Bil ki, hiç kuşkusuz Allahu Teala bu insan oluşumunu ruhuyla, bedeniyle ve nefsiyle
kâmil bir şekilde Kendi suretinde yarattı. Ve bu insan oluşumunun çözülmesi, bu
insan oluşumunu yaratandan başkasının elinde değildir. Bu çözülme, ya O’nun eliyle
olur –ki her zaman için bu böyledir– ya da O’nun emriyle olur. Allah’ın emri
olmaksızın bunu üzerine alan kişi hiç kuşkusuz kendi nefsine zulmetmiş, Allah’ın
koyduğu sınırları aşmış ve Allahu Teala’nın mamur kılınmasını emrettiği şeyin
yıkımına yönelmiş olur.
Bil ki, Allah’ın kullarına şefkat göstermek, Allah yolunda gayret göstermekten daha
yakışık alır bir şeydir. Davud aleyhisselam, Beyt-i Mukaddes’i inşa etmeyi dileyip,
onu defalarca inşa ettiyse de inşaatı biten bina her seferinde yıkıldı. Bu durumu
Allahu Teala’ya şikayet edince, Allahu Teala ona şöyle vahyetti:
“Benim bu evim kan
döken bir kişinin iki eli üzerinde ayakta duramaz.” Davud şöyle dedi: “Ya Rabb, ben
senin yolunda kan dökmedim mi?” Hak Teala şöyle buyurdu: “Evet, ama onlar
Benim kullarım değiller mi?” Davud şöyle dedi: “Ya Rabb! Bu ev benden olan bir
kişinin iki eli üzerine inşa edilsin.” Böylece Allahu Teala Davud’a, bu evin, oğlu
Süleyman tarafından inşa edileceğini vahyetti.
Bu hikayeyle anlatılmak istenen, bu insan oluşumunun korunmasıdır — ve hiç
kuşkusuz bu insan oluşumunun korunması onun yıkıma uğratılmasından daha
iyidir. Sen Allahu Teala’nın, din düşmanlarının hayatta kalmaları için cizyeyi ve
barışı farz kıldığını görmez misin? Ve O, “Eğer onlar barışa meylederlerse, sen de
onlarla barışa meylet ve Allahu Teala’ya tevekkül et” dedi [Enfal Suresi, 8/61]. Sen
üzerine kısas vacib olan kişiyi görmez misin? Öldürülenin yakınları bir araya gelip
de bunlardan biri diyete razı olduğu veya öldüreni bağışladığı ve diğerleri ise katilin
öldürülmesini istediklerinde, Hak Sübhanehu, bağışlayan kişiyi nasıl gözetmekte ve
bu kişiyi, bağışlamayan diğer kişilere nasıl yeğlemektedir? Dolayısıyla, kısas yoluyla
öldürmek olmaz. Ve görmez misin ki, Resulallah (sav), katilin kısas yoluyla
öldürülmesine ilişkin olarak, “Onun öldürülmesi, diğerinin öldürülmesi gibidir”
buyurmuştur. Ve görmez misin ki, Allahu Teala, kısasın kötü bir eylem olduğuna
işaret ederek, “Kötülüğün cezası, ona benzer bir kötülüktür..” [Şura Suresi, 42/40]
buyurmuştur — yani, meşru olmakla birlikte kısas, kötü bir fiildir. Ve “..Her kim
bağışlar ve ıslah ederse onun ödülü Allah katındadır” [Şura Suresi, 42/40] — çünkü
(bağışladığı kimse) O’nun sureti üzerinedir. Böylece, her kim bağışlar ve öldürmezse,
bu kişi, (bağışladığı kimsenin) sureti üzre olduğu kimse (yani, Allah) tarafından
ödüllendirilecektir. Bu elbette böyledir, çünkü onu bunun için (yani, Kendi suretini
zahir kılması için) inşa etmiştir. Allah, ancak onun varlığı yoluyla Zahir ismiyle zahir
olduğundan, her kim insan oluşumunu gözetecek olursa, Hakk’ı gözetmiş olur.
Yerilesi olan,insanın ayn’ı değil, kendisinden ortaya çıkan fiilleridir. Ve bir kişinin
fiili, onun –bizim şu anda sözünü ediyor olduğumuz– ayn’ı değildir. Bütün fiiller
Allah’ın olsa bile, bunlardan bazıları yerilir ve bazıları övülür. Kendi hoşuna
gitmeyen bir şeyden dolayı bir kimseyi yermek, Allah indinde yerilesi bir şeydir,
çünkü yerilesi olan ancak şeriatın yerdiğidir. Şeriatın bir şeyi yermesinde bir hikmet
vardır ki bunu ancak Allah veya Allah’ın kendisine bildirdiği kimse bilir. Nitekim
kısas, belli bir fayda için getirildi — ki kısas insan türü için bir korunma ve insan
türüne yönelik olarak Allah’ın sınırlarını aşanlar için bir çekinmedir. “Ey akıl
sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır” [Bakara Suresi, 2/179]. Böylesi akıl sahibi
kimseler şeylerin özünü bilen ve ilahi yasaların ve hikmetlerin sırrına erişmiş
olanlardır.
Vesen Allahu Teala’nın bu insan oluşumunu gözettiğini ve onu koruduğunu
bildiğinde, sen de bu insan oluşumunun korunmasını daha bir gözetirsin — ki
bunda senin için saadet vardır. Çünkü insan henüz hayatta iken, kendisinden
yaratılış sebebi olan kemale erişmesi istenir. Bundandır ki, her kim onu yoketmeye
çalışırsa, yaratılış sebebi olan şeye erişmekten onu alıkoymaya çalışmış olur.
Resulallah’ın (sav) şu sözü ne güzeldir: “Size, düşmanlarınız üzerine varıp onların
boyunlarını vurmanızdan ve onların sizin boyunlarınızı vurmasından daha hayırlı
ve daha yüce olan şeyi haber vereyim mi: Bu, Allah’ı zikretmektir.” Bu demektir ki,
bu insan oluşumunun değerini ancak, kendisinden istenen zikir ile Allahu Teala’yı
zikreden kimse bilir. Çünkü Hak Teala, Kendisini zikreden kişiyle birliktedir ve
birlikte olan, zikreden tarafından müşahede edilir [şuhud]. Ve zikreden kişi,
kendisiyle birlikte olan Hakk’ı müşahede etmeyecek olursa, O’nu zikrediyor
değildir. Çünkü Allah’ın zikredilmesi, kulun her yanına yayınmış olup, zikreden
kişinin yalnızca diline özgü değildir. Eğer kişi yalnızca diliyle zikrediyorsa, bu
durumda yalnızca dil O’nu müşahede eder — ve bu, insanın bir bütün olarak
(Hakk’ı) müşahede etmesiyle aynı değildir. Gafillerin zikrine ilişkin olan bu sırrı
anla! Gerçekte gafil kişinin Allah’ı zikreden parçası hiç kuşkusuz Allah’ın
huzurundadır ve Zikrolunan onunla birliktedir — ve o parça Allah’ı müşahede eder.
Ve gafil olan (parçalar) gafleti dolayısıyla zikredici değildir — böylelikle de Hak, o
gafil olan parçalarla birlikte değildir. Çünkü insan hiç kuşkusuz çoğuldur [kesir], birayn
[ayn-ı vahid] değildir. Bir-ayn olan Hak da İlahi İsimleri ile çoğuldur. Aynı
şekilde insan da (kendisini oluşturan) parçalar ile çoğuldur, bir-ayn değildir. Ve bir
parçanın zikri, başka bir parçanın da aynı şekilde zikrediyor olması anlamına
gelmez. Dolayısıyla Hak, bunlardan zikredici olan parça ile birliktedir ve diğerleri,
gaflet içerisinde olmaklıkla nitelenir. Ve insanda Hakk’ı zikreden bir parça olması ve
Hakk’ın bu parçayla birlikte olması gerekir ki, böylelikle geri kalan parçalar Hakk’ın
inayetiyle korunmuş olsun.
