve temsilî hikâyeciklerle izah edilmektedir. Bu izahatı ciddî okumalarla ve mütalaalarla özümseyen herkes, kısa zamanda iman-ı tahkîkîyi elde ederek ‘ihsan’ı yakalayabilir. Ve Cenab-ı Hakk’ı görüyormuş gibi ibadet etmenin manevî zevkini tadabilir.
İşte Cebrail Aleyhisselam’ın gelerek, Peygamber Efendimizden (asm) ‘ihsan’ı anlatmasını istemesi vesilesi ile öğrendiğimiz mühim bir hakikat şudur ki; Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmeliyiz, çünkü biz O’nu görmesek de O bizi görüyor ve Allah yapmakta olduğumuz her şeyden haberdardır. Cenab-ı Hak’tan hiçbir şeyi gizleyemeyiz. Ne gizli yapılan günahlar saklanabilir, ne de niyetim güzel kılıfı ile yapılan yanlışlıklar ve zulümler gizlenebilir. Hal böyle olunca, gizli veya aşikâr, hususi veya umumi, afakî veya enfüsî yaptığımız her amelimizde son derece hassas olmak zorundayız. Efalimizde, etvarımızda ve efkârımızda göstereceğimiz hassasiyet, samimiyetimizin, Allah’ı görüyormuşuz gibi ibadet ettiğimizin ve niyetimizin hayırlı olduğunun da ispatı olacaktır.
Peki, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme şuurunu nasıl elde edebiliriz? Bu şuuru elde etmenin en kısa ve selametli yolu, taklidî olan imanımızı tahkîkî hale getirmekle olacaktır. Tahkîkî imanın temelini ise imanımızı hakkalyakîn derecesinde bir ilmelyakîne çıkarabilmek oluşturmaktadır. Yani her bir iman hakikatine, sanki görüyormuş gibi iman etmek… Mesela cenneti veya cehennenmi şimdiye kadar görmedik ama sanki birkaç metre uzağımızda, gözümüzün önündelermiş gibi varlıklarına inanmamız gerekiyor. Bütün iman hakikatlerine böyle iman eden biri, kolay kolay günaha giremez. Kolay kolay ibadetlerinde tembellik yapamaz. Küfür ve dalalet rüzgârları onu etkileyemez. Şüphe ve vesveseler, onda kalıcı tesirler bırakamaz. İman kılcal damarlarına kadar işler, adeta kalbi, aklı ve ruhu ile birlikte maddî-manevî tüm varlığı iman eder.
Akılların gözlere indiği bu asırda iman hakikatlerinin basit, mantıkî ve herkesin anlayabileceği deliller ve hikâyelerle izah edilmesi, iman-ı tahkîkîyi elde etmenin en kısa ve selametli yolu olarak önümüze çıkıyor. Bu yolu Kur’an’ın manevî bir tefsiri olan Risale-i Nûr’la sistematize eden Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, ‘ihsan’ı yakalamanın yol haritasını çiziyor bizlere. Risale-i Nûr Külliyatında iman hakikatleri, mantıkî deliller ve temsilî hikâyeciklerle izah edilmektedir. Bu izahatı ciddî okumalarla ve mütalaalarla özümseyen herkes, kısa zamanda iman-ı tahkîkîyi elde ederek ‘ihsan’ı yakalayabilir. Ve Cenab-ı Hakk’ı görüyormuş gibi ibadet etmenin manevî zevkini tadabilir.
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın