Camları koyu renkli, trafikte düzgünce seyreden bir aracın şoförünü görmediğimiz halde o aracın kendiliğinden hiçbir araca çarpmadan gidemeyeceğini, dolayısıyla bir şoförün varlığını hiç şübhe etmeden kabul ederiz. Hiç kimse o aracın kendi kendine gittiğine bizi ikna edemez.
Uçağa binen bir kimse uçağın varlığını hakkalyakîn hissettiği halde o uçağın uçuş prensiblerini bilmeyebilir.
Yine görmediği bir kurşun ile yara alan bir kimse kurşun yarasını hakkalyakîn hissettiği halde ne kurşunu görmüştür nede kurşunun tabancadan atılması ile ilgili teknik bilgiye sahiptir.
İlmî kitablarımızda çokça geçen bu kelime aslında şeksiz ve tereddüdsüz ilim manasına ilmin sıfatı olarak kullanılır.
Yakîn, gerçeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile yok olmayacak surette sabit ve kat’i olan bir itikad demektir. Yani yakînde arzu edilen gerçeğe uygunluk ve şüphelerden uzak olmaktır.
YAKÎNİN MERTEBELERİ
Yukarıda tarif etmeğe çalıştığımız yakînin yani sabit ve kat’î itikadın tahsili ilim yoluyla olursa ilmelyakîn, gözle görerek olursa aynelyakîn, yaşayarak olursa hakkalyakîn tabir edilir.
Meselâ: Etrafımızdaki insanların ölümlerini müşahede edip istikra yoluyla bizim de öleceğimize inanmamız ilmelyakîn, ölüm meleğini gördüğümüzde ölüm hakkındaki bilgimiz aynelyakîn, ölümü tatdığımızda ise hakkalyakîn olur.
Yine uzakta gördüğümüz dumandan ateşin varlığına olan inancımız ilmelyakîn, yaklaşıp ateşi görmemiz aynelyakîn, ateşin yanına varıp ısısını hissetmemiz hakkalyakîn mertebesine örnek verilebilir. İlmelyakîn, aynelyakîn veya hakkalyakînin hepsinde de elde edilen ilim yakîn yani katiyet ifade eder.
Fark bu yakînin elde ediliş tarzıdır. Ancak ekseriyetle hakkalyakîn aynelyakînden o da ilmelyakînden derece olarak daha üstündür. Bu mertebelerin herbiri diğerinden kuvvet olarak farklı olduğu gibi her mertebenin de kendi içinde hadsiz mertebeleri vardır. Bazen de ilmelyakîn hakkalyakîn mertebesinde bir kuvvet ifade edebilir.
Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nûrlar’ın verdiği imanın hakkalyakîne yakın bir ilmelyakîn olduğunu ifade eder. İmam Ali (ra) de “Perde-i gayb açılsa imanım ziyadeleşmiyecek” diyerek hakkalyakîn mertebesindeki bir ilmelyakîne işaret eder. Hatta İmam Gazalî hazretleri El-Münkızu Mineddalal isimli eserinde çok kuvvetli delillere dayanan bir ilmelyakînin hakkalyakînden daha üstün olabileceğini söyler. Aslında hakkalyakîne yakın ilmelyakînin örneklerini hayatımız boyunca çok defalar müşahede ederiz.
Mesela: Camları koyu renkli, trafikte düzgünce seyreden bir aracın şoförünü görmediğimiz halde o aracın kendiliğinden hiçbir araca çarpmadan gidemeyeceğini, dolayısıyla bir şoförün varlığını hiç şübhe etmeden kabul ederiz. Hiç kimse o aracın kendi kendine gittiğine bizi ikna edemez.
Burada ifade etmemiz gereken bir nokta da şudur. İlmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebeleri birbirinden bağımsız olarak elde edilebilir. Yani hakkalyakîni elde etmek için öncelikle aynelyakîn onu da kazanmak için önce ilmelyakîn gerekmez. Bir insan doğrudan aynelyakîn hatta hakkalyakîni de elde edebilir.
Mesela: Uçağa binen bir kimse uçağın varlığını hakkalyakîn hissettiği halde o uçağın uçuş prensiblerini bilmeyebilir. Yine görmediği bir kurşun ile yara alan bir kimse kurşun yarasını hakkalyakîn hissettiği halde ne kurşunu görmüştür ne de kurşunun tabancadan atılması ile ilgili teknik bilgiye sahibdir.
YAKÎNİN ÖNEMİ
“Biz insanları ve cinleri ancak bize ibâdet etsinler diye yarattık.” meâlindeki âyetten anlaşıldığına göre bu dünyaya göderilmemizin asıl gayesi yaratıcımızı tanımak ve ona iman edip ibâdet etmektir. Ve yakîn ile varlığını ve birliğini tasdik etmektir. Onu tanıyan ve seven hem bu dünyada hem de âhirette hadsiz nimetlere mazhar olur.
Onu hakîkî tanımayan ve sevmeyen dünyada ve âhirette pek çok elemlere mübtela olur. O halde bu dünyadaki en önemli işimiz rabbimizi, halıkımızı tanımak ve onun rızasını kazanmak olmalıdır. Bunun da en yüksek mertebesi şübhesiz ki yakîndir. Bu sebebdendir ki İslâm alimleri müslümanların yakîn mertebesinde bir imana sahib olmalarına çok ehemmiyet vermişler ve talebelerine bu imanı kazandırmanın yollarını aramışlardır.
Ehl-i keşf ve tahkik dediğimiz İslâm büyüklerine göre hakkalyakîne yaklaşan bir imanı şeytanın selbedemez ve böyle bir imanı elde eden inşaallah imanla kabre girer. Çünki şeytan sadece akla şübhe verip tereddüde düşürebilir. Hakkalyakîne yaklaşan bir iman sadece akılda durmayıp kalb, ruh gibi manevi latifelere de sirayet ederek kökleşir. Şeytanın eli oralara yetişemediği için hakkalyakîni elde eden bir kimsenin imanı mahfuz kalıp imanla kabre girebilir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri de mektubatında “Bütün tariklerin varacağı son nokta imanın vüzuh ve inkişafıdır.”,
“Bir tek iman hakikatının vüzüh ve inkişafını binler mevacid ve keramata tercih ederim.” gibi ifadelerle böyle bir imanı elde etmenin asıl gaye olduğunu ifade etmiştir.
YAKÎNİ ELDE ETMENİN YOLLARI
Yukarıda ehemmiyetini anlatmaya çalıştığımız yakîne ulaşmanın temel olarak iki yolu vardır. Birisi kalb ayağıyla süluk edip velayet-i kamile ile, keşif ve şuhud ile yani tasavvuf yoluyla nefsin terbiye edilmesinden sonra kalb gözünün açılmasıyla iman hakikatlerini görerek hatta bir kısmını yaşayarak tasdik etmektir. İçinde bulunduğumuz şu asırda günahların alenî olması, rızıkta helâl ve haramın karışması ve günümüz insanlarının yoğun dünya telaşı içinde ibâdetlere dahi yeterli vakti tam ayıramamaları gibi sebeblerle bu yol hayli müşkilleşmiştir.
Yakîn mertebesine ulaşmanın ikinci yolu ise: Keşif ve şuhuda gerek kalmadan, Kur’a’nın metodu olan hem akıl hem kalbe hitab edip, imana muhalif yolları tıkayarak kuvvetli delillerle zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile iman hakikatlerini tasdik etmektir. Mesela: Bir iğnenin ustasız, bir harfin katibsiz olamayacağını bilen bir kimsenin akl-ı selim ile düşündüğünde bu koca kainatın kendi kendine var olamayacağını anlaması hakkalyakîne yakın bir ilmelyakîn değil midir?
Anne rahmindeki yaratılışı veya kışın ölen milyonlarca canlının her baharda yeniden yaratılışını gören insaflı bir insanın öldükten sonraki dirilişi inkar etmesi mümkün müdür? İşte bu yol herkesin kolayca elde edebileceği, özellikle günümüz insanlarının ihtiyaclarına daha uygun bir metod olarak görülmektedir.
Bediüzzaman Hazretlerinin kaleme aldığı Risâle-i Nûrların esası da bu metoddur. Yüzbinlerce insanın Risâle-i Nûrlar ile imanlarını kurtarması ve yakîn mertebesinde sarsılmaz bir imanı elde etmesi bu metodun günümüzdeki önemini gösteren kafi bir delildir.
Uçağa binen bir kimse uçağın varlığını hakkalyakîn hissettiği halde o uçağın uçuş prensiblerini bilmeyebilir.
Bir yanıt yazın