Herkesin ağzında bir stres! Herkes ayrı bir stres! Ne hadise olsa insanın karşısına çıkarılan bir kelime! Eskiden stres diye bir kelime yoktu. Yoktu da karşılayacak bir kelime de mi yoktu? Bu arada merak ettim lügate baktım. (Lütfen lügate çokça bakalım!) Türk Dil Kurumu ‘ruhsal gerilim’ diye tanımlamış stres kelimesini. Kubbealtı lügati ise, ‘İnsanın zihin ve beden faaliyetlerini kesintiye uğratan her türlü psikolojik veya fizyolojik gerginlik, bunalım.’ diye almış. (Bu arada Kubbealtı Lügati internet sitesinden de hizmet veriyor, bilginize!)
Dünyamıza stres kelimesi girmezden önce pek çok kelimemiz varmış aslında bu duygu hallerini anlatan. Hani yağmur bizde bardaktan boşanırcasına yağarken, İngiltere’de kedi köpek gibi yağar ya, onun gibi bir şey. Yani herkes kendisini ve kendine ait olanı, yine kendinden ve yaşaya geldiklerinden bahisle tanımlar. Elbette ona göre de ruh hali olur. Yani sıkıntı da selamet de kendindendir. Gözü ağrıyan adam baytara gitmez. Binaenaleyh bizim halimizi de stres kelimesi karşılayamaz.
Aşağıda bugün stres kelimesinin içine hapsettiğimiz fakat esas itibariyle bizim kültürümüzle birlikte kelime ve konuşma dünyamıza ulaşan / ulaşamayan kelimeleri kaydettik. Ta ki bizi bizim kelimelerimizle tanıyalım istedik. Bu vesileyle –her anlamda- çözümü de dışarıda değil, kendimizde bulalım dedik. İşte kelimelerimiz:
Dert | Yeis | Sıkıntı | Enduh | Izdırap | Teessür |
Gam | Tasa | Endişe | Küduret | İnkisar | Vehim |
Kahır | Mihnet | Kasvet | Hüzün | Kâbus | Buhran |
Keder | Elem | Nedamet | Hüsran | Hafakan | Matem |
Gussa | Üzüntü | Melâl | Hicrân | Teessüf | Gaile |
Buradan sonra bu kelimeler hangi cümlelerde nasıl yer etmiş onlara bakalım. Stres kelimesiyle karşıladığımız farklı durumları hangi kelimelerle ne şekilde kaydetmişiz onları görelim.
Dert: Dertli bir adamın, tereddüt ve dumanlarla dolu bir gönül evi vardır, derdini dinlersen o evde bir pencere açmış olursun. (Hz. Mevlana)
Gam: Derya-yı gama kenar yoktur. (Şeyh Galip)
Kahır: Hak etmeyen sevgilinin uğruna, göze aldığın kahır ve çektiğin sabır; sonunda ellerinden, var olan sevgini de alır.
Keder: Kadere iman eden, kederden emin olur.
Müslümanlara gam, tasa, keder, endişe (stres) yok diyordu batılılar. Neden? Cevabı da kendileri veriyordu: Onlar Allah’a tevekkül ederler. Tevekkül derken yanlış anlaşılmasın. Bununla ilgili olarak da şu cümleyi kaydetmemiz gerekecek. “Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakk’dan bilmek, neticeleri ondan istemek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.”
Devam edelim, bugün stresle karşıladığımız hallere ait bizdeki diğer kelimelere…
Gussa: Bî-namâzın mürüvveti kem olur / Meclisi mahz-ı gussa vü gam olur (Âlî Mustafa Efendi)
Bugün stres denen sıkıntının kaynaklarından birisi de namazsızlık. Bakınız Rabbimiz Kur’an’da ne buyuruyor: “O halde sabır ve namaz ile (Allah’dan) yardım isteyin!” hadiseye stres diyen, çözüm için namaza nasıl ulaşacak. Stres kelimesi bizi bize ve kültürel, imani kodlarımıza taşıyabilir mi? Onları tedai ettirebilir mi? Devam…
Yeis: İnsanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir ve yeis, mâni-i her kemâldir. (Bediüzzaman)
Evet, yeis önemli bir problem, emel ise ehemmiyetli bir anahtar. Peki, emeli canlandıran ve bizi ümitlendiren şey nedir? En başta Allah’a ve ahirete iman!
Tasa: Bin tasa bir borç ödemez.
Mihnet: Hîleyle iş gören kişi mihnetle can verir. (Neylî)
Elem: Bazen muvakkat bir lezzet, dâimî elem verir.
Kâinatın ve içindeki bütün güzelliklerin üzerinde fena ve fanilik damgası vardır. Sevdiğimiz o güzellik, ya eskir ya pörsür ya da bize karşılık vermez, verse de bizim meftun olduğumuz o güzellik çabuk söner. Demek bize verilen bu kalp o fena ve fani güzellikler için değil, ebedi ve solmayan bir güzelliği sevmek için tahsis edilmiştir.
Biz suiistimal edip Allah’a tahsis edilmiş kalbimizi fani mahlûkata tevcih edersek, bunun tokadını hem burada hem ahirette yeriz. Kalbimizdeki bu hastalığı tedavi etmenin yolu ise iman ve tefekkür üzerinde yoğunlaşıp, o güzellikler üzerinde fanilik damgalarını okuyarak sevgi ve aşkımızı gerçek sahibine tevdi etmektir.
Üzüntü: Nasıl ki meyve, eğer ağacı bilinmezse, nimet bu meyveye hâs kalır ve yenmesiyle biter. Kaybolmasından dolayı bir üzüntüye sebep olur. Fakat ağacı bilinir ve görülürse, o hazır ağacın sürekliliği ve o fâni meyvenin benzeriyle değiştirilmesinden dolayı onun zevalindeki elem yok olur. Ve keza ruh-u beşerin en şiddetli hâli, ayrılıklardan kaynaklanan elemlerdir. İşte o ayrılıklar iman nuruyla dağılır, belki içinde başka bir lezzet bulunan, benzerlerin yenilenmesine döner. Zira her yeni, lezzetlidir.
Sıkıntı: Sıkıntıda duasının kabul edilmesini isteyen, rahat zamanında çok dua etsin. Evet, dua. Sadece şunu söyleyelim, dua 6 çeşittir ve çalışmak da makbul dualardandır. Yani Kur’an’ın ifadesiyle “Duanız olmasa, Rabbim bize ne diye ehemmiyet versin?” (Furkan Suresi, 77)
Endişe: Buyurun size bir endişe cümlesi: “Ya işle umduğum gibi gitmezse!”
İnsan kendisinin ve etrafının hâkimi mi ki her şey onun istediği gibi gitsin. Tamam, adetullah denilen kanunlar var ve onlara uymak gerekir. Ya bizim bildiğimizin ve istediğimizin dışında her şeyin hâkimi olan Allah’ın bir iradesi varsa, o zaman kalkıp her şeyin sahibi ve en iyi bilenine karşı mı geleceğiz? Yoksa Allah en iyisini bilir deyip itaat mi edeceğiz!
Kasvet: Bu kasvet dünyasında kalmadı özlediğim, namaz vaktinden başka, anını gözlediğim. (Necip Fazıl Kısakürek)
Nedamet: Nedamet ateşiyle dolu bir gönülle, nemli gözlerle tövbe et! Zira papatyalar güneşli ve ıslak yerlerde açarlar. (Hz. Mevlana)
Şu kelimeyi anlasak çok şeyi çözeriz belki de! Nedamet. “Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder.” Peki, öyle midir? Elbette değil. İnsan kendisini tanısa, nedamet gösterip tövbe etse, hem kendisi için hem etrafı için her şey farklı olacaktır. Yeter ki her şeye stres deyip geçmesin, nedameti bilsin!
Melâl: Sürûr içinde dahi bir melâl hissederim. (Muallim Naci)
Enduh: Kısmet bana endûh u belâ imiş ezelden. (Şeyhülislâm Yahya)
Küduret: Sineni kibr ü küdûretten er ol eyle halâs / Merd isen neyler senin ayine-i kalbinde pas. (Âşık Ömer)
Hüzün: Yüzün değil, hüzün görünür bazen aynada. Çeki düzen veremezsin.
Hüsran: Ekseriyetçe sebeb-i hüsran olan hırsı tahrik eden iktidar ve ihtiyar ve zekâvet
Hicrân: Yaprakların döküldüğü hicranlı günleri / Andım birer birer acıdım kendi hâlime (Yahyâ Kemal).
Izdırap: Iztıraplarımı benimle beraber yaşamış olduklarını bundan anladım ve teselli buldum. (Peyâmi Safâ)
İnkisar: inkisar-ı hayale uğradım.
Kâbus: Artık otuz yıldan ziyade süren kâbustan kurtarılmış, gözlerimizi silmiş uyanmıştık. (Cenap Şahâbeddin)
Hafakan: Gece, hafakanlar içinde, vaziyeti unutup da elektrik düğmesini çevirdiğim zaman korkunç bir ‘tık’ sedası duydum. (N. F. Kısakürek)
Teessüf: Lüzumsuz, geçici ve günahlı zevklerin akıbeti, elemler ve teessüfler olmasından istemiyorum.
Teessür: Teessür, kalbin çeşitli eserlerden, ayetlerin değişikliğinden ötürü çeşitli renkler alması demektir. Bu bakımdan kalp, her hâlin anlatılışına göre hâllenir. O halden ötürü üzüntü, korku, ümit ve daha nice sıfatlarla sıfatlanır. Kişinin marifeti tamam oldukça, korkusu o nisbette kalpte çoğalır.
Çünkü tazyik, Kur’ân ayetlerinde diğer durumlardan daha fazladır. Kişi mağfiret ve rahmetin ancak ariflerin elde edebileceği şartlara bağlandığını görür. Nitekim şu ayette aynı durum mevcuttur:
“Şüphesiz ki ben, tevbe eden ve iman edip sâlih amel işleyen, sonra da hidayette (sebat edip, sabırlı) olan kimseye karşı elbette çok mağfiret ediciyim.” (Ta-Ha, 82) (İmam Gazali)
Vehim: Vehmin gözü perdelidir; hakikati göremez
Buhran: Adâlet-i İlahiye, İslâmiyet’e ihanet eden mim’siz medeniyete öyle bir azâb-ı manevi vermiş ki, bedeviliğin ve vahşiliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngiliz’in yüz sene ezvâk-ı medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadiyen korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş.
Matem: Hatırılar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi âlem. Öyle bir hayat sür ki, mevtin sana hande olsun. Halka matem. (Mehmet Akif)
Gaile: Mutluluk hayvanlara ve bitkileri aittir. Çünkü onlarda akçe gailesi yoktur. (3. Selim)
Şimdi bakalım, stres mi, yoksa şu yukarıda saydığımız 30 kelime ve ifade ettikleri mi? Hangisi bizi anlatıyor? Hangisinin içinde geçtiği cümleler bize gerçekten deva olabilir? Bazen bir kelime her şeyi değiştirebilir, değil mi? Bunu asla unutmayalım!
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın