Bütün semavî dinlerin temelini Allah’ın varlığına inanmak oluşturur. “Tevhid dini” olan İslâm’ın en önemli esası da Allah’ın varlık ve birliğine iman etmektir. O’nun varlığını ve birliğini gösteren pek çok deliller vardır. Bu delillerin en büyük dört tanesi şunlardır: Birincisi, şu muhteşem evren ve içindeki her biri birer sanat harikası olan varlıklardır. İkincisi, başta Kur’ân olarak bütün semavî kitaplardır. Üçüncüsü, başta son peygamber Hazret-i Muhammed (sav) olmak üzere bütün peygamberlerdir. Dördüncüsü, her insanın kalbinde bulunan vicdandır. Kim bu dört kaynağa dikkatlice baksa ve onlardan gelen sese kulak verse, kendini yaratan Rabbini bulur ve tanır. Mesela, vicdanının sesini dinlese “Muhakkak seni ve her şeyi yaratan, sonsuz kudret ve merhamet sahibi yüce bir yaratıcı var.” dediğini ve ona olan ihtiyacını işitir.
KÂİNATTAKİ DELİL
Şimdi bu delillerin en büyüğü olan evrenden ve içindekilerden yola çıkarak bazı örnekler üzerinde duralım: Her insan bilir ki bir bina ustasız yapılamaz. Bir okul müdürsüz, bir şehir valisiz olamaz. Öyleyse şu koca evren de bir ustası olmadan kendiliğinden meydana gelemez. Bir idarecisi ve hâkimi olmadan düzenini devam ettiremez. Demek ki bu kâinatı yoktan var eden büyük bir ustası, düzen ve dengesini bozulmaktan koruyan bir hâkimi vardır. O da Rabbimiz olan Yüce Allah’tır.
CANLILARDAKİ DELİL
Çevremizde gördüğümüz bütün varlıklar, gâyet mükemmel ve kusursuz yaratılışlara sahiptirler. Özellikle her bir canlı, son derece hassas ölçülerle, iç içe geçen karmaşık sistemlerle ve pek çok harika sanatlarla donatılmış olarak meydana gelirler. Basit, cansız bir hapın üretilmesi için bile ölçülerini tam olarak tutturmak gerekir. Tesadüfler sonucu bir tek aspirin oluşabilir mi? Bir ölçüp tartan olmadan, içindeki malzemeler kendiliklerinden bir araya gelebilirler mi? Madem bir tek aspirin dahi kendiliğinden ortaya çıkamaz, öyleyse ondan çok daha hassas ölçülere, çok daha güzel sanatlara sahip ve üstelik canlı olan menekşe gibi bir çiçek nasıl kendiliğinden ortaya çıkabilir? Öyle güzel bir sanat sadece çok yüce bir sanatkârın eseri olabilir. Kendiliğinden olamaz.
HÜCRELERDEKİ DELİL
Canlıların temel yapı taşları olan hücrelerde öyle büyük bir düzen vardır ki en büyük ve en modern fabrikalarda bulunmaz. Acaba akıl sahibi bir insan, bir kumaş fabrikasının kendiliğinden bütün tezgâhlarıyla beraber ortaya çıkıp kumaş üretmeye başladığını kabul edebilir mi? En basit bir fabrikanın tesadüflerle kurulabileceğini kabul etmeyen bir akıl, milyonlarla küçük parçacıklardan oluşan bir hücrenin kendiliğinden ortaya çıkabileceğini hiç kabul edemez. Bir bilim adamı, bir hücrenin tesadüfen ortaya çıkma olasılığını anlatmak için bunun, bir hurda yığınına kasırga isabet etmesi sonucunda bir Boeing 747 uçağının oluşmasından hiç bir farkı olmadığını belirtmiştir. Demek ki küçücük bir yaratılış mucizesi olan hücrenin ortaya çıkması ancak Allah’ın sonsuz ilim ve kudretiyle olabilir.
İNSAN VÜCUDUNDAKİ DELİL
İnsan vücudunun yaratılışındaki kusursuzluk da Allah’ın varlığını çok açık bir şekilde gösterir. Bedenimizin bütün hücreleri ve organları çok karmaşık bir ilişkiler ağı içerisinde, olağan üstü bir uyumla çalışmaktadır. Vücudumuzda bu faaliyetler olup dururken, bütün bu olanlardan bizim neredeyse hiç haberimiz olmaz. İnsanların çok basit bir taklidi olan bir robotun kendiliğinden veya bir süreç içerisinde tesadüfen oluşabileceğine hiç kimse ihtimal verir mi? Elbette vermez. Öyleyse sağlıklı düşünebilen bir insan aklı, en güzel bir sanat olan kendi vücudunun tesadüflerle ortaya çıkacağına ve fonksiyonlarını tesadüflerle yerine getirebileceğine hiç ihtimal veremez. Yüce Rabbimiz de Kur’ânda, “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (İnfitar Sûresi, 6-8) gibi âyetlerle insanı Allah’ın yarattığı konusunda bizleri ikaz ediyor. İnsan vücuduna diğer bütün canlı varlıkları kıyaslayabiliriz. Hepsi de son derece kusursuz ve karmaşık yaratılışlarıyla sonsuz bir ilim, kudret ve irade sahibi yaratıcının varlığını gösterirler. “…Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki Allah onun perçeminden tutmuş olmasın…” (Hud Sûresi, 56. âyet) gibi âyetler bütün canlıları O’nun yarattığını ve O’nun idaresi altında olduğunu ifade ediyorlar.
ATOMLARDAKİ DELİL
Bütün varlıklar atomlardan oluşurlar. Her bir atomda çok harika bir sanat, mükemmel bir yapılış ve müthiş bir enerji vardır. Merkezindeki çekirdek ve etrafında dönen elektronlarıyla sanki küçük bir güneş sistemi gibidir. Bu kadar harika özellikler o kadar küçük bir alana sıkıştırılmıştır ki en gelişmiş elektron mikroskoplarıyla bile tam olarak görülemez. Bu kadar mükemmel ve küçücük bir sanat, hiç tesadüfen ortaya çıkabilir mi? Tesadüflerden, güzel sanatlar ve harika eserler değil ancak dağılma ve bozulma meydana gelir. Öyleyse kâinatın küçücük bir modeli gibi olan atomları her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah yaratmıştır. Üstelik bütün evren, adeta atomlardan oluşan büyük bir deniz gibidir. Öyleyse bir atomu kim yaratmış ise bütün evreni de o yaratmıştır. Bütün her şeyi Allah’ın yarattığını anlatan bir Kur’ân âyeti şöyledir: “…O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkan Sûresi, 2. âyet)
HAYATTAKİ DELİL
Allah’ın varlığının en büyük bir delili de hayattır. Şu dünyada yaşayan bütün canlılar, hava, su, toprak gibi bazı temel maddelerle yaratılırlar. Özellikle dünyada hayat başlamadan önce bu maddelerde herhangi bir canlılık da yoktu. Tamamen cansız, bu toprak ve su gibi maddelerdeki elementlerin bir araya gelmesi ile oluşan canlı varlıklar hayatı nereden almaktadırlar? Üstelik hayatla beraber gelen sevmek, nefret etmek, görmek, duymak gibi pek çok duygu ve hisler de o maddelerde yoktur. Şu halde bütün âlemdeki sanatların en değerlisi olan hayat gibi bir mucize, ancak ezelî bir hayata sahip olan yüce Allah’ın yaratmasıyla ortaya çıkabilir. O cansız maddelerden gelmiş olamaz. Bu konuda bir Kur’an âyeti şöyle der: “O, size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da diriltecek olandır…” (Hac Sûresi, 66. âyet)
DÜNYADAKİ DELİL
İçinde yaşadığımız dünyada kurulu sisteme baktığımızda onu hayata en uygun bir şekilde düzenleyen bir yaratıcının varlığını fark ederiz. Çünkü etrafımızı dikkatle gözlediğimiz zaman harika bir sistemin kurulmuş olduğunu görürüz. Dünyanın güneş ve kendi ekseni etrafında dönmesi, dört mevsimin art arda gelmesi, gece gündüzün değişmesi, yağmurların yağması, rüzgârların esmesi, canlıların yeryüzünde çoğalması ve beslenmesi gibi çok büyük ve karmaşık olaylar tam bir düzen içerisinde devam eder. Bununla birlikte dünya, her şeyiyle hayata hizmet edecek şekilde yaratılmıştır. Karalarıyla denizleriyle, dağları ve ırmaklarıyla canlılara en uygun şekildedir. Güneşe olan uzaklığı en ideal mesafededir. Daha yakın veya daha uzak olsa idi dünyada yaşamak mümkün olmazdı. Kendi etrafında ve güneşin etrafında çok büyük hızlarla döndüğü halde üstünde yaşayanları hiç sarsmaz. Bu hâliyle, sanki büyük bir gemi gibi, uzay boşluğu içinde milyarlarca yolcusu ile birlikte seyahat eder. Üstelik bu yolcuların besinleri dışarıdan alınarak depolanmaz. Her şey o gemi içinde yetiştirilip ikram edilir. Çok büyük bir gemiyi içinde bu şekilde yolcularıyla ve ziyafet sofraları kurulmuş bir halde görsek ne düşünürüz? Bu geminin tesadüfen, bir fırtına sonucu uçuşan maddelerin bir araya gelmesiyle oluştuğuna ve içindekilerin de her nasılsa orada kendiliklerinden ortaya çıktıklarına kimse ihtimal verir mi? İşte dünya en büyük ve en modern gemilerden çok daha büyük ve çok daha hassas ölçülerle yaratılmıştır. Böyle bir gemi elbette sonsuz kudret ve maharet sahibi bir sanatkâr olan Allah’ın yaratması ile ortaya çıkabilir. Dünya üzerinde görünen Allah’ın varlık delillerine bir Kur’an âyeti şöyle işaret eder: “O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” (Râd Sûresi, 3. âyet)
KÂİNATIN BAŞLANGICINDAKİ DELİL
Bu kâinat ve içindeki her varlık sonradan meydana gelmiş, yoktan yaratılmıştır. Günümüzde bu gerçek, fen bilimlerince de doğrulanmaktadır. Astronominin tespitlerine göre, bu evren, sıfır noktasında iken büyük bir patlama ile ortaya çıkmıştır. Bu patlama sonrasında oldukça düzenli, hassas dengelere sahip galaksiler, yıldızlar, gezegenler meydana gelmiştir. Bilim adamları bu ilk patlamanın rastgele bir savrulma olamayacağını, aksine bir programa dayalı düzenli bir açılıp genişleme olması gerektiğini söylüyorlar. Çünkü rastgele bir patlamadan böyle harika sanatlarla dolu bir evren ortaya çıkamazdı. Hiçbir şey yokluktan kendiliğinden çıkıp var olamaz. Madem bu âlemin bir başlangıcı vardır. O halde, başlangıcı olmayan ezelî bir yaratıcıya muhtaçtır. O da, Kur’ân’ın bize tanıttığı, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah’tır. O, büyük patlama ile kâinatı yoktan var etmiştir. Allahu Teâlâ, Kur’ân’da kâinatı bizzat yarattığına ve genişlettiğine şöyle işaret eder: “Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.” (Zariyat Sûresi, 47. âyet) Kur’ân-ı Kerim’de, “…Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” (Rad Sûresi, 4. âyet) gibi çok âyetler bizleri yaratılmışlar hakkında düşünüp ibret almaya davet ederler. Allah’ın sanatlarını görüp onlar üzerinde düşünmek akıl sahibi insanlar için hem büyük bir şeref, hem büyük bir görevdir. Bunun farkında olan insan, Allah’ın kendisine ihsan ettiği akıl ile bir binaya bakıp ustasını gördüğü gibi, yaratılmışlara bakarak da Yaratıcıyı bulabilir.
HER ŞEYİ YARATAN ALLAH’TIR
Etrafımızdaki varlıkları dikkatle gözden geçirdiğimizde zerrelerden yıldızlara kadar, küçük büyük her şeyde bir ölçüyü, plan ve programı görürüz. Her nereye bakarsak gizli bir kudretin atomlara, hücre yapılarına, canlılara hatta yıldızlara varıncaya kadar ölçüp, biçtiğini, ona göre dikkatlice yaratıp düzen verdiğini anlarız. Bütün evren, adeta büyük bir canlı organizma gibidir. Bütün parçaları mükemmel ölçülerle birbirini tamamlayan kompleks bir yapıda ve muhteşem bir sanat eseri olarak yaratılmıştır. Buna işaretle yüce Allah Kur’ân’da: “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık” (Kamer Sûresi, 49. âyet) buyurmaktadır.
Madem bu evren bütünüyle onun bir sanat eseridir ve iç içe geçen pek çok varlıklar ve düzenlerle mükemmel bir şekilde yönetilmektedir. O halde içindeki en küçük bir atomu ve atomların birleşmesiyle oluşan bir canlıyı da yaratan odur. Bir tek atomu yaratan Allah olduğu gibi; tuğlaları atomlarla örülmüş şu kâinat binasını yaratan da O’dur. Çünkü bütünü yaratan kim ise bütünün parçalarını yaratan da odur. Demek ki, atomu yaratan ve ona düzen veren kim ise, yıldızları yaratan ve aralarına dengeyi koyan da elbette odur. Yeryüzündeki bütün canlılar hücrelerin bir araya gelmesiyle oluşurlar. Hücrelerde ise öyle bir sanat, öyle karmaşık bir yapı ve o kadar hassas ölçüler vardır ki bütün insanlık toplansalar tek bir hücreyi yapamazlar. Bütün mahlûkların en akıllıları ve en kabiliyetlileri olan insanların yapmaktan aciz kaldıkları bir işi her halde kör tesadüfler veya bilinçsiz tabiat kanunları yapamaz.
Öyleyse her bir hücreyi sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi olan Allah’tan başkası yaratmış olamaz. O halde, bir hücreyi kim yaratmış ise onlardan oluşan bir canlıyı da hatta bütün canlıları da o yaratmıştır. Çünkü bütün canlılar hücrelerden oluşmaktadır. Bu gerçeği bir Kur’ân âyeti şöyle ifade eder: “Gökleri, yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, onun varlığının delillerindendir…” (Şûrâ Sûresi, 29. âyet) Bilindiği gibi, bir yerin idaresine birden fazla karışan olsa, orası karışır ve düzen bozulur. Hâlbuki evrende, evrenin büyüklüğü nispetinde çok hassas ölçülerle kurulmuş bir düzen var. Hatta iç içe geçerek birbirini tamamlayan sonsuz sayıda düzenler var. Eğer ikinci bir el karışsaydı her şey karmakarışık olur, düzen alt üst olurdu. Acaba böyle büyük bir evreni yaratan ve bu kadar hassas ve mükemmel bir düzeni kuran bir kudretin yardımcı veya ortağa ihtiyacı olur mu? Farz-ı muhal eğer ikinci bir el karışacak olsa o çok hassas düzen mutlaka bozulurdu.
Demek oluyor ki; düzenin varlığı, Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini gösterdiği gibi, bu düzenin mükemmel olarak devamı da başka hiçbir elin karışmadığını gösterir. Bunun içindir ki, Güneş milyonlarca senedir aynı özellikleriyle dünyamızın lambası ve sobası olmaya devam ediyor. Dünya uzaydaki yörüngesinden sapmıyor. Hayat bütün güzellikleri ile sürüyor. Bir âyet meali bahsettiğimiz hakikate şöyle işaret eder: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu…” (Enbiya Sûresi, 22. âyet) Bütün canlıların kâinatın bir özeti şeklinde yaratılmış olması da her şeyin yaratıcısının Allah olduğunun önemli delillerinden biridir. Şöyle ki: Bir kitabın özetini çıkaracaksanız, mutlaka bütün kitabı okumalısınız. Kitabın bütününü bilmeden güzel bir özet çıkarmanız mümkün değildir. Bir kimsenin bir kitabın mükemmel bir özetini çıkarması o kitabı tam manasıyla bildiğini gösterir. Mesela, çekirdek ağacın mükemmel bir özetidir. Ağacın bütün özellikleri bilinmeden çekirdeğin yapılması da mümkün değildir. Ağacı kim yaratmış ise çekirdeği de muhakkak o yaratmıştır. Bununla beraber bütün kâinatı bilmeyen ağacı da yapamaz. Çünkü bir ağaç bütün diğer canlılar gibi, şu kâinatın bir özüdür ve bütün kâinatla alakası vardır. Örnek olarak ağaçta kullanılan maddelerin hepsi şu evrenden hassas ölçülerle süzülerek toplanmıştır. Ayrıca güneşle, atmosferle, bulut ve yağmurla, kış ve yazla çok ince ve önemli ilişkileri, alış verişleri vardır. Öyleyse kâinatı her yönden bilmeyen biri ağacı yaratamaz. Ağacı bütün özellikleriyle bilmeyen biri çekirdeği yaratamaz. Bütün bunlar tüm evrenin bütün varlıklarıyla birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu ve en büyük şey gibi en küçük şeyin de tek bir Allah tarafından yaratıldığını göstermektedir. Kur’ân bu gerçeği şöyle ifade eder: “Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Ondan başka ilâh yoktur…” (Bakara Sûresi, 163. âyet)
HAYATI VEREN ALLAH’TIR
Allah’ın yarattığı şu evrene dikkatle baktığımızda ilâhî sanatların en büyüklerinin canlı varlıklar olduğunu görürüz. Her bir canlı, hücrelerin alt birimlerinden başlayarak milyarlarca karmaşık sistemlerin organize bir şekilde iç içe geçmesiyle oluşmuştur. Bu da bize o canlının kendiliğinden veya tesadüfen ortaya çıkmadığını, aksine sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Allah tarafından yaratıldığını gösterir. Üstelik canlılar sahip oldukları hayatı Allah’tan başka hiç bir yerden almış olamazlar. Çünkü onların yapımında kullanılan toprak su gibi maddelerin hiç birinde hayat yoktur. Öyleyse hayatı veren yalnızca her şeyi yaratan Allah olabilir. Allah, hayatı kudretinin en büyük mucizesi olarak yaratmıştır. Elbette bu en değerli ve en nazik sanatının çabucak bozulup dağılmasına müsaade etmez. Bu kıymetli sanatın devamını, canlıların rızıklarını temin ederek ve onları koruyucu bazı sistemlerle donatarak sağlar. Bütün canlılar, kendilerine lazım olan gıdaları kolayca elde edebilecek bir ortamda yaratılırlar.
Hayatımız için en gerekli şey olan hava, her tarafımızı sarmıştır. Bütün yeryüzü su kaynaklarıyla donatılmıştır. Topraktan yetişen her türlü besinler canlıların istifadesine sunulmuştur. Bunun yanı sıra bu gıdalara ulaşıp istifade etmelerini sağlayacak organlar verilmiştir. Bütün bu şefkat ve merhamet dolu düzenler elbette kendiliğinden oluşmuş değildir. Aksine her canlıya hayat veren, onların ihtiyaçlarını gören ve sonsuz merhamet sahibi yüce Allah tarafından kurulmuştur. Allah’ın her canlıyı rızıklandırıp yaşattığına dair çok âyetlerden birisi şöyledir: “Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyeceklerini temin edemezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır…” (Ankebut Sûresi, 60.âyet) Bundan başka her canlıya, hayatının devamı için kendisini koruyabilecek bazı cihazlar verilmiştir. Daha dünyaya gelmeden mükemmel bir korunma ve savunma sistemiyle donatılarak gönderilirler. Meselâ hayvanlar kendilerine verilen, boynuz, pençe, gaga gibi silahlarla hayatlarını korurlar. Vücudumuzdaki lenf sistemi, mikroplara karşı bir savunma mekanizmasıdır.
Beynimiz, önümüze çıkacak bütün zararlara karşı önlem alabilecek en kıymetli bir organımızdır. Refleks denilen bir sistemle canlılar kendilerini, düşünmeye bile gerek kalmadan koruma altına alırlar. Meselâ küçük bir çocuğun yere düşerken anîden ellerini yere koyması ve bu şekilde başını çarpmaktan koruması, hayatını kurtaran bir refleks hareketidir. Ölüm korkusu bile hayatın korunmasına hizmet eder. Eğer bu his olmasaydı, canlılar, hayatlarına mal olacak yanlışlıklara kolayca düşerlerdi. Canlıları yaratan ve rızıklar vererek yaşatanın Allah olduğu, bir âyette şöyle ifade edilmektedir. “Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır…” (Rum Sûresi, 40. âyet) Başka bir âyette ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Size göklerden ve yerden kim rızık verir?” De ki: “Allah…” (Sebe Sûresi, 24. âyet) Özetle, canlılara hayatlarını kim verdiyse, her çeşit gıdalarla besleyerek onları yaşatan da O’dur. “O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Yaşatır, öldürür…”(Duhan Sûresi, 8. âyet)
ALLAH HER AN GÖZETENDİR
Yüce Rabbimizin güzel isimlerinden biri de Basîr’dir. Yani O her şeyi görendir. Evrendeki denge, bütün varlıkları her an gördüğünün en büyük delilidir. Şu âlem bir an olsun O’nun kontrolünden çıksa, muhakkak her şey bir kaos içine düşer ve düzen alt üst olur. Çünkü bu büyük ve karmaşık dengenin sürmesi her an Allah’ın görüp gözetmesi sayesinde olabilir. Kendiliğinden olamaz Basîr olduğu için bütün varlıklar her an O’nun gözetimi ve koruması altındadırlar. Allah’ın güzel isimlerinden olan ve her şeyi gözetip takip eden manasına gelen Rakib; ve koruyup kollayan manasına gelen Hafiz isimleri de bu manayı ifade ederler.
Kâinata baktığımızda her şeyin bir düzen üzere devam ettiğini, işlerin yolundan çıkıp dengenin bozulmadığını görüyoruz. Yıldızlar dökülüp dağılmıyor. Güneşin enerjisi bitip tükenmek bilmiyor. Dünya yörüngesinden çıkmadan yoluna devam ediyor. Canlılık yeryüzünde devam ediyor. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, kâinatı yaratan onu görüyor, gözetiyor, koruyup kolluyor. Kendi haline bırakmıyor. Mesela, saatte “yüz elli kilometre” hızla giden bir aracın şoförü gözünü yoldan kısa bir süre için çevirse o aracın başına neler gelebileceğini düşünün. Peki, dünyanın uzaydaki hızını hiç düşündünüz mü? Dünya, güneş etrafında 108.000 (km/h) gibi büyük bir süratle dönmektedir. Bu ise, ses hızını aşan bir jetten elli kat fazla, müthiş bir sürattir. Üzerinde seyahat ettiğimiz şu dünya gemisinin, milyonlarca senedir hiçbir sarsıntı vermeden yoluna devam etmesi onu gözeten yüce bir kudret sahibini akıllara gösterir. Eğer bir an kontrolden çıksa başına gelecek trafik kazasının sonucunu hayal dahi edemeyiz. Demek ki hiçbir şey, hiçbir zaman kendi haline bırakılmıyor. Kontrolsüz kalmıyor.
Allah, bütün canlıları da gözetir. Onları gözetip koruduğuna delil, bir milyonu aşkın bitki ve hayvan türlerinin bütün ihtiyaçlarını gidermesidir. Her birisi kalabalık ordular gibi olan o canlıların, rızıkları, elbiseleri, silahları ve her türlü ihtiyaçları hiç biri unutulmadan karşılanmaktadır. Eğer bütün bunları O Yüce Yaratıcı karşılamasa ve kendi başlarına bırakılmış olsa idiler, aciz kalıp hepsi perişan olurdu. Mesela, insanlara yağmur vermeyip “Haydi bundan sonra içecek suyunuzu kendiniz temin edin” deseydi, acaba insanlığın hali ne olurdu? Ya da koyunların elbiseleri olan yünlerini vermeyip “siz kendi elbisenizi kendiniz karşılayın” deseydi yeryüzünde bir tek koyun kalır mıydı? Bütün canlıları ve ihtiyaçlarını bu kıyaslamaya dâhil edebiliriz. Demek oluyor ki, Rabbimizin görüp gözetmesi sayesinde bütün canlılar O’nun şefkatli yardımlarına kavuşurlar. Bunu ifade eden bir âyet şöyledir: “…Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görür…” (Mü’min Sûresi, 44. âyet)
Allah kullarını bela ve sıkıntılardan koruyarak da gözetir. Dünyada hayatın devamını korumaya alan bütün düzenler O’nun koruyucu olan manasındaki Hafîz isminin bir tecellisidir. Örnek olarak dünyadaki hayat güneşin zararlı ışınlarına karşı ozon tabakası ile korumaya alınmıştır. İnsanlar dualarında, dünyanın musibetlerinden korunmak için O’ndan yardım isterler. Dünyadaki imtihanın bir gereği olarak müminler de bazen musibetlere düşebilirler. Fakat çok defalar O’nun yardımlarıyla korunduklarını fark ederek Allah’a şükrederler. Allah’ın merhametiyle kullarını koruduğunu bir âyet şöyle ifade eder: “…Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin merhametlisidir…” (Yusuf Sûresi, 64. âyet)
İnsanların işledikleri bütün ameller de Allah’ın gözetimi altındadır. Allahü Teâlâ, insanları bu dünyaya mühim vazifelerle göndermiştir. Onlara iyilikleri emretmiş, kötülüklerden sakındırmıştır. İnsanların güzel huylar kazanıp kemale ermeleri, ancak O’nu iyi tanımaları, emir ve yasaklarına uymalarıyla mümkün olur. Bundan dolayı insanların ne gibi davranışlarda bulundukları sürekli Allah’ın gözetimi altındadır. Kur’ân-ı Kerim bize bütün davranışlarımızın Allah tarafından görülüp kaydedildiğini pek çok âyetlerle beyan eder. Onlardan biri şöyledir: “Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.” (Fussilet Sûresi, 40. âyet.) Bazı âyetler de insanların bütün amellerinin görevli meleklerce kaydedildiğini bildirir: “İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf Sûresi, 18. âyet)
O halde bizlere düşen Rabbimiz’in her yerde hazır olduğunu, bizleri gözetip koruduğunu düşünmek, bütün sıkıntı ve ihtiyaçlarımızda O’ndan yardım istemektir. Yaptıklarımızın kaydedildiğini bilerek yanlışlıklara düşmekten sakınmaktır.
Bir yanıt yazın