VE İNSANIN SERÜVENİ BAŞLADI…
Ve “Şübhesiz insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.”1 ferman-ı kudsisi ile insanoğlu varlık sahasına çıkmış ve Âdem ismini almıştı. Ondan sonra gelecek ve ona benzeyecek olan diğer varlıklar ise, Âdemoğlu diye anılacaktı…
Rabbimiz meleklere: “‘Şübhesiz ki ben, yeryüzünde (insanı) bir halîfe kılacak olanım’ buyurmuştu; (melekler:) ‘Orada fesad çıkaracak ve orada kanlar dökecek bir kimse mi kılacaksın? Hâlbuki biz, hamdin ile (seni) tesbîh ediyoruz ve seni takdîs ediyoruz’ dediler. (Rabbin de onlara:) ‘Sizin bilemeyeceğiniz şeyleri, şübhesiz ki ben bilirim!’ buyurdu. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere arzederek: ‘Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, haydi şunların isimlerini bana bildirin!’ buyurdu.”2
Meleklerin masum fıtratlarına mukabil Allah (cc): “Ve and olsun ki sizi (babanız Âdem’i) yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ buyurduk. Hemen secde ettiler. (Cinlerden olan) İblis hâriç! (O,) secde edenlerden olmadı. (Allah, ona) şöyle buyurdu: ‘Sana emrettiğimde, secde etmekten seni men‘ eden nedir?’ (İblis) dedi ki: ‘Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın!’”3
Adem(oğlu) böylece şeytandan ilk dersini almış oldu…
Ve böylece insanın serüveni ve imtihanı da başlamış oldu…
Hem de kendisini ateşten yaratılmış olmakla insandan üstün sayma cüretini gösteren şeytanın Rabbine karşı: “Bana (insanların) diriltilecekleri güne kadar mühlet ver! … Sonra elbette onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve (sen) onların çoğunu şükredici kimseler bulmayacaksın!”4 sözleriyle.
IRK NEDİR?
Rabbimizin “Ey insanlar! Şübhesiz ki biz, sizi bir erkek ve bir dişiden (Âdem ile Havvâ’dan) yarattık. Birbirinizi tanımanız için de sizi, milletler ve kabîleler kıldık.” buyurmasıyla insanlar, farklı dil, renk ve özelliklerde yaratılmışlardır.
FARKLILIKLARIN SEBEBİ
“Ey insanlar! Şüphesiz ki biz, sizi bir erkek ve bir dişiden (Âdem ile Havvâ’dan) yarattık. Birbirinizi tanımanız için de sizi, milletler ve kabîleler kıldık. Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvâlı olanınızdır. Muhakkak ki Allah, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir, Habîr (her şeyden haberdâr olan)dır.”5
Sosyal hayattaki farklılıkların insan hayatına katkısı göz ardı edilemez. Bu farklılıklar, yardımlaşma ve dayanışmaya sebeptir. Her bir ferdin umum adına hizmet etmesine vesiledir. Ta ki, hem kendilerini ayakta tutsun, hem de hariçten gelecek sıkıntılara karşı kendisini ve toplumu korusun. -İnsan dâhil- bütün mahlûkat Allah’ın esmasına aynadırlar. Elbette çok renkler ve farklılıklar gözükecektir.
FARKLILIKLAR ÜSTÜNLÜK SEBEBİ OLABİLİR Mİ?
İnsanların birbirlerine karşı herhangi bir üstünlüğü söz konusu olamaz. Zira “Mahlûkat (yaratılmışlar) mabûdiyet (ibadet edilme) noktasında birbirinden uzaklık noktasında müsavi (eşit) oldukları gibi, mahlûkiyet (yaratılmışlık) nisbetinde de birdirler.”6 Üstünlük aranacaksa, o ancak takvadadır.
Bu konuda Elmalılı Hamdi Yazır, “Bir erkekle bir dişiden yaratılıp da şuûb ve kabilelere ayırış, daralıp daralıp dağılmak ve döğüşmek söğüşmek için değil, tanışıp yardımlaşarak sevişmek ve güzel ahlakları tatbik ederek daha büyük daha güzel toplumlar meydana getirip korunmak içindir. Zira muhakkak ki Allah indinde en itibarlınız, en takvalınızdır, nefislerin olgunlaşmasının ve şahısların mertebe ve derecelerinin bütün medarı takvadır. Şu veya bu kimsenin nesebinden veya filan kavmin soyundan olmak değildir. ‘Sûra üfürülünce artık aralarında neseb yoktur.’ (Mü’minûn, 23/101) Allah yanında yüksek derecelere ulaşmak isteyenler takvaya sarılmalıdırlar.”7 demektedir.
RUHUN IRKI VAR MIDIR?
“(Allah, ruhlar âleminde sizden) sağlam sözünüzü almıştı; eğer (gerçek) mü’minler oldu iseniz (ahdinize uyun ve samîmâne îmân edin)!”8 buyuran Rabbimiz, “(Ben) cinleri ve insanları, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım!”9 buyurmakla insanın yaratılışından maksadın ne olduğunu tayin etmiştir.
“Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanlarınızdır” buyurmuştur. Aynı anlamda diğer bir hadis-i şerifte de şöyle dile getirir: “Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim)
Bu manada insanın sorumluluğu ve dikkate alması gereken şey; iman edip sözüne sadık mı kalacak, yoksa sözünden çıkıp isyan edenlerden mi olacak? Ruhun ırkı yoktur. Hususan üstün ırk diye bir şey hiç yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.
İnsanlar, ya cennetliktir, ya cehennemliktir. Köyünüzün, kasabanızın, soyunuzun mezardan sonra kıymeti yoktur.
IRKÇILIK NEDİR?
Peygamber Efendimiz, ırkçılığı şöyle tarif etmektedir: “Asabiyet, zulümde kavmine yardım etmendir.”10
Her insan doğduğundan itibaren “ben” i öğrenmekte ve tefsir etmektedir. Bu, zaman ilerledikçe “biz” e değişmekte, ben kendinden bildiği diğer ben’lerle oluşturduğu biz kümesiyle -güya- kuvvet kazanmaktadır. Aslında benliğini pekiştirmektedir. Eğer bu benlik çerçevesinde gelişen ahlak istikameti bulamazsa, kendisi ve kendisi ile alakalı her şeyi kutsayacak derecelere taşıyabilmektedir.
“Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır unsuriyet asrı değil! Bolşevizm, sosyalizm mes’eleleri istilâ ediyor; unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti; muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz.”
Bedîüzzaman Said Nursi (rh)
İSLAM MİLLİYETÇİLİĞE NASIL BAKIYOR?
Hz. Nuh’un oğullarından biri iman etmemiş ve inanmayanları boğan suda o da kaybolup gitmişti. Bunun üzerine Hz. Nuh, “Rabbim! Şübhesiz ki oğlum benim âilemdendir (sen bana âilemin kurtulacağını va‘d etmiştin); muhakkak ki senin va‘din haktır ve sen hükmedenlerin en hâkimisin!” der. Allah şöyle buyurur: “Ey Nûh! Şübhesiz o, senin âilenden değildir! Çünki o(nun yaptığı), sâlih olmayan bir ameldir.”11
Resûlullah (sav)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Irkçılığa (asabiyeye) çağıran bizden değildir. Irkçılık için savaşan bizden değildir. Irkçılık üzere, asabiye uğruna ölen bizden değildir.” (Müslim, İmâre 53, 57, hadis no: 1850; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3948; Nesâî, Tahrim 27, 28)
Resûlullah (sav)’e soruldu: “Kişinin soyunu, sülâlesini (kavmini) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?” Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Hayır! Lâkin kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir (kavmiyetçiliktir).” (Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3949)
“Zulüm ve haksızlıkta kavmine yardıma kalkışan kişi, kuyuya düşmüş deveyi kuyruğundan tutup çıkarmaya çalışan gibidir.” (Ebû Dâvud, Edeb 113, 121, hadis no: 5117)
“Müslüman olduklarında Kureyşli bir efendiyle Habeşli bir köle arasında bir fark yoktur.” (Ahmed B. Hanbel, II, 488)
MÜ’MİNLER KARDEŞTİR
İmansızlığın, baba oğul ilişkisini bile kaldırdığını yukarıda zikretmiştik. Hâlbuki “Mü’minler ancak kardeştirler.”12 Rabbimizin hükmü böyledir. Aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba inanan insanlar kardeştirler.
Peygamber Efendimiz: “MÜ’MİNLER! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir, böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğerki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun…”
“İNSANLAR! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’na en çok saygı göstereninizdir. Arap’ın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.” cümleleriyle, insanlığın en önemli “insan hakları beyannamesi” sıfatına layık son hutbesinde Mü’minlere ve insanlara ayrı ayrı hitap etmiştir. İslamiyet’in ölçüsünün ancak kardeşlik itibariyle olduğunu özellikle vurgulamıştır. Bu gün İslamiyet’i ve Müslümanları terör ve terörist gibi göstermeye çalışanların kulakları çınlasın!
“Milliyetimiz bir vücuttur. Ruhu İslâmiyet, aklı Kur’ân ve imandır.” (Said Nursi, Münazarat, 99)
MİLLİYETÇİLİK İKİ KISIMDIR
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, milliyetçiliği ikiye ayırmıştır. Zira milliyetimiz inkâr edilemez. Herkes belirli bir ana-babadan dünyaya geldiği gibi; belirli bir toprak parçasında, belirli bir ırka mensubiyetle dünyaya gelmiştir. Milliyetçilik reddedilmez, fakat yanlış da anlaşılmamalıdır. Yanlış anlaşılırsa ne gibi zararlara müncer olduğuna, bütün tarih ve bu gün yaşadığımız olaylar şahittir.
MENFİ MİLLİYETÇİLİK
“Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfîdir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet (düşmanlığa) ve keşmekeşe (karışıklığa) sebeptir. Onun içindir ki, hadîs-i şerifte ferman etmiş: اَلْاِسْلَامِيَّةُ جَبَّتُ اْلعَصَبِيَّتَ الْجَاهِلِيَّةَ
[İslam cahiliye milliyetini kökünden kazımıştır. Keşfü’l-Hafa 1:127]
Ve Kur’ân da ferman etmiş:
[O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü’minlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde durdurdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir. Fetih 26]
İşte şu hadîs-i şerif ve şu âyet-i kerime; kat’î bir surette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti (kavmiyetçiliği) kabul etmiyorlar. Çünki müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti, ona ihtiyaç bırakmıyor. Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon [Şimdi bir buçuk milyar] vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın?”13
MÜSBET MİLLİYETÇİLİK
“Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor; teavüne (yardımlaşmaya), tesanüde (dayanışmaya) sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder; uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur. Şu müsbet fikr-i milliyet İslâmiyet’e hâdim olmalı, kale olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünki İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için uhuvvet-i milliye ne kadar da kavi olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek; aynı kalenin taşlarını, kalenin içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nevinden ahmakane bir cinayettir.”14
Türk milleti anasır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi, Müslim ve Gayr-ı Müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Hâlbuki küçük unsurlarda dahi, hem Müslim ve hem de Gayr-ı Müslim var.
Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!
(Bediüzzaman Said Nursi (rh), Mektubat 123)
KAOS VE ÇÖZÜM
Dessas Avrupa, emperyalist arzularına ulaşmak için, milliyetçilik hissiyatını kullanmıştır. Bin senedir İslâmiyet’e kardeşâne hizmet eden çok unsurları, milliyetçilik hissiyatıyla birbirinden koparmış ve kaos ortamını körüklemiştir. İslam ülkeleri birbirine adeta düşman edilmiştir. Her ülke kendi içinde birçok kamplara ayrıştırılmıştır. Tesbihin ipi kopmasıyla taneleri dağıldığı gibi; İslâmiyet bağlarının koparılmasıyla, Müslümanlar tesbih taneleri gibi dağılmışlardır. Ya da Müslümanların arasındaki kuvvetli bağın koparılması için, kavmiyet hisleri öne çıkarılmış, İslâmiyet ötelenmiştir.
Kudretli Osmanlı padişahları Ermeni, Rum mühendisleri çalıştırmaktan gocunmamışlar; aynı mahallede cami, sinagog, kilise yan yana durup bağlıları ibadetlerini hürce yapabilmişlerdir. Endülüs İslâm Devleti’nin kalıntıları, Avrupa medeniyetini tesise yetmiştir ve Avrupa, menfaatleri doğrultusunda bütün mezhep ve ırk farklılıklarına rağmen bir araya gelebilmektedirler.
Ya şimdi doğuda yaşanan hadiseler… Hangi hümanist gevezelikler yaraya merhem olabilir? Dün Pakistanlı kadın, Osmanlı payidar olsun, İslamiyet ayaklar altına düşmesin diye çocuğunu pazara çıkarmışken; bugün, Arabistan Arapların olsun demek hangi milli hissin muvazenelerine sığar?
Lütfen dikkat edelim! Müslüman’ın Müslüman’dan başka dostu olamaz. Çözüm ise, Avrupa’nın kokuşmuş, kendilerinin bile artık dışlamaya başladıkları sefih medeniyetinde olamaz. Çözüm, İslamiyet’tedir. Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “İçimizde kalblere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı Şark’ta göndermesi işaret ediyor ki; yalnız hiss-i dinî Şark’ı uyandırır, terakkiye sevkeder. Asr-ı Saadet ve Tâbiîn, bunun bir bürhan-ı kat’îsidir.”15
“Kim hevâsına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe (asabiyet) çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, cahiliye ölümü üzere (kâfir olarak) ölür.” (İbn Mâce, Fiten 7)
MİLLİYETİMİZ YALNIZ İSLAMİYET’TİR
“Bu ülkenin ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı… inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşada. Altı yüz yıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalb eden meşum bir salgın: Maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz.”
Alıntıdır
Bir yanıt yazın