Demek îman mü’mine cenneti kazandırdığı için bir Tûba-i cennet çekirdeğini taşıyor. Belki cennetin bir çekirdeği hükmüne geçiyor. Mü’minin kalbinde bir cennet olarak bulunuyor ve cennetin lezzetini, saâdetini ona tattırıyor. Küfür ise bir zakkum-ı cehennem tohumu olarak cehennemi netice vereceği gibi içinde bir cehennemi bulunduruyor. Ve kâfirin aklında ve kalbinde dünyada dahi o cehennemi ona yaşattırıyor.
Selef-i Salihîn döneminde İslâm’ı yaşamak umumî olduğundan, bir kısmının taklîdî de olsa, herkesin îmanı vardı. Onun için o günkü insanlara Allah’ın varlığını, birliğini anlatmak, cennetin varlığını ve cennet nîmetlerinin lezzetlerini ve mesudâne olan hayatı ile insanları ibâdete teşvik etmek, cehennem ve cehennem azabı ile de insanları günahlardan vazgeçirmek dersi onlara yetiyordu. Nefis, hevâ ve hissiyât haramlarla, günahlarla kuvvet bulup akıl ve kalbi tahakkümü altına alamıyorlardı. Onun için bu gibi bir ders onlara faydalı olabiliyordu.
Şimdi ise dinsizlik ve fenden gelen sapkınlık, sefahat ve ahlaksızlık alışkanlığından ortaya çıkan inada karşı böyle bir dersten, insanların onda belki de yirmide biri ancak istifâde edebilir. İstifâde ettikten sonra da; “Allah, Gafûr-ı Rahîm’dir. Günahları afv eder. Cehennem ise daha uzaktadır” der. Yine haramlara günahlara devam eder.
Evet, insan hâzıra mübtelâdır. Birisine “Hâzır bir kaşık balı mı kabul edersin yoksa beş sene sonra bir kavanoz balı mı tercih edersin?” denilse, hissiyatın fetvasıyla hâzır bir kaşık balı tercih eder. Hem insan hâzır bir tokat eleminden ve bir gecelik nezaretten kaçarak ilerideki bir sene fenâ hapis elemini tercih eder. Demek insan, hâzır lezzeti tercih ettiği gibi hâzır elemden de kaçar.
Başta zikredilen selef-i salihîn dönemindeki ölçüler ile hizmet, îman ve ibâdetin içinde cennet ve cennetin lezzetlerinin dünyada dahi yaşandığı, küfür ve günahların içinde de cehennem ve cehennemin elemlerinin dünyada dahi bulunduğu tam gösterilmiyordu.
Risâle-i Nûr ise îmanın içinde cennet ve ibâdetlerin içinde cennet lezzetleri var olduğunu mü’mine dünyada dahi ispat edip tattırıyor. Hem küfrün içinde cehennem ve günahların içinde cehennem azapları bulunduğunu kâfirin hayatında dahi bunları bizzat yaşadığını aklen, makul bir şekilde ispat ediyor.
ÎMAN İNSANI İNSAN EDER
Mesela “Îmân insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Öyle ise insanın vazife-i asliyesi imân ve duâdır. Küfür ise insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.” Şimdi bu cümlenin ifade ettiği mânâyı ve aynı zamanda bir âyet-i kerimenin de çok hakikatlerinden bir hakîkatine Risâle-i Nûr’un penceresinden bakalım:
“Allah, îman edenlerin dostudur. Onlar zulumâttan (küfür karanlıklarından) nûra (îmâna) çıkarır. İnkâr edenlerin dostları tâğuttur (Allah’ın yerine tuttukları şeylerdir). Onları nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar ateş ehlidirler. Onlar orada ebedî olarak kalcıdırlar.” (Bakara, 257)
Evet küfür ve inkâr, kâfirler için ölümün bir idâm kararı olduğunu gösteriyor. Çünkü kâfir olan, âhiretin geleceğine öldükten sonra dirilmenin olacağına inanmıyor. Onlar bilhassa zararlı olan felsefenin “insanlar bitkiler gibi dünyaya geliyorlar, yaşıyorlar, ölüp gidiyorlar” fikrine inanmakla bu ölüp gitmenin idam olduğunu, yokluk olduğunu kabul ediyorlar.
Hâlbuki herkesçe mâlumdur ki, bir adama beş sene sonra kurtulmak çaresi olmaksızın idam edileceğine dair verilen bir karar, o adam için beş sene müddetince idam hatırına geldikçe o idam kadar elem ve ızdırap çeker. Belki her gün bin defa idam ediliyor ızdırabını yaşar. Dünyanın zevkleri, lezzetleri, ziynetleri, zenginliği o elemleri önleyip saadetine vesile olamaz.
Risâle-i Nûr’da ifade edildiği gibi “Ölüm ve idam nazarında bulunan bir adam sehpanın tezyininden ve süslendirmesinden zevk ve lezzet alamaz.” Aynen öyle de inkâr, ölümün kâfir hakkında bir idam kararı olduğunun belki bütün sevdikleri ve akrabası belki bütün insanlık, belki bütün varlıklar, belki bütün âlem için bir yokluk olduğunu gösterir.
Malûmdur ki insan sevdiklerinin saadetiyle mes’ud ve lezzetleriyle mütelezziz olduğu gibi, elemleriyle müteellim olur. Kâfir, kendi ölümüyle yokluğun elemini her an yaşadığı gibi bütün sevdiklerinin ve bütün insanların ve bütün varlıkların ve bütün âlemin yokluk elemlerini ve ızdırablarını da yaşar.
ÎMAN, İKİ DÜNYADA DA CENNETİ KAZANDIRIR
Sanki küfür, âlemi bütün varlıkların yokluk elemleriyle doldurur; kâfirin beynine, kalbine boşaltır. Daha cehenneme gitmeden dünyada yaşadığı müddetçe o küfrü sebebiyle cehennem azabının elemlerini tattırır.
Küfrün böyle bir neticesi olduğu aklen ve mantıken inkâr edilemeyecek durumdadır. İşte Risâle-i Nûr, küfürde bizzat ve hâl-i hazırda böyle bir cehennem ve elemin bulunduğunu aklı başında olan herkese gösterir. Ve daha aklını kaybetmeyenlerin o küfürden vazgeçmeleri için Kur’ân’dan tereşşuh eden bir hidayet vesilesi olur.
İşte küfrün bu dehşetinden ve eleminden kurtulmak için kâfir ekseriyetle ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Veyahut aklını uyutmaya çalışır. Hatta kâfirler için ölümü hatırlatmak, saydığımız bütün yoklukları hatırlarına getirtecek olduğundan onlar bu hatırlatmayı kendilerine en büyük hakaret kabul ediyorlar.
Îman ise mü’min için ölümün, idamdan bir beraat kararı olduğunu gösterir. Hem o mü’minin, dost, ahbap ve sevdiklerinin, hem bütün insanların, hem bütün mahlûkatın ve umum kâinatın ölümle yok olmaktan kurtulmalarına vesîle olduğunu delil ve burhanlarla ispat ederek gösterir. Ve bütün bunların yokluk zulûmatından ve eleminden kurtulup ebedî var olma nûrunun saadet ve lezzetlerine kavuşacaklarına binaen mü’min hem kendisi ebedî var olmanın lezzetlerinden mütelezziz olduğu gibi bütün sevdikleri olan bu saydıklarımızın da ebediyen varlıkta kalmalarının saadetleriyle mes’ud olur. İman o mü’min için âhirette cenneti kazanmasına vesîle olduğu gibi dünyada da yaşadığı müddetçe cennet lezzetlerini o mü’mine tattırır.
Demek îman mü’mine cenneti kazandırdığı için bir Tûba-i cennet çekirdeğini taşıyor. Belki cennetin bir çekirdeği hükmüne geçiyor. Mü’minin kalbinde bir cennet olarak bulunuyor ve cennetin lezzetini, saadetini ona tattırıyor. Küfür ise bir zakkum-ı cehennem tohumu olarak cehennemi netice vereceği gibi içinde bir cehennemi bulunduruyor. Ve kâfirin aklında ve kalbinde dünyada dahi o cehennemi ona yaşattırıyor.
Netice olarak bu izah tarzı ile Risâle-i Nûr’a baktığımızda bütün muvazenelerin, karşılaştırmaların bu usûl ile gittiğini basit bir tefekkür ile fark edebiliriz. Bu, o denizi gösteren bir katre nev’indendir. Ârif olana bir tek işaret kifayet eder.
Yâ Rabb! Bize îmanı sevdir ve onu kalplerimizin ziyneti yap! Küfür, günah ve isyanlara karşı bize güç ver. Bizleri onlardan uzaklaştır. Âmin. Bihürmeti seyyidil mürselîn.
“Hâzır bir kaşık balı mı kabul edersin yoksa beş sene sonra bir kavanoz balı mı tercih edersin?”
İman o mü’min için âhirette cenneti kazanmasına vesîle olduğu gibi dünyada da yaşadığı müddetçe cennet lezzetlerini o mü’mine tattırır.
Bir yanıt yazın