İnsan ne zaman değerli olur? Ne zaman kendisindeki kabiliyetleri, istenen en üst düzeyde kullanır? En büyük engeller, ne vakit insanın gözünde küçülür? Hadiselere karşı mukavemetini sağlayacak güç nedir? Onu insanlık kadar değerli yapacak sır nedir? Bu ve buna benzer soruları ya kendimize sorarız veya bir başkası tarafından bize sorulmuştur.
DUÂ İLE İNSANIN HİMMETİ MİLLETİ OLUR
İnsanların gayreti ve himmeti maksatlarıya doğru orantılıdır. Yüksek/yüce bir maksat için daha fazla gayret gösterilir. Bir âile reisinin gayreti çoğu zaman evladından yüksek olduğu gibi, âdil, çalışkan, halkına karşı şefkatli bir sultanın gayreti de elbette halkından yüksek olacaktır. Çünkü birinin hedefinde âile ferdleri, diğerinin hedefinde halkı vardır. Peygamberler ve onların vârisleri, ümmet/halk için çalışmışlar. Onların hedeflerinde ümmetin, maddi-manevi kurtuluşu vardır. Hayatlarına sığdırdıkları büyük icraatlarının bir kaynağı da budur zaten: “Ümmet için çalışmak.” Yani â’zami gayret. Bu gayeyi bizlere ders veren başta peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)’dır. Çünkü dünyaya teşriflerinde “Ümmetî!” demiş. Miraçta, “Ümmetî!” demiş. Ahirette de herkes kendi dertleriyle uğraşırken yine “Ümmetî!” diyecektir.
Eğer bizler duâlarımızı sadece kendimiz için yapıyorsak gayretimiz de ona göre olacaktır. Çalışmamız da o kadar olacaktır. Çünkü bir ferdin ihtiyaçları elbette ümmetin ihtiyaçlarından daha az olacaktır. İhtiyaçlar az olunca gayretimiz de az olacaktır. Az bir masrafla (gayretle) bu ihtiyaçları görmüş olacağız. Fakat ümmetin selameti için duâ ettiğimizde gayretimiz de ona göre olacaktır.
DUÂ, ‘NOKTA-İ İSTİNAD’IN FARKINA VARMAKTIR
İnsanı çokca çalıştıran sebeplerden birisi de insanın dayanak noktasıdır. Dayanak noktası ne kadar kuvvetli, büyük ve kutsî olursa işlerde de o derece muvaffakıyet elde edilir. Bazen bir ömürde elde edilmeyecek/edilemeyecek netice çok kısa bir sürede, nokta-i istinad vasıtasıyla elde edilebilir. Küçük bir sineğin nemrudu öldürmesi, karıncaların firavunun sarayını yıkması, bir çekirdeğin koca bir ağacın bütün programlarını içinde taşıması ve saklaması gibi.
Duâ eden bir mü’min, bütün mü’minleri (sağ/ölmüş) zikretmekle had ve hesaba gelmez hakikî kardeşlerini hatırlar ki bu kadar fedakâr ve samimi dostların şahs-ı manevîsi kendisine çok büyük bir dayanak noktası olacaktır. Kalbine müraacat ettiği zaman, milyonlarla kardeşi olan ehl-i imanı orada bulacaktır. Kimsesizlikten ve yalnızlıktan kurtulacaktır.
DUÂ DÂVÂDA SEBAT ETTİRİR
İnsanın önüne hasbelkader çok değişik yollar, meslekler, meşrebler çıkar. Herkes kendisine göre birini tercih eder. Hayatına devam eder. Hakkı bulanlar olduğu gibi hak zannıyla batılı koynunda saklayanlar da olur.
İnsanın kabul edip girdiği dâvâsında, şâhitleri ve destekçileri ne kadar fazlaysa o insan o kadar sebat etmeye çalışır. Şahitlerini, kendi kalbinden çıkarıp atmadığı müddetçe kolayca o dâvâdan ayrılmaz/ayrılamaz.
İşte duâ eden her bir kalb, başta yüz yirmi dört bin enbiyâ, yüz yirmi milyon evliyâ ve yüz milyonlar ehl-i imanı duâ vasıtasıyla düşünse, ne kadar haklı bir davada olduğunu anlar. Şâhitlerini, onun nazarından düşüremeyen ve şahitlerin bütün delillerini çürütemeyen bir delil, duâ edeni de dâvâdan kolayca vazgeçiremeyecektir.
DUÂ, KAYBETMEMEMİZ GEREKENLERİ KAZANDIRIR
Sevdiğiniz ve ülfet ettikleriniz elinizden çıktığı zaman yerini ne ile doldurursunuz? Eğer bunlar âile fertleriniz ise ne yaparsınız? Şefkat ve himâyelerini aratmayacak şeyler ararız. Yoksa dayanılması çok müşkil bir halle karşılaşırız. Kendimizi bir anda yapayalnız hissediveririz.
İşte daima kendisiyle beraber ehl-i imana duâ eden bir kalb, bu kaybettiklerine bedel, bütün Müslümanların, küçüklerini kardeş/evlat, yaşıtlarını arkadaş, büyüklerini ebeveyn olarak bulur. Onların, samimi olan muhabbet ve şefkatleri, elimizden gidenlerin acılarını oldukça azaltacak bazen hiç hissettirmeyecektir.
DUÂ, EHL-İ İMANA BÜYÜK BİR YARDIMDIR
Yaşadığımız asırda, tek başımıza imanımızı layıkıyla muhafaza etmek pek müşkilleşmiş. Salih amellerde muvaffakiyet, ziyadesiyle azalmış. Hatta etrafımızda, Allah’ın merhametine güvenerek veya “Sonra tevbe ederim, hem cehennem uzaktır.” “Allah Gafur ve Rahim’dir.” diyerek günahlara girenleri görüyoruz.
İşte bu nazik zaman ve zeminde, küfrün şahs-ı manevisinin her bir mü’mine bütün kuvvetiyle hücum ettiği bir sırada, ehl-i imanın ümidinin kırılmaya başladığı bir yerde, iman kalesinin yıkıldığı bir devirde, her bir mü’min, diğer mü’minlerin iman selameti noktasında gıyabi(arkalarından) olarak duâ etmelidir. Farz-ı muhal hepsi reddedilse, BİR’i kabul edilse, ehl-i iman o duâdan istifade ederler.
DUÂ ŞEFKATİN ANAHTARIDIR
İnsan şefkat sırrıyla evladını sevip esirgediği gibi bütün masum yavrulara da muhabbet eder. Esirgemeye çalışır. Demek şefkatin esasında umûmîlik vardır. Şefkat, kendisinin bir yere tahsis edilmesine müsaade etmez. “İhsan ederek esirgemek” mânâsını ifade eden şefkat, İslâmiyet’in mühim bir esasıdır. Bütün peygamberler ve onların vârisleri olan büyük zatlar hayatlarıyla ve eserleriyle birer şefkat kahramanıdırlar. “Muhammed Allah’ın Resülüdür. Ve onun beraberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler.” (Fetih, 29) Demek şefkat, ehl-i imanı esirgememizi netice verir. Âyetin ders verdiği hakîkati (mü’minlere ihsan ederek esirgemek) imkânımız varsa bizzat, yoksa duâlarımızla onlara yardımcı olmak suretiyle yapabiliriz. Bu zamanda insanların, her şeyden önce, ebedî saadetlerinin anahtarı olan imanlarının takviyelerine ihtiyaçları vardır. Çünkü bütün hakikî saadet ancak imandadır.
Öyleyse şefkat bizden, Müslümanlar için (imanlarının selâmeti için) duâ etmemizi ister. Bunun güzel bir neticesi de şudur: İnsan, sevdiklerinin sevinmesiyle sevinir. Onların saadetleriyle mes’ud olur. Müslümanların dünya ve özellikle âhiret hayatlarında saadetleri ve bahtiyarlıkları için duâ etmek, kazanacakları güzellikleri düşünmek, milyonlarla saadetleri almamıza ve hissetmemize sebep olur.
Bir yanıt yazın