Peygamberimize soruldu:
-Amellerin hangisi daha faziletlidir ?
Buyurdular ki:
-Güzel ahlâk!
Ahlâk kelimesi Arapça ‘hulk’ (huy-yaratılış) kelimesinin çoğuludur. İnsanın iyi veya kötü tavır ve hareketleri, insanın doğuştan getirdiği veya daha sonra çevreden kazandığı zihnî ve rûhî hâllerini ifade eder.
İslâm’da hedef, îmânın insanı güzel ahlâka yönlendirmesidir. Peygamberimiz: “Kıyâmet günü, amellerin tartıldığı teraziye konacak şeylerin en ağırı Allah korkusu ve güzel ahlâktır.” buyurdular.
Cenâb-ı Hakk, insanı en mükemmel ve en mükerrrem bir sûrette yaratmıştır. Bir başka deyişle diğer canlılardan çok üstün özelliklerle donatmıştır. Maddî ve manevî yönden en seçkin varlık insandır. Bu seçkinlikle beraber vazife yönünden de en üstün ve en sorumlu olan varlık yine insandır. Allah’ın verdiği güzellikleri, huy ve ahlâkını güzelleştirerek kendini tamamlamak insana verilmiş bir görevdir.
Bütün din ve peygamberlerin ortak gayesi insanların güzel ahlâk sahibi olmalarıdır. Peygamberler, başta kendilerinde güzel ahlâkı yaşayıp, göstermekle bu gayelerine ulaşmaya çalışmışlardır. Peygamberimiz de ahlâkın en güzeline erişmiştir. Bu gerçeği Peygamberimiz; “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” hadîsinde dile getirmişlerdir.
O (ASM), RAHMET PEYGAMBERİDİR
Peygamberimiz (asm) insanların en yumuşak huylusu ve en bilgilisi, insanların en cömerdi, fakir ve kimsesizlerin koruyucusudur. Peygamberimiz, kesinlikle dünya malı biriktirmez, Allah’ın verdiğinin bir günlüğünden fazlasını yanında durdurmaz fakirlere dağıtırdı. Bir peygamber olmasına rağmen çok mütevazı idi.
Mekke’nin fethinde yanına gelen ve korkusundan titreyen bir bedeviye karşı: “Korkma, ben de güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” diyecek kadar alçak gönüllüydü.
Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: “Bir savaşta, kâfirlerin yok olmaları için duâ buyurmasını söyledik.” Buyurdu ki: “Ben lânet etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben rahmet için gönderildim.”
Peygamberimizin rahmet ve merhamet peygamberi olması Kur’ân’da meâlen şöyle zikredilmiştir: “Biz seni, ancak âlemlere rahmet (iyilik) için gönderdik.”1
“Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü O, size çok düşkün mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.”2
Peygamberimizin şefkat ve merhametine bir örnek de Taif seferinde maruz kaldığı kötü muamele ve çirkin saldırılara karşı takındığı tavırdır.
Taifliler, iki cihan saadetine kavuşmaları için Peygamberimiz (asm)’ın yaptığı çağrıya olumsuz cevap verdiler. Bununla da kalmayıp, beldelerinde misafir olarak bulunan İki Cihan Güneşi (asm)’a ve Hz. Zeyd (ra)’a karşı ayak takımını, sokak gençlerini ve köleleri kışkırtarak taşa tutturdular. Resûlullah (asm)’ın mübarek ayakları kana bulandı. Taşların açtığı yaraların acısı yürümesine engel olur hale geldi. Hz. Zeyd’in bütün çabalarına rağmen peygamberimizi kan revan içinde bıraktılar. Bu olay üzerine Rabbimiz, Habîbinin yanına Cebrail (as)’ı gönderdi. Cebrail (as), bir bulutun içinden Peygamberimize seslendi:
“Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin.”
Fakat, şefkat ve rahmet kaynağı, Kur’ân’ın ifadesiyle “Âlemlere rahmet olarak gönderilen” O mübarek Resûl’ün arzusu başka idi. Emrine âmâde olduğunu bildiren dağlar meleğine Peygamberimiz şöyle karşılık verdi:
“Hayır, ben böyle bir şey istemem, istediğim tek şey, Hakk Tealâ’nın bu müşriklerin neslinden, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibâdet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır.”
Peygamberimizin engin hoşgörüsü ve okyanuslar gibi çağlayan merhametine bütün hayatı şahittir. Burada bahsettiğimiz olaylar, aktardığımız hadîs ve âyetler birer numûnedir. Kur’ân ahlâkına sahip olan Peygamberimiz, elbette ki merhametlilerin en merhametlisi olan yüce Rabb’imizin “Rahmân ve Rahîm, Gaffâr ve Settâr” gibi iyiliği gerektiren isimlerine en fazla mazhar olan kişidir. Bu mazhariyetini hayatının bütün safhalarında göstermiştir. Rahmet Peygamberi sıfatına zıt en küçük bir hareketi olmamıştır. Çünkü hareketlerini ve bu hareket ve davranışlarındaki ölçüyü Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz belirlemiştir.
DİN GÜZEL AHLÂKTIR
İnsana verilen nimetlerin en üstünü îmandan sonra, mizanda en ağır geleni güzel ahlâktır. İnsanların en hayırlıları iyi ahlâka sahip olanlarıdır. Ahlâk itibarıyla insanların en üstünü olan ve Rabbimiz tarafından terbiye edilen ve devamlı duâlarında kötü ahlâktan Allah’a sığınan Sevgili Peygamberimiz, güzel ahlâka sahip olanları sever ve insanlara güzel ahlâkla muamele edilmesini isterdi.
Peygamberimiz bir hadîslerinde: “Din güzel ahlâktır”. Diğer bir hadîslerinde: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuşlardır. Evet, din güzel ahlâktır. En güzel ahlâka sahip olan zât da, insanlara her yönüyle en mükemmel örnek, en büyük rehber olan Hz. Muhammed’dir. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: “Muhakkak ki sen yüce bir ahlâka sahipsin.”3 Evet bütün ümmet, hatta düşmanları da dahil bütün insanlar peygamberimiz Hz. Muhammed’in güzel ahlâkı üzerinde aynı görüştedirler.
Peygamberimiz hem sûret hem de sîret itibarıyla en güzel, en mümtaz bir şekilde yaratılmıştır. Ahlâkının güzelliği yüzüne aksediyordu. Siması, davranışları, sözleri birbirine paralellik arz ediyordu. Mübarek yüzünü görenler, tatlı sözünü işitenler, güzel davranışına maruz kalanlar, hemen peygamberimize karşı bir sevgi, bir muhabbet beslemeye başlıyorlardı. Hatta güzel ahlâkı yüzünde o derece aksediyordu ki, Medine Yahudilerinin ünlü âlimi Abdullah bin Selam, Medine’ye yeni gelen Peygamberimizin yüzünü gördüğünde: “Bu sîmada yalan olamaz. Gerçekten bu bir peygamberdir.” diyerek Müslüman olmuştur.
Peygamberimizin ahlâkı Kur’ân ahlâkı idi. Hz. Âişe ve sahâbeler Hz. Peygamber’i tarif ettikleri zaman: “O’nun ahlâkı Kur’ân ahlâkı idi.” derlerdi.
Yani Kur’ân’ın beyan ettiği güzel ahlâkın en güzel örneği Hz.Muhammed’dir. Kur’ân’ın emrettiği güzel ahlâkı en önce yaşayan, hayatına geçiren, ondan sonra insanlara ders veren ve güzel ahlâk üzerine yaratılan O’dur. Peygamberimiz, kendisini Allah’ın en güzel bir edep ile edeplendirdiğini beyan etmiştir. Peygamberimizin her hâl ve hareketi vahye göre şekillenmekte idi.
PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEK AHLÂKINA MİSALLER
Adâlet konusunda ‘örnek şahsiyet’ peygamberimiz, ‘örnek toplum’ sahâbeler, ‘örnek asır’ asr-ı saadettir. O zaman bu konuda sözü Hz. Peygamber’e asr-ı saadete ve sahabelere bırakmamız, bizim yapacağımız açıklamalardan daha doğru ve etkili olur kanaatindeyiz.
Dünyayı nurlandıran, İslâm âleminin güneşi Hz. Muhammed (asm) ve arkadaşlarının ‘adâlet’ konusundaki güzel davranışlarından iki misâl verelim:
1- Abdullah b. Ebî el-Eslemî şöyle anlatıyor: Bir Yahudiye dört dirhem borcum vardı. Beni Hz. Peygamber’e şikayet ederek: “Ey Muhammmed! Bu adamda dört dirhem alacağım var; fakat vermiyor.” dedi. Hz. Peygamber de bana “Bu adamın hakkını ver!” diye emretti. Bunun üzerine ben: “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ona verebilecek hiçbir şeyim yoktur.” dedim.
Hz. Peygamber yine: “Onun hakkını ver!” buyurdular. Ben de tekrar: “Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki verecek gücüm yoktur.” dedim. Ve şöyle ekledim: “Duyduğuma göre Hayber’e gidilecekmiş müsaade edin de oradan ganimet alıp dönünceye kadar bu borcu erteleyelim” dedim. Ancak Hz. Peygamber bu kez de: “Onun hakkını ver!” dediler.
Hz. Peygamber üç kere emrettiler mi artık o konuda ısrar edilemezdi. Böylece dışarı çıktım ve doğruca pazara gittim. Sırtımda bir hırka ve başımda da bir sarık vardı. Sarığımı çözüp peştamal gibi belime bağlayarak kürkümü çıkardım. Peşimden gelmekte olan Yahudiye, “Borcum olan dört dirhem yerine bu hırkayı alır mısın?” dedim. O da kabul etti ve böylece hırkamı ona verdim.
O sırada oradan ihtiyar bir kadın geçiyordu. Bizi gördü ve yanımıza gelerek bana: “Ey Allah Resûlü’nün arkadaşı! Bu hâlin ne?” Diye sordu. Olan biteni ona anlattım. O zaman kadın, üzerindeki hırkayı çıkararak benim sırtıma attı ve: “Al bu hırka da senin olsun!” dedi.4
2- Bir zaman bir göçebe (bedevi) Arap, Hz. Peygamber’e gelerek ondan alacağını istedi. Hz. Peygamber’i çok sıkıştırdı ve hatta “Alacağımı ödeyinceye kadar yakanı bırakmayacağım” dedi. Orada bulunan sahâbeler onu bu yaptığından vazgeçirmek amacıyla “Azap olunasıca! Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedilerse de bedevi “Ben hakkımı istiyorum!” dedi. Hz. Peygamberse ashâbına: “Hak sahibinin yanında yer almanız gerekmez miydi?” buyurdular.
Hz. Peygamber daha sonra Havle binti Kays’a haber göndererek “Eğer elinde hurma varsa bize biraz borç versin. Hurmalarımız geldiğinde borcunu öderiz.” dedi. O da “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resûlü!” dedi ve Hz. Peygamber’in istediği kadar hurma gönderdi. Böylece Hz. Peygamber bedevinin borcunu fazlasıyla ödedi. Bunun üzerine adam “Sen nasıl borcunu hakkıyla ödediysen, Allah da sana hakkıyla mükâfat versin!” dedi. Hz. Peygamber de şöyle buyurdular:
“İnsanların en hayırlısı onlara hakkını verendir. Hak sahiplerinin haklarını zahmetsizce almadığı bir millette hayır yoktur ve o millet iflah olmaz.”5
Enbiya, 107 Tevbe, 128 Kalem , 4 Kenz, c.3. ,s.181, İbn-i Asâkir Tergıb, c.3. , s.271, İbn-i Mâce
Bir yanıt yazın