İlim sıfatına sahip ama sert mizaçlı birisi olsun. Bu zatın sert mizaçlı olmasından kaynaklanan bazı yanlışlarından ve kabahatlerinden dolayı ilmi suçlamak ve mahkûm etmek ahmaklıktır. Öyle de İslâm’ın kutsiyetini daima telkin eden, dinin hükümlerini güçleri nispetinde tebliğ eden ve Müslüman milletler arasında en ziyade hürmet, muhabbet ve merhamete müstahak olan ulemayı, zamana uygun bir ulema olmamalarından kaynaklanan kabahatleri ve günahları ile suçlamak ve o kabahatleri ve o günahları o bîçarelere isnat etmek de ahmaklıktır. Çünkü zararın sebebi, âlimlerin varlıkları değil; zamanın şartlarına uygun vasıflara sahip birer âlim olmamalarıdır. Bu hal de onların bir kusuru değildir ki onlara buğz edilsin.
Zamanın şartlarına uygun âlim yetişmemesinin başlıca sebepleri şöyle sıralanabilir:
- Zeki ve kabiliyetli talebelerin, İslâmî ilimlerin ders verildiği medreselere değil, çoğunlukla sosyal ve fen bilimlerinin ders verildiği mekteplere (okullara) gitmeleri veya gönderilmeleri.
- Zenginlerin, medreselerin geçimine ve maddî ihtiyaçlarının karşılanmasına tenezzül etmemeleri.
- Medresede de intizam, tefeyyüz (feyizlenme) ve mahreç (medrese mezunlarının çalışacağı alanlar) bulunmaması.
İşte bu sebeplerden dolayı medreseler, zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek vasıfta âlim yetiştirememektedirler.
Zindan-ı Atalete Düştüğümüzün Sebebi Nedir?
Hayat, bir mücadele meydanıdır. Şevk, kişinin bineğidir. Himmet (gayretle çalışmak) ise kişinin kıymetini belirleyen bir ölçüdür. Bediüzzaman Hazretleri himmetin yönünün önemi hakkında şöyle demektedir: “Kimin himmeti milleti ise o, tek başına küçük bir millettir. Kimin himmeti nefsi ise o, insan bile değildir.”
İşte himmet, şevk denilen atına binip, hayat denilen mübareze ve mücadele meydanında maksadına koşarken, ayağını kaydırabilecek ve atalete uğratabilecek bazı düşmanlarla karşı karşıya gelir. Bu düşmanlar şunlardır:
Ye’s: Yani bütün kemalâtın engeli ve insanı mezar-ı müteharrik haline dönüştüren ümitsizlik hastalığı. Himmetin manevi kuvvetini kırar. Bu düşmana karşı “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz!”[1] âyetinin kılıcını çekmek gerekmektedir.
Meylü’t-Tefevvuk: Yani birbirine üstün gelmeye çalışma meyli. Hakka hizmet, o hizmeti yapan hâdimlerin birbirlerine zahmet vermemesini, birbirlerinin nefislerini birbirlerine tercih etmelerini, birbirlerine engel olmamalarını, el ele, omuz omuza, ittifak ve ittihat içerisinde hareket etmelerini gerektirir. Fakat bu meylü’t-tefevvuk denilen istibdad, şevk atının üstünde doludizgin maksadına koşan himmetin başına vurur, atından düşürür. Bu düşmana karşı “Allah için olun!” hakikatini göndermek gerekmektedir.
Acûliyet: Yani acelecilik hastalığı. Bu hastalık, himmetin ayağını kaydırır. Çünkü Cenab-ı Hak hikmetinden dolayı bu dünyada bütün sonuçları sebeplere bağlamıştır. Sonuçlara ulaşmak için tek tek sebep basamaklarına basarak yükselmek gerekmektedir. Aceleci kişi ise bu sebep basamaklarına ya hiç basmadan veya üçer beşer atlayarak basarak bir an evvel sonuca ulaşmak ister ve ayağı kayar düşer, maksadına ulaşamaz. Bu düşmana karşı “Sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun!”[2] âyetini siper yapmak gerekmektedir.
Fikr-i İnfirâdî – Tasavvur-u Şahsî: Yani şahsî fikir ve tasavvurlar. İnsan, fıtraten medenî bir varlıktır. Bunun için hem diğer insanların hukuklarını çiğnememekle hem de kendi hukukunu diğer insanların arasında aramak ve çiğnetmemekle mükelleftir. Fakat şahsî fikirler ve tasavvurlar, insanın emellerini dağıtır ve insanı, kendi için yaşayan bir varlık haline dönüştürür. Yani himmetini nefsine döndürür. Bu hastalığa karşı, “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır” hadis-i şerifini çıkarmak gerekmektedir.
Görenek Hastalığı: Başkalarının gevşekliğini görerek, onlar gibi gevşeklik göstermek, âlî himmet kişilerin vasfı olamaz. Başkalarının gevşekliğine bakıp, onları takliden gevşeyenler, Allah’a değil o şahıslara bel bağlamış ve güvenmiş olurlar. Bu ise Allah’a tevekkül hakikatine ters düşmektedir. Bu düşmana karşı “Tevekkül etmek isteyenler, sadece Allah’a tevekkül etsinler (başkalarına değil)”[3]ayetine sığınmak gerekmektedir.
İşi Başkasına Havale Etmek: İnsan fıtraten âciz olmakla birlikte ve nefsine de itimat etmemesi gerekmektedir. Bu hal bazen, kişinin kendisine ait işleri dahi başkalarına havale etmesi şeklinde kendini gösterebilmektedir. Bu durum, himmet ehli kişinin mücahedeyi bırakıp oturması anlamına gelmektedir. Bu gaddar düşmana karşı “Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez”[4] ayetindeki zirve hakikate sığınmak gerekmektedir.
Allah’ın Vazifesine Karışmak: İnsanın vazifesi tebliğdir. İnsanlara kabul ettirmek, muvaffak kılmak, insanları etrafımıza toplamak Allah’ın vazifesidir. İnsan, kendi vazifesi ile meşgul olup Allah’a ait olan vazifelerle meşgul olmaması ve hareketlerini onun üzerine bina etmemesi gerekmektedir. Bu hataya düşmek, gözü tokatlayıp kör etmek gibi bir durumdur. Bu halden kurtulmanın yolu, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”[5] ayeti ile “Efendine efendi olmaya çalışma!” hakikatini rehber etmektir.
Meylü’r-Rahat: Yani rahata meyletmek. Bu hastalık, bütün meşakkatlerin anası, umum rezilliklerin yuvası, himmeti sefillik zindanına atan ve himmetin boynunu vuran sihirbaz bir cellat gibidir. Zira rahat, insana cazip ve süslü görünür. Elde edilesi bir gaye olarak kendini gösterir. Fakat rahat insanı mutlu değil, türlü rezillik ve meşakkatlere atar ve hayatını sefalette bir zindana çevirir. Çünkü insan fıtraten heyecanlı bir varlıktır. Bu fıtratta olan bir insanın rahatı ve lezzeti çalışmakta ve mücadelededir.
Bu sihirbaz cellattın elinden kurtulmanın yolu, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır”[6] ayetinin himmeti altına girmektir.
[1] Zümer Suresi, 53
[2] Âl-i İmrân Suresi, 200
[3] İbrahim Suresi, 12
[4] Mâide Suresi, 105
[5] Şûrâ Suresi, 15
[6] Necm Suresi, 39
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın