Değer arayışı, doğruluğu ve güzelliği arama teşebbüsü olmalıdır. Bu arayışta medeniyetimizde izleri ve eserleri bulunan manevi alan ve tesiri iki ilk günkü tazeliğini muhafaza eden Resul-i Ekrem’in (asm) sözleri ve sünneti seniyyesi temel teşkil etmelidir. O vakit bu arayış netice verebilecek, insanın fikrindeki güzellikler davranışlarda tezahür edebilecektir.
Ortada bir mesele bütün ağırlığı ile durmaktadır: Bunca eğitim öğretim yapılsın da insan eğitilemesin. Dağ gibi imkânlar eğitime seferber olsun da şahsiyetler cüce kalsın. Bırakın kâmil insan mertebesine ulaşmayı, beşeriyet taban yapsın.
Bu sebepten dolayı olsa gerek “değer” arayışına girilmiş, bir o yana bir bu yana can-hıraş bir koşuşturma başlamış. Ferdin meselesinin zamanla içtimai bir mesele haline geldiği gerçeği fark edilmiş, bunların halli için bir çaba başlamış. Evrensel “değer”lere ihtiyaç duyulmuş, eskilerin ifadesi ile “kıymet buhranı”na reçeteler aranmış.
Fakat her şeyde maddi gözün tarassudatının bulunduğu böyle bir zamanda ferd ve millete ahlaki değerlerin kazandırılması elbette kolay olmayacaktır. Eğer işler yolunda gider, “değer”ler üzerindeki kesif perde kalkarsa iş kaynağına yönelecek, fıtri bir mecrada seyreden terbiye ile büyük bir kazanım gerçekleşecektir.
Peki, nasıl olmalı, işe nereden başlamalıdır?
Bir Referans: Manevi Alanın Kabulü
Biliyoruz ki bir işin mukaddimesinde çoğu zaman iyi bir “referans” mesafeleri ve dağları ortadan kaldırabilmektedir. “Değer kazanma ve kazandırma” hadisesinde de bir referansımız bulunmalıdır elbette: “Manevi alan.”
Bu referansın ne kadar yüksek bir tesir gücüne sahip olduğunu anlamamız için kurduğumuz ihtişamlı medeniyetimize şöyle bir nazar etmemiz yeterli olacaktır. Elbette “iki büyük emanet”in nurani çizgisinde ihtişamla yükselen medeniyetimiz elzem olan “değer kaynaklarımızı” gözümüze ve gönlümüze sunacaktır.
SPOT: Milletlerin fikirlerini, duygularını ve bunların gerektirdiği sa’y ve gayreti görünür kılan biliyoruz ki medeniyettir. Bizim medeniyetimizin ruhu insanı ve mekânı imar eden “Kur’ân ve Sünnet” nurudur.
Şimdi İslam medeniyetinin mührünü kazıdığı coğrafyada fikren seyahat ederek sadece şehirlere, hatta şehirlerdeki mimariye bir göz atalım: Camiler, medreseler, kervansaraylar, köprüler, çeşmeler, vs. vs.… Çoğu kez maddi gözlükle nazar edilen, hafıza ve cihazlarla kayıt altına alma arzusu duyulan bu mirasa bir de manevi gözlükle bakalım. Gönül gözüyle arka plandaki ruhu ve manayı zevk ve idrak etmeye çalışalım. Çok geçmeden şu hakikatin farkına varacağız: Güzelliğiyle insanı cezb eden bu müzeyyen eserlerin temelinde besmele vardır… İki dünya saadetine iştiyak duyan bir niyet vardır… İki Cihan Sultanına (asm) ittiba gayesi vardır.
İşte cennet müjdesiyle temeli atılan camiler: “Kim Allah’ın rızasını talep ederek bir mescid inşa ederse Allah ona cennette bir ev inşa eder.” (Buhari) İşte en üstün sadakadan nasiplenmek isteyen ilmin tecessümü medreseler: “En üstün sadaka kişinin ilim öğrenmesi ve öğrendiği ilmi de Müslüman kardeşine öğretmesidir.” (İbni Mâce) İşte yol üzerindeki hayrın kılavuzları kervansaraylar ve köprüler: “Yolunu kaybedene yol göstermeniz sadakadır.” (Ahmed bin Hanbel) İşte sesinde cennet nehirlerinden bir iz taşıyan ve baş tacı kitabelerinde hatt-ı Kur’ân ile Hak kelamını okuyan çeşmeler: “Kim susuz birine su ikram ederse Allah ona cennetin misk kokulu içeceğinden içirir.” (Ebu Davud)
Peki ya insan? Onun imarı? Aynı… Mimarinin teşekkülünde müessir ruh onda da icrasını gerçekleştirmiş. Bu ruhun insandaki mevcudiyeti nasıl inkâr edilebilir? İslâm’ın ilk günlerinden itibaren teslimiyet ve itaat sırrıyla terakki eden yüreklere ve şahsiyetlere tesiri göz ardı edilebilir mi? Elbette edilemez.
İşte Kâinat Güneşinin (asm) yanı başındaki Yıldızlar (ra) ve sonra gelenler (ra). Gönüllerin ve akılların istikametli terbiyesinde, kâmil insanların şahsiyet imarında vazife gören daha nice varisler… Eser: “Sıratı Müstakim”i hedef ittihaz eden on dört asırda dindarâne ömür sürmüş nice ferdler, Din-i Mübine sancaktarlık yapan onca bahtiyar milletler…
Acaba “değer nakışlarımızın” atlası olan şehir mimarisini ve insan ruhunu ihya eden, bunlara “elmas-misal” kıymet kazandıran bu dinamikleri (iki büyük emaneti) sahiplenmenin ve en büyük inkılabcı olan Sahib-i Kur’ân olan Efendimize (sav) yönümüzü dönmenin vakti gelmedi mi? Sadece “insan-ı kâmil” hedefi değil, “kardeşlerim” hitabına nail olmak, küçük bir saadet mi?
Tekrar soralım: Peki, bu sefer nereden başlayalım?
“İlk Adım”a Fırsat Tanımalı!
Bazen bir iyilik açılmaz denilen kapıları açar. Gönülleri açar. İkinci bir hayatı başlatır, kendi gibi faydalı olan. İyilik ise akıllarda ve fikirlerde var olan güzelliğin fiiliyata dönüşmesidir, içteki fikrin davranışla dışa yansıtılmasıdır. Güzelliğe ve iyiliğe kaynak olacak fikre çok ihtiyacımız var. Onu bulmalı ve kulaç kulaç rahmetle kucaklaştıracak “ilk adım” hasenesine ulaşabilmeliyiz.
Hem ne güzel misalleri var “hava değişimi” meydana getiren bu adımların. Adaletin timsalinin, kızgınlık anındaki kırılmasını zulümden adalete dönüşünü hatırlayalım. Kur’ân harfine gösterilen bir hürmet duygusunun dünya mey’inden, tasavvuf mey’ine çektiği “hafi” hayatı hatırlayalım. “Himmet” hissiyle başlayan yolun “hikmet” mısralarıyla devam edişini ilahi kıvamında zevk edelim.
Çok değil sadece ama sadece bir adım… Belki de ferd ve milletlerin bulanık ve karmaşık ruh hâllerini değiştirmeye yardımcı olacak, vesilelik edecek bir adım… Birazcık temayül.. Hepsi o kadar.
Şimdi Rahmet Nebisinin (asm)’ın zerrelerimize kadar güzelliğin değerini aşılayan ve hayır ve haseneye davet eden bu “ilk adımlara” yardımcı olacak kelamına kulak verelim.
SPOT: “İlk adımlar” için fırsat aramak ve tanımak çok mühim. “Onlar bilmiyorlar. Bilselerdi yapmazlardı.” şefkat nidasını kalp kulağımıza ihtar levhası olarak asmalıyız.
Fırsat: Resulullah’ın (asm) Dilinde “En Hayırlınız!” Hitabı
İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır. (Buhari)
Sizin en hayırlınız, Kur’ânı öğrenen ve öğretendir. (Buhari)
İnsanların en hayırlısı, ahlakı en güzel olandır. (Buhari)
Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım. (Tirmizi)
Hayrın menbaı olan daha nice, nice hitap… Her biri içerisinde binler orman bulunan bir çekirdek. Belki Resulullah’ın (asm) huzuruna gelmiş olan bir gönle hitap olarak aşılandı bu hakikatlerden her biri. Nebevi terbiyenin tesiriyle bir hayat bir anda ihya oldu belki. İhtida nimetine kavuştu birer birer nasipliler. Ama sadece bununla kalmadı.
O sadra şifa olan “kelâm incilerinden” aynı frekansta gezinen nice muhtaç, nasibini aldılar. Çoğu zaman “ilk adımlar” aynı hakikatlerin sarsmasıyla atıldı. Mekânlar ve zamanlar mani olamadı bu yönelişlere.
Her av, en zayıf yerinden avlandı. Hayâsızlık hayâya, zulm adalete, kizb sadakate, adavet uhuvvete korkaklık cesarete yerini bıraktı. Kalplerdeki daha nice menfi hasletler müspetlerine kalb oldu.
Acaba günümüzün terbiye alanındaki hemen her çığlığının ve şekvasının altında yatan asli sebep “bu kalb oluşların” kaybolması değil midir?
İşte bu yüzden bir kez daha Fahr-i Kâinatın (asm) her bir manevi bir inci kıymetinde olan sözlerine değer vermeliyiz. Kendi asrında ve sonrasında ve daha sonrasında ve bugün de değerinden hiçbir şey kaybetmeyen incilere… Bulunduğu zamanın “saadet” olarak isimlenmesine vesile olan, sonraki tüm zamanları da “nuruyla” münevver kılacak paha biçilmez incilere…
Fesad-ı ümmet vaktinde hayat süren bizler, fırsatı ganimet bilmeli ve çok muhtaç gönüllere o Miftah’ın (asm) kelamında ve hayatında yaşayan değerleri taşıyabilmeliyiz.
Asırları, şehirleri, insan ruhlarını nura gark eden Hz. Muhammed Mustafa’nın (asm) sünneti seniyyesini asrımıza, ruhlarımıza, şehirlerimize taşımanın kârını hesap edebiliyor muyuz?
SPOT: On dört asırlık mesafede inşa edilen medeniyetimiz, “cemal ve kemal kaynağı” olan Hz. Muhammed Mustafa’nın (asm) kelâm incilerinden nasibini almıştır. Şehirler hayratlarla tezyin edildiği gibi şahsiyetler de her biri güzel ahlak zincirinin halkası olan iyi ve güzel hasletlerle bezenmiştir.
Cennet dahi Onun ile “Değer” Kazanırken…
“Sünnetimi yaşayan beni sevmiş olur, beni seven de cennette benimle beraber olur.” (Tirmizi) Paha biçilmez müjde: Cennet beraberliği.
Bir kez daha payımıza düşen şey: Hayat rehberimizin olan o Nûr’un (asm) mübarek lisanından yansıyan hakikat nurlarına, kelam incilerine öncelikle kendi kalp ve zihin aynamızı açmak, beraberinde ise hemcinslerimizin dünyalarını tenvire çalışmak. Hususi dünyalarımızdan ve içtimai hayatımızdan karanlıkları dağıtmaya, soğuklukları gidermeye kâfi gelen bu kelam incilerinden derc edilecek değerler mühim bir talim-terbiye hizmeti olacaktır.
Necata giden yolun kapısını açan kilidin Usvetu’l-Hasene’de (asm) olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Onun (asm) hayat tarzıyla teşekkül eden “hayat prensipleri” ve işaret ettiği “hayır rotası” ile sahil-i selamete, hüsn-i hatimeye erileceğini hatırdan çıkarmamalıyız.
Hayrı bizzat ve öncelikle kendi hayatında yaşayan, hayra teşvik eden, sözlerinde ve davranışlarında ve tavırlarında hayırların tecessüm ettiği Hayru’l-Beşer’e (asm), hayrat ve hasenat adedince salat ve selam olsun.
Alıntıdır
Bir yanıt yazın