Marifetullah Olmadan Kulluk Olmaz!
Allah Teâlâ bizi yaratmış ve imtihan için bu dünyaya göndermiştir. Bizim dünyadaki en önemli vazifemiz, Rabbimizi tanımak ve ona güzelce kulluk etmektir. Kazanacağımız en büyük başarı da Allah’ın rızası ve sevgisine mazhar olmaktır. Böylece dünyada saadeti, ahirette cenneti kazanabiliriz. Ancak bilmemiz gerekir ki Allah’a güzelce kulluk edip şükredebilmemiz için Allah’ı tanımamız şarttır. Allah’ı tanımaya ‘marifetullah’ denir. İyi bir kul olmak ancak marifetullahı elde etmekle mümkündür. Ayarı bozuk bir teraziyle doğru bir tartım yapamayacağımız gibi, bozuk bir inançla, marifetullah sahibi olmadan iyi bir kul olmamız da mümkün değildir. “Salih bir amel ancak sahih bir itikatla mümkündür.”
Mesela, Allah’ın sonsuz bir adalet sahibi olduğunu, her hak sahibine hakkını vereceğini bilen biri titizlikle adaleti gözetir. Allah’ın haksızlığa razı olmadığına ve kullarının hakkını yerde bırakmayacağına iman eden biri kul hakkı yemez, adaletli ve dürüst bir insan olur.
Rabbinin sesini işittiğini, her türlü derdine derman yetiştirdiğini, sonsuz merhamet ve ihsan sahibi olduğunu bilen biri; el açıp Rabbine dua eder. Bütün ihtiyaçlarını yerine getirebilecek, bütün kötülüklerden kendini koruyabilecek Kerim Rabbine sığınıp, tevekkül eder. Korkuları ve endişeleri yerini ferah ve huzura bırakır. Şükreden bir kul olur.
Resul-i Ekrem’in (sav) dersiyle varlıklardaki Allah’ın sanatını keşfeden, o varlıklarda güzelliğini gösteren ve hükmünü gerçekleştiren Allah’ın isimlerini okuyan biri, her an Allah’ın huzurunda olduğunu fark eder. O huzurun edebine uygun hareket eder. İhlâslı ve takvalı bir kul olur.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi insan ancak Marifetullah’la, yani Allah’ı en güzel isimleri ve en yüce sıfatlarıyla tanımakla gerçek bir insan, samimi bir kul, güzel bir ahlak sahibi olabilir. İşte bizim böyle bir marifetullahı kazanmamıza vesile olan, Peygamberimiz (sav)’dir. Cevşen isimli duasında, Yüce Allah’ı, bin bir ismiyle bize tanıtmıştır. Hz. Âdem’den kıyamete kadar kimsenin erişemeyeceği yüksek bir marifetullah dersini bize vermiştir. Onun sayesinde insanlar, Allah’ı hakiki olarak tanıyıp sevmişlerdir. Yüce Allah’ı bu kadar tanıması, elbette onun Allah’a en yakın kul olduğunu ispat eder.
Anlaşılmaz Bir Kitap, Muallimsiz Olsa Manasız Bir Kâğıttan İbaret Kalır
Rabbimizi bize tarif eden üç büyük muarrif (tarif edici) vardır;
Birincisi: Bir kitaba benzetebileceğimiz şu kâinattır. Bu kâinat kitabının tek bir sayfası olan yeryüzünde yaratılan her bir bitki ve hayvan türü de ayrı bir kitaptır. Bir ağaç bir kelime, bir meyve bir harftir. Meyvenin çekirdeği o harfin noktası gibidir. O küçücük noktada koca ağacın programı yazılmıştır. İşte her bir harfinde çok manalar ve hakikatler bulunan, bir noktasında ince kalemle mucize bir kitap yazılan bu kâinat, elbette bize yazarını tanıttırır ve tarif eder. Ancak bilinmelidir ki herkes bu kâinat kitabını doğru okuyup, verdiği mesajları tam anlayamaz. İçindeki derin ve ince manaları çözemez. “Anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa manasız bir kâğıttan farkı kalmaz.” İşte bu kâinat kitabını en güzel şekilde okuyan, Peygamber (sav)’dir. Kâinattaki olayların derinindeki manaları bize ders verip öğreten başöğretmen O’dur. Kâinat onun nuruyla aydınlanmış, manaları onun dersiyle anlaşılmıştır. Bizim ve kâinatın yaratılışındaki gayeler, maksatlar onun Peygamberliğiyle gerçekleşmiştir. Bu sebepten dolayı; taştan, sudan, ağaçtan, hayvandan, insandan tutun ta aya, güneşe, yıldızlara kadar her varlık onun bir mucizesini göstermesiyle peygamberimizi alkışlamış, vazifesini tebrik etmişlerdir.
Kur’an Peygamberimizin En Büyük Mucizesidir
Rabbimizi bize tanıtan ikinci tarif edici Kur’an-ı Kerimdir. Kur’an kırk ayrı yönden mucize oluşuyla Allah’ın kelamı olduğunu ispat eder. Kendi kendine delil olur. Güneş dünyamızdan bir milyon kat büyüklükte bir yıldızdır. Fakat güneşe olan uzaklığımız, dünyayı büyük, güneşi küçük görmemize sebep olur. Ancak işinde uzman bilim adamları, yaptıkları ölçüm ve araştırmalarla güneşin dünyamızdan bir milyon kat daha büyük olduğunu ispatlamışlardır. Öyle de Kur’an’a olan manevi veya ilmi uzaklığımız, Kur’an’ın mucizeliğini, büyüklüğünü anlamamıza engel olabilir. Kur’an’ı inceleyen âlimler ve bilim adamları ise ‘anlayanlara’ Kur’an’ın pek çok yönden mucize olduğunu ve ancak Allah’ın konuşması olabileceğini kesin delillerle ispat etmişlerdir. Pek çok örneklerle açıklamışlardır. Kur’an, mucizeliğiyle Allah’ın kelamı olduğunu ispat ettiği gibi, onu tebliğ eden Peygamberimizin de Allah’ın elçisi olduğuna en büyük bir delil olur.
En Büyük Ve En Parlak Delil
Rabbimizi bize tanıttıran üçüncü tarif edici ise, Peygamberimiz (sav)’dir. Peygamberimiz dünyada dengi olmayan yüce ahlakı, üstün şahsiyetiyle bütün insanlara her zaman en güzel örnek olmuştur. Bugün Amerika’da üniversitelerde yüksek lisans öğrencilerine Peygamber Efendimizin uygulamaları ders olarak okutulmaktadır. İslam toplumu onun sünnetine uyduğu zamanlarda hem maddi hem de manevi olarak yükselmiştir. Ona uymakla dünya ve ahiret saadetini kazanmıştır. İslam tarihi buna şahittir.
O en büyük kumandan, en adaletli idareci, en iyi öğretmen, en ihlâslı kul, en şefkatli aile reisi, en hayırlı komşu, en vefalı dost, en güzel arkadaş, en faydalı insan… Olarak bizlere hep şevk ve ilham vermiştir. Gerçek manada onu tanıyanlar ona hayran olup, aşk derecesinde bir sevgiyle ona bağlanmışlardır. Tarih boyunca ayrı ayrı meslek ve düşüncede binlerce insan, birçok yönden Peygamberimizi incelemiş, hepsi de farklı farklı delillerle aynı sonuca ulaşmıştır: “Muhammed (sav) Allah’ın elçisidir.”
***
İslamiyet’ten önce kendi öz kızını canlı canlı toprağa gömecek kadar vahşi bir toplum onun davetine uymakla bir karıncayı dahi incitmeyecek derecede merhamet kazanmıştır. Irkçılık fikriyle haklı haksız demeden birbirini acımasızca katleden insanlar, ona olan imanlarının kazandırdığı kardeşlik hissiyle sıcacık, samimi dostlar olmuşlardır. İçki, kumar, zina, hırsızlık, faiz ve yalan gibi toplumu mahveden pek çok zararlı alışkanlık onun terbiyesiyle yerini dürüstlük, adalet, yardımseverlik, iffet ve güzel ahlak gibi yüksek sıfatlara bırakmıştır. Toplumu ve insanları yanlış yönlendiren bozuk fikirler, batıl inançlar onun eğitimiyle yerini sağlam bir imana, yüksek bir marifetullaha, nurlu bir hidayete bırakmıştır. Onun peygamberliğiyle medeniyet, ahlak, saadet, adalet, hürmet ve merhamet, bilim, Allah sevgisi tüm âleme yayılmıştır.
O Zat (sav), Allah’ın bize olan sonsuz sevgi, merhamet ve yakınlığını anlamamızı sağlamıştır. Allah’ın bizi cennete davetini haber vermiştir. Bu dünyada Allah’ın kıymetli misafirleri olduğumuzun farkına varmamıza vesile olmuştur. İnsanlık Onunla gerçek kurtuluşu, adaleti, saadeti, hakikati, rahmet ve teselliyi bulmuştur.
O Zat (sav), bize yakıcı bir azap olabilen, bizlere sıkıntı veren, bizi korku ve elemlere giriftar eden ölüm, hastalık, musibet gibi hadiselerin arkasındaki rahmet ve hikmet nurlarını gösterdi. İnananlar için ölümün Cennete açılan bir kapı, hastalığın sabun gibi günahlardan temizlenmeye vesile, musibetlerin az zahmetlere karşılık büyük karlar kazandırdığını müjdeledi.
Küçük kardeşini veya evladını kaybeden biri, onun getirdiği ahirete iman müjdesiyle: “Benim küçük kardeşim veya sevgili evladım cennetin bir kuşu oldu. Orada buradan daha mutlu ve huzurlu yaşıyor” diye teselliyi bulmuştur. Cennette evladına ve sevdiklerine kavuşacağı ümidi onu o yakıcı azaptan kurtarmıştır.
Onun tebliğ ettiği Kur’an’ın ayetleri, getirdiği İslam’ın emirleri insanları o derece derinden etkilemiştir ki adeta kömürü elmas yapmıştır. Buna Hz. Ömer’in İslam’dan önceki ve sonraki hali şahittir. Onun davetine icabet edip ona iman edenler, imanlarının derecesine göre öyle yükselmişlerdir ki, melekler bile, onun hakiki ümmetini hayranlıkla alkışlamışlardır. Onun getirdiği iman ve Kur’an öyle şifalı, nurlu ve rahmetli bir iksirdir ki; akıllara istikamet, kalplere nur, ruha yükseliş, nefislere terbiye, vicdana kuvvet ve hislere doğru yön vermiştir. Onun iksiriyle kıskançlık hayırda yarışmaya, inat hakta sebat etmeye, akıl hikmete, şehvet iffete, bencillik adalete, kibir tevazuya… Yerini bırakmıştır. Böylece insanlar cennete layık bir dereceye çıkmışlardır.
***
Hz. Âdem’den günümüze kadar pek çok peygamber mucizeler göstererek insanları Allah’ın yoluna davet etmişler ve ahiretten haber verip ispat etmişlerdir. İsa (as) ve Musa (as) gibi bütün o peygamberlerin Allah’ın elçisi olduklarını ispat eden ne varsa (üstün ahlakları, gösterdikleri mucizeler, ümmetlerine olan rehberlikleri…) hepsi peygamberimizde daha büyük, daha parlak olarak mevcuttur. Öyleyse insanlık âleminde peygamberlik varsa, bütün peygamberlerden daha açık bir kesinlikle Hz. Muhammed (sav) Allah’ın peygamberidir. Çünkü bir peygamberin özellikleri ve vazifeleri en çok onda görülmüştür. Bu hakikat sadece Müslümanlar tarafından dile getirilmemektedir. Aklın yolu birdir.
Avrupa Kiliseler Birliğinin 10 Mart 1984 tarihinde Avusturya’nın St. Poelten kasabasındaki toplantısında: “Hıristiyanlar Muhammed’i peygamber olarak görebilir mi?” sorusuna cevaben yayınladıkları (112 farklı kilisenin) ortak bildiride:
“Hıristiyanlar Eski Ahit’in peygamber geleneğine saygı göstermelidir. O gelenek insanları tek Allah’a ibadet için tövbeye çağırır. Muhammed’i sahte bir peygamber olarak nitelendirip bertaraf etmeye çalışmak adaletsizliktir. Bu itibarla Hıristiyanlar onu da peygamberlik geleneğinin bir parçası olarak tanımalıdır.” (Witness to God in Secular Europe Geneva 1984, s. 56) kararına varmışlardır.
- Vatikan konsülünde ise (1965) 242 oya karşılık 1763 oyla Hıristiyan âleminin din adamları: “Kilise, hiç şüphesiz Müslümanlara saygı duymaktadır. Müslümanlar yaşayan ve var olan, merhametli ve her şeye gücü yeten, yerin ve göğün yaracısı olan ve insanlarla konuşan tek Allah’a ibadet ederler. Müslümanlar yaratıcıyı tasdik ederler. Ve bizimle beraber, merhametli ve kıyamet gününde insanların hâkimi Allah’a ibadet ederler.” (Richard Bennet “The Papacy and İslam; New Partnership with Müslims”) kararına imza atmışlardır. Bu ifadelerin Hıristiyan din adamlarının ortak görüşünü yansıtması manidardır.
Yukarıdaki beyanlardan da anlaşılacağı gibi Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul edip, ispat eden sadece İslam âlimleri değildir. O zatın peygamberlik delilleri o kadar kesin, o kadar açık, o kadar evrenseldir ki dost düşman herkes onun doğruluğunu tasdik etmişlerdir.
Ey Şanlı Arap! Aşk Olsun Sana, Adaletin Ta Kendisini Bulmuşsun
Peygamberimizin ortaya koyduğu şeriat ve kanunlar 15 asır boyunca İslam âlemini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmiştir. Ümmi bir insanın dünyada bir misli yokken (ki hala yok!) medeni hukuktan ticaret hukukuna, insan haklarından miras hukukuna… Her alanda en mükemmel ve zaman ve zemin üstü bu kanunları yapması ancak en büyük bir mucizedir. Demek o şeriat, bütün zamanları ve mekânları bilen ve gören bir Zatın kanunlarıdır. Peygamberimiz ise onun açıklayıcısıdır.
Muhammed Yusuf Musa, Batılı hukukçuların 1938 yılının Ağustos ayında Lahey’de toplanan Çağdaş Hukuk Konferansına katılan üyelerin İslam hukuku ile ilgili olarak oy birliği ile almış oldukları kararı şöyle nakletmektedir:
- İslam hukuku, yasama kaynaklarından birisidir.
- İslam hukuku, canlıdır ve ilerlemeye elverişlidir.
- İslam hukuku, başlı başına bir hukuk sistemidir ve hiç bir hukuktan mülhem değildir.
Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi adlı eserinde İslam Hukuku ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Müslümanlar, kanuni hükümlerini Kur’an-ı Kerim ile Hadis-i Şeriflerden almışlardır. Müslümanların İslamiyet’in çıkışından itibaren gerek Kur’an-ı Kerim’i ve gerek hadis-i şerifleri ezberlemeye ve öğrenmeye ne kadar önem verdiklerini daha önce göstermiştik. Binaenaleyh o zamandan sonra iki, üç asır geçmeden İslam kanun ve nizamları kemal mertebesine erişmiş ve fıkıh ilmi meydana gelmiştir. Fıkıh, dünyanın en yüksek kanuni hükümlerini kapsar. Müslümanlar nasıl süratle dini kurup yaydılar ise, bunda / fıkıhta da öyle bir süratle muvaffak olmuşlardır.”
1789’da ilk defa neşredilecek olan İnsan Hakları Beyannamesini hazırlayan ilmi heyet, bütün Avrupa hukukunu ve dinlerini incelemiş, fakat aradıkları prensipleri bulamamışlardır. Bu kez İslam Fıkhını incelemeye almışlar ve aradıklarını tam ve kâmil manasıyla bulmuşlardır. 17 maddeden ibaret olan bu ilk insan hakları beyannamesini hazırlayan heyette bulunan General Lafayette, İslam Hukukundaki zenginliği ve hürriyeti görünce bu dinin yüce peygamberine karşı hayret ve takdirini tutamayarak:
“Ey Şanlı Arap! Aşk olsun sana, adaletin ta kendini bulmuşsun”[1] diye haykırmıştır.
Biz kesin olarak inanıyoruz ki aklın ve bilimin hâkim olduğu bu yüzyılda cehalet karanlıkları, ön yargılar ve taassuplar ortadan kalkacaktır. Her davasını akli ve nakli delillerle ispat eden, bilim ilerledikçe doğruluğu daha da anlaşılan İslamiyet en parlak şekilde dünyaya hâkim olacaktır. İnsanlık bilimde, hukuk ve medeniyette, insanlık ve değerler eğitiminde ilerledikçe peygamberimizi doğru anlayacaktır. Ve ona hakkını teslim edecektir. Bu Allah’ın hak bir vaadidir.
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın