“Bahr-i muhit-i kainat da, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahate alışan kürre-i arz, ahalisini alır, gider, mahşer meydanına boşaltır. Hem her otuz üç metrede bir derece-i hararet tezayüd ettiği delaletiyle, merkez-i arzda bulunan cehennem ateşinin Hadisce beyan olunan derece-i hararetine muvafık iki yüz bin derece-i harareti taşıyan ve Hadisin rivayetine göre, dünyada ve berzahta büyük cehennemin bazı vazifelerini gören ateşini cehenneme döker. Sonra emr-i İlahi ile daha güzel ve baki bir surete tebeddül eder. Ahiret âlemin den bir menzil olur.” (Mektubat Mecmuası – 1, Sayfa 12)
Dünyanın yaratılışı üzerinden ne kadar bir zaman geçtiğine dair, bilim adamları bazı süreler verseler de kesin olan bir şey var ki; o da dünyanın önce bir ateş topu olduğu ve zamanla soğuyarak dış kabuğunun oluştuğu ancak içinin hala sıcak olduğudur. Hiçbir ilmi araştırma yapılmasa bile, sadece patlayan ve içinden lav püskürten yanardağlara baktığımızda bile bu durumu kolaylıkla anlayabilmekteyiz. Dünya yüzeyinden iç kısımlarına doğru inildikçe her otuz üç metrede, sıcaklık bir derece artmakta ve dünyanın merkezindeki sıcaklık binlerce dereceyi bulmaktadır.
Dünyanın kabuğunun üzerinde denizler, ormanlar, mamur şehirler varken, dünyanın içi hiçbir canlının yaşayamayacağı derecede sıcaktır. Bu durum, bize ahiretin küçük bir numunesinin dünyada -gözümüzün önünde- mevcut olduğunun da bir delili olmaktadır. Cennette va’d edilen nimetlerin gölgeleri ve numuneleri yer kabuğunun üstündeyken; cehennemin küçük bir numunesi -belki tohumu hükmünde- olan magma tabakası, yerin altında dünyanın merkezindedir. Bu sebeple aslında dünyada, cennet ve cehennemin birer küçük örneğini, numunesini ve gölgesini görmekteyiz. Ta hakikilerinin varlığına; gören gözler için, hisseden kalpler için ve düşünen ve akleden kafalar için birer delil olsun.
Geçmiş zamanda ahlaksızlığı ile meşhur İtalya’nın Pompei şehrinin Vezüv Yanardağı’nın patlaması ile yerle bir olması ve insanlarının ahlaksızlıkları üzere helak olduklarına dair rivayetler, büyük cehennemin bazı vazifelerinin dünyadaki küçük cehennem tarafından görüldüğünün delilleri arasında yer almaktadır. Yine 14 Nisan 2010’da İzlanda’da patlayan Eyjafjallajökull Yanardağı, Kuzey Avrupa’da günlerce uçak seferlerinin yapılamamasına sebep olmuştur.
Ahirete nisbetle dünya, Cenab-ı Hakk’ın yanında sinek kanadı kadar dahi değer taşımaz. Fakat bu hal, geçiciliği ve günahlara sevk eden yönü itibariyledir. Yoksa Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini üzerinde taşıması ve göstermesi cihetiyle bizim için gayet kıymetdar ve önemlidir. Aynı zamanda dünya mevcud haliyle, hem kıyametin, hem öldükten sonra tekrar dirileceğimizin ve hem de cennet ve cehennemin varlığının bir delili olduğu cihetle de bizim için kıymetdardır. Bu iyi ve hayır cihetleri sebebiyle ve ahiretin tarlası olması hasebiyle, kıyamette parçalanıp dağılması ve hakikat noktasında olmasa da zahirde yok olması, elbette ki bizlere hüzün verecektir. Ancak Risale-i Nur Külliyatından Mektubat Mecmuasında geçen şu izahat dünyanın parçalanıp yok olmayacağını, daha güzel bir surete dönüşüp ahiret âleminde bir menzil olacağını bizlere gösteriyor:
“Bahr-i muhit-i kâinatta, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahate alışan küre-i arz, ahalisini alır, gider, mahşer meydanına boşaltır. Hem her otuz üç metrede bir derece-i hararet tezayüd ettiği delaletiyle, merkez-i arzda bulunan cehennem ateşinin Hadisçe beyan olunan derece-i hararetine muvafık iki yüz bin derece-i harareti taşıyan ve Hadisin rivayatına göre, dünyada ve berzahta büyük cehennemin bazı vazifelerini gören ateşini cehenneme döker. Sonra emr-i İlahi ile daha güzel ve baki bir surete tebeddül eder. Ahiret âleminden bir menzil olur.”
İçindeki ateşi cehenneme dökecek olan dünya, Cenab-ı Hakk’ın izniyle daha güzel ve daimi bir şekle dönüşüp, tabir-i caizse ahirette bir konaklama yeri olacak. Belki de cennet ehline bir ziyaretgâh olacak.
Hayatımızı geçirdiğimiz, acı-tatlı birçok hatıralarımızın olduğu ve en önemlisi de başta Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi olmak üzere Din-i İslam’ın mübarek mekânlarına ev sahipliği yapan dünyayı bir konaklama yeri, bir ziyaretgâh gibi ahirette de görmek istemez miyiz? Elbette ki, cennet ehli, Hz. Âdem’den (as) kıyamete kadar gerçekleşmiş ve gerçekleşecek olan iman-küfür mücadelesine sahne olan mekânları tekrar görmek ister. Helal dairesindeki hatıraları yâd etmek, dünyevi ve zararsız bir lezzet olduğu cihetle, bunun çok daha güzeli ve mükemmeli, diğer bütün nimetlerde olduğu gibi cennette ehl-i imana nasib olabilir.
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın