“Amerika’daki arkadaşlarımdan biri bana, Houston Uzay merkezinde bir laboratuarda bilimsel bir film var, beraber gidelim dedi. Gittik. Film başladığı zaman şöyle bir alt yazı geçiyordu: “Biz başarımızı Tillolu İbrahim Hakkı’ya borçluyuz.” Bir anda şok oldum. Tillo neresi? İbrahim Hakkı kim? Film mi beni izledi, ben mi filmi izledim bilmiyorum. Film biter bitmez arkadaşımla Türkoloji Bölüm Başkanının yanına gittik. Ve ona:
“Hocam ben Türkiyeliyim ama maalesef ne Tillo’yu biliyorum, ne de İbrahim Hakkı’yı tanıyorum, kimdir bu zat?” diye sordum.
Amerikalı olan o hoca şöyle cevap verdi:
“Evladım! Tillo, Siirt ilinin bir nâhiyesidir. İbrahim Hakkı da bundan üç yüz sene önce yaşamış bir Müslüman âlimidir. Bu zat Allah’ın verdiği feyiz ile Kur’ân’dan aldığı verilerle, Ma’rifetname adlı bir eser yazmış. O eserde yer çekim kanunu, ayın dünyaya uzaklığını, dünyanın güneşe uzaklığını, med cezir olayını hepsini matematiksel, fiziksel ve geometrik olarak yazmış çizmiş. Biz aya gitmeden evvel oraya gittik, onun o yıkılmış kütüphanesinden o eserini aldık, tetkik ettik. Ondan aldığımız verilerle aya gittik. Hatta biz hesapladık 7 metrelik bir farklılık çıktı. İbrahim Hakkı’ya göre 7 metre fazla. Biz, bu kadar yanılabilir dedik, ama aya gittik biz yanılmışız.”
“Dekart, Galile, Kopernik, Newton, Lavoisier, Kepler, Wright Kardeşler, Toriçelli, Kristof Kolomb, Vasco de Gama” İlkokuldan başlayarak tanımaya başladığımız bu yabancı bilim adamları tarih kitaplarına bakarsanız, birçok önemli buluşun “ilk” sahibi olarak anlatılırlar. Yüzyıllar önce Semerkant, Bağdat ve İstanbul’dan Latinceye veya Fransızcaya çevirilen bir çok kitapların asıl sahipleri göz ardı edilerek Avrupalı bilim adamları tarafından sahip çıkıldı.
Bedîüzzaman Hazretleri anlatır: “Eskilerde Alo isminde bir adam varmış. Bal hırsızlıyormuş. Ona denildi: “Hırsızlığın tebeyyün edecektir.” O da aldatmak için bir boş petekte yabancı arıları doldurup balı başka yerden hırsızlar, küvarda saklıyordu. Biri sual etseydi, derdi: “Bu, bal mühendisi olan arılarımın san’atıdır.” Sonra da arılarıyla konuştuğu vakit, müşterek bir lisanla “Vız vız jive hingivîn jimin” derdi. Yani, “Tanin sizden, bal benden…”
Aynen bunun gibi batının biz keşfettik dediği birçok şeyi Müslüman bilginler asırlar öncesinden keşfetmiş ama ne yazık ki batılılar Alo’nun yaptığı gibi bunları çalıp sahiplenmişler. Mesela “Newton’dan yerçekimini “ilk bulan” kişi diye bahsederiz. Halbuki yerçekimini ilk keşfeden, bilim adamı, pek tanımadığımız bir Müslüman alimi olan Râzî’dir.
İşte! Bilimsel yönden geri kalmamızdaki kabahat, inkâr ehlinin: “Biz Allah Allah, diye diye geri kaldık. Avrupa top tüfenk diye diye ileri gitti.” dedikleri gibi Kur’ân’a bağlı olduğumuzdan değil, bilakis Kur’ân’ı anlayamadığımızdandır.
Kur’ân bizim bildiğimiz veya bize empoze edildiği gibi yalnız âhirete bakan ve sadece ölenlerin arkasından okunan bir duâ kitabı değildir. Veya Kur’ân her evde manevî bir bekçi gibi duvarda asılması için gönderilmemiştir. Kur’ân fiziktir, biyolojidir, matematiktir, tarihtir, edebiyattır. Kur’ân zikir ve duâ kitabı olduğu gibi astronomidir, jeolojidir. Ama ne yazık ki bizler bu asırda Kur’ân’ın bu cihetlerinden istifade edememişiz!
Mesela, Cenâb-ı Hak Kur’ân’da bize Peygamber kıssalarını anlatıyor. Ama Peygamberlerin hayatlarını tarihsel bir bilgi olsun diye bize uzun uzun anlatmıyor. Peygamberlerin hayatlarında bizim için maddî ve manevî birçok sırlar ve şifreler vardır. Onlara verilen mûcizelerle insanlara yol göstermişlerdir. Her Peygamberin bir mûcizesi, istikbalde olacak bir fennin bir medeniyetin temelini teşkil ediyor.
Mesela:
Âdem (a.s)’ın karasabanla toprağı işleme mûcizesi, bu günkü tarım sektörünün temelini teşkil etmiştir. Âdem (a.s) olmasaydı, kara sabanla toprağı ekmeyi, buğday yapmayı un yapmayı, ekmek yapmayı insanlar nereden öğreneceklerdi.
İdris (a.s)’ın terzilik mûcizesi, bu günkü terzilik ve tekstil sanayinin temelini teşkil etmiştir. İnsanlara elbise yaparak giyinip örtünmesini ilk defa öğreten İdris(a.s)’dır.
Nuh (a.s)’ın gemi mûcizesi, bugünkü gemi sanayinin temelini teşkil etmiştir. Nuh (a.s)’a kadar insanlar suyun üstünde yürümekten istifade edemiyorlardı.
Yusuf (a.s) zamanına kadar saat bilinmiyordu, zaman dilimlemesi yapılmamıştı. Yusuf (a.s), Allah’ın verdiği mûcize ile ilk defa kum saatini yapmıştır. Bugün saat denilince aklımıza İsviçre geliyor. Hâlbuki İsviçre yüz elli sene önce tarih sahnesinde bile yoktu.
Musa (a.s) asasını yere vurup on iki musluklu çeşme gibi su akıtmış. O zamana kadar yer altında nimet olduğu bilinmiyordu. Demek Musa (a.s)’ın o asası bugünkü sondaj sanayinin temeli olmuş. Yer altında su, maden ve petrol olduğunun anlaşılmasına sebep olmuştur. Bu misalleri daha da arttırabiliriz.
Buraya kadar anlattıklarımız, batı karşısında düştüğümüz bir eziklik psikolojisi içerisinde ele alınmış konular değildir. Sadece olanlar anlatılmıştır. Geçmişte ecdadımızın, Kur’ân’dan istifadeyle dünyaya asırlarca yön verdiğini, her cihette olduğu gibi bilim, sanat ve kültür noktasında da insanlara rehberlik yaptığını nazarlara arz etmeye çalıştık. Eğer bizler Kur’ân’a müteveccih olursak yine aynı açılımları yapabilecek potansiyelimizin olduğunu dikkatlere vermek için bu konuyu istifadenize sunduk.
Alıntıdır
Bir yanıt yazın