Ve Hakk’ın bu insan oluşumunu “ölüm” olarak adlandırılan şeyle yıkıma yönelmesi,
yoketme değildir, olsa olsa (oluşturucu unsurlar yönünden) ayrışmadır. Ve
böylelikle her parça kendi aslına döner. Hakk’ın dilediği şey, onu Kendine almaktır.
Ve herşey Allah’a döner. İmdi, onu Kendine aldığında, aktarıldığı yurdun cinsinden
–buradaki düzenlenişinden farklı bir düzenlenişle– ona bir düzenleniş verir. Ve
varlığı itidal üzere olduğundan, orası (yani, ölümle aktarılınan berzah alemi) beka
yurdudur. Artık burada ne ölür ne de parçaları bir kez daha ayrışır.
Ateş ehline gelince, onlar sonuçta nimete erişeceklerdir — ama bu nimet ateş
içindedir, çünkü ceza süresinin bitiminden sonra, ateşin içerisinde olan kimseler için
ateşin kızgınlığının soğuk ve selamet olması kaçınılmazdır ve bu nimettir. İmdi,
hakkın yerini bulmasından sonra ateş ehlinin nimeti, ateşe atıldığı sıradaki
Halilullah’ın nimetidir. Çünkü İbrahim ateşi görmekle ve ateşin, ona yaklaşan
kimseyi yakmasının bildik bir şey olduğunu bildiğinden dolayı azap çekti. Ve
İbrahim, o ateş suretinde ve o ateş suretinden kendisine ilişkin olarak Hakk’ın
dilediği şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Ve bu elemin ortaya çıkışından sonra, ateşi –
rengini ve suretini görmekle birlikte– soğuk ve selamet buldu. Oradaki insanlar
içinse ateş olarak göründü. İmdi, bir-olan-şey, bakanların gözünde çeşitlenmiş oldu
— (işte) ilahi tecellinin hükmü böyledir. Dolayısıyla, (ilahi tecellinin hükmünün
böyle olduğunu bildikten sonra) dilersen, Allahu Teala bu şekilde (yani, aynların
aynalarında farklı suretlerde) tecelli eder dersin. Ve dilersen; alem, (Hakk’ın varlığı
aynasında) kendisine bakıldığında (suretlerle) tecellide Hak gibidir, dersin. Böyle
olunca (alem) bakanın kendisinde, bakanın mizacından dolayı çeşitlenir. Ya da
bakanın mizacı, tecellinin çeşitlenmesinden dolayı çeşitlenir. Hakikatte her ikisi de
olabilir.
Eğer ölen veya öldürülen kişi, öldüğünde veya öldürüldüğünde Allahu Teala’ya
dönmeyecek olsaydı, Allahu Teala bir kimsenin ölümüne hükmetmez ve bir
kimsenin öldürülmesini meşru kılmazdı. Hepsi O’nun avcundadır, ölenlerin yitip
gitmesi sözkonusu değildir. Ve Allah, kulun Kendisinden kopup gitmeyeceğini [fevt]
bilmesinden dolayı öldürmeyi meşru kıldı ve ölüme hükmetti. İmdi, Hak Teala’nın
“Her şey O’na dönücüdür” [Hud Suresi, 11/123] sözünde, ölen kişinin O’na
dönmesine işaret edilmektedir ki, O, bu (Kendisine dönen) şeyin ta kendisidir. Yani
O, (“Zahir” İsmiyle yaratılış suretlerinde) tasarruf olunan ve (“Batın” İsmiyle, İlahi
İsimlerin suretlerinde) tasarruf edendir. İmdi, O’ndan, O’nun ta kendisi [ayn]
olmayan hiçbir şey ortaya çıkmamıştır. Ve Hak Teala’nın, “Her şey O’na dönücüdür”
[Hud Suresi, 11/123] sözünden keşf yoluyla anlaşılan budur.
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın