İnsan ahlâkı sonradan şekillenen bir kavramdır.
Çevrenin etkisi, ailenin terbiyesi zamanla iyi ya da kötü yönde şekillendirir insan ahlâkını. Fakat daha küçük yaşlardan itibaren Hz. Muhammed’in mükemmel bir ahlâka sahip olması bu halin
O’na Allah tarafından verilmiş bir lütuf ve bir mûcize olduğunu gösteriyor. Üstelik Efendimizin ahlâkını şekillendiren ortam tam bir cahiliye devri olmasına rağmen…
Zaman-ı Âdem’den beri insanlığa rehber olmak adına pek çok peygamberler gelip geçmiştir tarih şeridinden. Peygamberler, insanların hem dünyevî hem uhrevî saadetlerini kazandırmak, onları hem manevî hem de maddî cihette terakki ettirmek için Allah tarafından birer vazifelidirler.
Bu mübarek zatların Allah’a elçilik vazifesi yaparken, kimi zaman pek çok tâbileri olmuş, kimi zaman sadece birkaç kişi; kimisinin hiç ümmeti olmamıştır.
Yüce Allah, davalarına ve hakkaniyetlerine delil olmak üzere çeşitli mûcizeler vermiştir onlara. Allah, peygamberlerine verdiği her bir mûcize ile “Bu kul benim vazifeli memurumdur, söyledikleri doğrudur” dercesine inkârcıları imana davet eder. Evet Allah’ın peygamberlerini tasdik etmek ve onları doğrulamak için, devamlı süregelen âdetini değiştirmesi yani onlara mûcizeler vermesi peygamberlerin davalarına en büyük bir delildir.
Nuh (as)’ın gemi mûcizesi, İbrahim (as)’ın ateşte yanmaması, Musa (as)’ın mûcize asası, İsa (as)’ın ölüleri diriltmesi, iştihar etmiş en meşhur peygamberlerin en meşhur mûcizeleridir. Tüm peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed (asm)’in ise mûcizelerinin hepsi çok büyüktür. Diğer peygamberlerin göstermiş olduğu mûcizelerin her birine mazhar olmuştur O (sav). En büyük mûcizesi ise Kur’ân-ı Azimüşşandır. Bundan başka Kamer’i işaret parmağıyla ikiye ayırması, mi’raca yükselmesi, parmaklarından su akması gibi bine yakın mûcizeleriyle de davasını tasdik eder. Lâkin O’nun bir mûcizesi daha vardır ki, Kur’ân’dan sonra davasına delil en büyük mûcizesi odur. Evet peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m)’ın Kur’ân’dan sonraki en büyük mûcizesi yüksek ahlâkıdır. O, ahlâkı davasına delil olan bir peygamberdi. O’ndan başka ne hiçbir beşer ve ne de hiçbir peygamber öyle bir ahlâka mazhar olmamıştır. Peki O’nun ahlâkını mûcizevi kılan ne idi?
Hz. Muhammed’in (sav) ahlâkının mûcize olduğuna en büyük delil, düşmanlarının ve O’nu en iyi tanıyan akrabalarının ve yakınlarının şahsiyetinin mükemmelliğini kabul etmeleridir. Nitekim ahlâkta en önemli bir seciye olan “emin olma, güvenilirlik” sıfatını O’na verenler kendisine iman etmeyen düşmanlarıydı. Müşrikler peygamberlik verilmeden önce söledikleri “Muhammed’ül Emin” sıfatını peygamberlik döneminde de kabul etmişler, can düşmanları bile kıymetli eşyalarını O’na emanet etmekte tereddüt etmemişlerdir. İman etmedikleri halde inkâr da edemedikleri diğer mûcizeleri gibi, gün gibi âşikâr olan “Muhammed’ül Emin’i” de inkar edememişlerdir. Bir insanın yüksek ahlâkını ve şahsiyetini düşmanlarının dahi tasdik edip onaylaması ahlâkının fevkalade oluşuna apaçık bir ispat değil midir?
Hepimizce malûmdur ki mûcizeler, insanları imana getirmek için Allah’ın peygamberlere ihsan ettiği hârikulade hallerdir. Efendimizin (asm) ahlâk mûcizesi de pek çok insanın imana gelmesine ve imana gelenlerinde imanının takviyesine vesile olmuştur. Hz. Hatice annemiz, Hz. Ebûbekir gibi yüksek ruhlu insanlar başka bir delil ve mûcize aramadan peygamberimizin şahsiyetini ve güzel ahlâkını yeterli bularak O’na teslim olmuş ve iman etmişler. Hatta meşhur İsrailoğulları alimlerinden Abdullah ibn-i Selam gibi pek çok zatlar Resul-ü Erkem’in yalnız simasını görmekle “Şu simada yalan yok, şu yüzde hile olamaz” diyerek imana gelmişlerdir. (Kadı İyaz Eş-Şifa 1/207,247)
Rabbimizin biz kullarında görmek istediği güzel ahlâkı, bize anlatan ve bildiren hiç şüphesiz Kur’ân’dır. Kur’ân’ı yaşayan ve fiilen bize örneklik eden de Hz. Muhammed (asm)’dır. Öyle ki Hz Aişe, Efendimizin ahlâkını soranlara “Siz Kur’ân’ı okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’ân’dı” diye tarif etmiştir. (Müslim 1/514 Hadis no: 746) Bir insanın ahlâkının Kur’ân olması mûcize değildir de başka nedir? Allah’ın kelâmı ve emri olan Kur’ân’ı hayatına tam yansıtan, Allah’ın memnuniyetini ve sevgisini tam kazanan olmuş olmaz mı?
Allah, insanın mahiyetine kendi isim ve sıfatlarından küçük numuneler yerleştirmiştir. Nasıl ki hünerli bir san’atkâr olsa, san’atını yaptığı eserler üzerinde hem kendi görmek hem de başkalarına gösterip beğendirmek ister. Rabbimiz de bütün güzel vasıflarını ve sıfatlarını, en güzel kıvamda yarattığı insanda görmeyi ve göstermeyi dilemiştir. İşte güzel ahlâk insanın Allah’ın isim ve sıfatlarını üzerinde yansıtmasıdır.
Güzel ahlâkın bütün çeşitlerini Hz. Muhammed’de en yüksek derecede toplayan Allah, O’nu sûreten en güzel yaratmakla beraber, sireten de insanların en güzeli kılmıştır. O’nun ahlâkı o kadar yüksektir ki; Allah kelamında O’na şöyle hitap ediyordu: “Hiç şüphesiz senin için bitmez tükenmez bir mükâfat vardır. Ve hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem Sûresi, 3-4)
Efendimiz’den başka bu şekilde Allah’ın bizzat övgüsüne başka hiçbir kimse mazhar olmamıştır. Hz. Muhammed’in ahlâkının âyette denildiği gibi bütünüyle yüce olması, O’nun bu halinin mûcize olduğunu bir kez daha gösterir.
İnsan ahlâkı sonradan şekillenen bir kavramdır. Çevrenin etkisi, ailenin terbiyesi zamanla iyi ya da kötü yönde şekillendirir insan ahlâkını. Fakat daha küçük yaşlardan itibaren Hz. Muhammed’in mükemmel bir ahlâka sahip olması bu halin O’na Allah tarafından verilmiş bir lütuf ve bir mûcize olduğunu gösteriyor. Üstelik Efendimizin ahlâkını şekillendiren ortam tam bir cahiliye devri olmasına rağmen… Evet cehaletin son raddeye vardığı bir zamanda mûcizevi bir ahlâka sahip olan, peygamberlikten sonraki ahlâkı nasılsa kırk yaşından önceki hayâtı da öyle temiz ve nezih olan Hz Muhammed (a.s.m) ayette denildiği gibi “Pek büyük bir ahlâk üzere” değil midir?
Peygamber Efendimizin (asm) ahlâkının harikuladeliğini gözler önüne seren bir cihet daha vardır. Güzel huylar elbette birbirine zıt değildir. Fakat her bir huyun en yüksek ahlâk derecesinde bir şahısta toplanması zordur. İyi bir sıfatın ve niteliğin en üst derecede olması başka bir iyi sıfatı zayıflatabilir. Mesela son derce yumuşak huyluluk ile son derece yiğitlik ve kahramanlık, tam bir alçakgönüllülük ile son derece heybet ve vakar, kılı kırk yaran bir adâlet ile son derece merhametlilik, tam bir tutumluluk ile tam bir cömertlik, engin bir sevgi ve şefkat ile yerinde gösterilen hiddet ve kızgınlık…
Birbirine zıt gibi görünen bu güzel huyların bir arada hem de zirve noktada bir şahısta toplanması; bir huy, bir huya engel olmaması harika, mûcize sayılacak bir haldir.
İşte Hz. Muhammed (asm)’ın bütün bu güzel huyları en yüksek derecede şahsiyetinde toplaması O’nun bir mûcizevî yönünü daha ortaya koymaktadır. Hatta iman etmediği halde pek çok doğulu ve batılı bilginler O’nun kemalatını kabul etmişlerdir. Hz. Muhammed o kadar mükemmel bir insandır ki; on dört asır boyunca unutulmamış, kemâlâtı dillerden dillere dolaşmış ve ismi zihinlerde yer etmiştir ve etmektedir de.
Hz. Muhammed’i insaniyette en üst seviyeye çıkaran ve Rabbimize “Habib” yapan sebep hiç kuşkusuz O’nun tamamiyle Allah’ın sevdiği hale bürünmüş olmasıdır. Allah’ın sevdiği bütün güzel huyları üzerinde bulundurması O’nu en sevgili makamına çıkarmıştır.
Demek en yüksek ahlâka mazhar olan, “en sevilen” olmaya hak kazanmıştır.
Bir yanıt yazın