MÂNÂSI HAKKINDA İZAHLAR
Hayy, lügatte diri, canlı manasına gelir. Allah’ın sıfatlarından olup devamlı var olan, kesintiye uğramayan, varlığı ezeli ve ebedî olan demektir.
Hayy, bütün yönleriyle tam bir hayata sahip olan demektir. İşitme, görme, kudret ve irade sahibi olmanın yanında diğer zatî sıfatlara da sahip olan ve eksiksiz bir hayatın bütün anlamlarını kendinde toplayan kimsedir.
Kamus-u Okyanusta ise şöyle geçiyor: Hayattan vasıftır. Zinde manasına diriye denir.Kelamcılar, ‘el-Hayyu’ lafzının manasının, ‘bilmesi ve muktedir olması sahih, doğru olan zattır’ şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın El-Hayy tavsifi, O’nun mutlak kemal sahibi olduğunu gösterir. Kâmil varlık ise, ne zatında, ne hakiki sıfatlarında, ne de nisbî ve izafî vasıflarında yokluğu kabul etmeyen demektir. (Râzî)
RİSÂLE-İ NUR’DA HAYY İSMİ VE HAYAT
Bedîüzzaman Hazretleri, Lem’alar isimli eserinde 30. Lema’yı Esma-yı Sitte olarak bilinen ‘Ferdün, Hayyün, Kayyumün, Hakemün, Adlün, Kuddüsün’ isimlerinin tefsirine ayırmıştır.
Beşinci nüktede, Hayy isminin tefsirinde, İsm-i Hayy ve İsm-i Muhyî’nin bir cilve-i a’zamından (en büyük cilvesinden) olan “Hayat nedir? Ve mahiyeti ve vazifesi nedir?” Sualine karşı cevab olarak: “Hayat, şu kâinatın en ehemmiyetli gâyesi, hem en büyük neticesi, hem en parlak nuru, hem en latif mayası, hem gâyet süzülmüş bir hulâsası (özü), hem en mükemmel meyvesi, hem en yüksek kemali (mükemmelliği), hem en güzel cemali (güzelliği), hem en güzel zîneti (süsü), hem sırr-ı vahdeti (birlik sırrı), … diye devam ederek hayatın 29 hassasını yani özelliğini saymıştır.
HAYATIN NETİCESİNİN ŞÜKÜR VE İBÂDET OLDUĞU
Madem, kâinat fabrikası hayat için kurulmuş, hayata hizmetkâr ve hayat için var edilmiş, hayat için çalışıp hayatı netice veriyor. Acaba hayat ne için verilmiştir? Hayatın gayesi ve neticesi nedir?
Acaba hayatın gayesi sabah kalkıp işe gitmek; akşam eve dönüp ve sabah yine işe gitmek şeklinde devam eden monoton ve robotlaşmış bir kısır döngüden mi ibarettir? Veya dünyada bir iş başarmak ve mal mülk edinmek veya belli bir makama gelmekten mi ibarettir? Veya sadece dünyadan ve dünya lezzetlerinden mi ibarettir? Bunları hiç düşündük mü?
İşte Bedîüzzaman Hazretleri bunlara şöyle cevap veriyor: “Hem anla ki; bu hayat, madem kâinatın en büyük neticesi ve en azametli (büyük) gayesi ve en kıymetli meyvesidir; elbette bu hayatın dahi kâinat kadar büyük bir gayesi ve azametli (büyük) bir neticesi bulunmak gerektir. Çünkü ağacın neticesi meyve olduğu gibi, meyvenin çekirdeği vasıtasıyla neticesi, gelecek bir ağaçtır. Evet, bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebedîye olduğu gibi, bir meyvesi de hayatı veren Zat-ı Hayy-ı Muhyî’ye karşı şükür ve ibâdet, hamd ve muhabbettir ki; bu şükür ve muhabbet, hamd ve ibâdet ise; hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.
Bundan anla ki, bu hayatın gayesini rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane nimetlenmektir diyenler, gâyet çirkin bir cehaletle; münkirane (inkâr ederek), belki de kâfirane (kâfirlikle), bu pek çok kıymettar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip (hafife alıp aşağılayarak), dehşetli bir küfran-ı nimet (nankörlük) ederler.
Evet, bu kâinatın Sâni’-i ve Hayy-ı Kayyum’u bu kadar hadsiz enva’-ı nimetiyle (nimetlerin çeşitleriyle) kendini zihayatlara (canlılara) bildirip sevdirdiğine mukabil (karşılık), elbette zihayatlardan o nimetlere karşı teşekkür etmelerini ve sevdirmesine mukabil sevmelerini ve kıymetdar san’atlarına mukabil medh ü sena etmelerini (övgülerini) ve emr-i Rabbanisine (Rabbanî emirlerine) karşı itaat ve ubudiyetle (kullukla) mukabele etmelerini (karşılık vermelerini) ister.” (Lem’alar)
Demek, hayatın kâinat kadar büyük bir meyvesi olacak. Bu netice de şükür ve kulluk olacak.
HAYATIN PERDESİZ OLARAK KUDRETİN TASARRUFU OLDUĞU
Hayat, görünürdeki sebepler perde olmadan direk Allah’ın kudretinin eseridir.
Bedîüzzaman Hazretleri, bu konuyu ikinci remizde şöyle izah eder: “Hayatın hem zahiri (içi), hem batını (dışı), hem mülk (görünen), hem melekût (iç yüzü) vecihleri (yönleri) kirsiz, noksansız, kusursuz olduğundan; şekva (şikâyet) ve itirazları davet edecek maddeler onda bulunmadığı gibi, izzet ve kudsiyet ve kudrete münafî (zıt) olacak pislik ve çirkinlik olmadığından, doğrudan doğruya perdesiz olarak Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un ihya edici, hayat verici ve diriltici isminin eline teslim edilmişlerdir. Nur da öyledir, vücud ve icad (var etmek) da öyledir. Onun içindir ki; icad ve halk etmek (yaratmak) doğrudan doğruya, perdesiz olarak Zat-ı Zülcelal’in kudretine bakar. Hatta yağmur bir nevi’ hayat ve rahmet olduğundan, vakt-i nüzulü (inme vakti) bir muttarid (düzenli) kanuna tabi kılınmamış; ta ki, her vakt-i hacette (ihtiyaç vaktinde) eller dergâh-ı İlahiyeye rahmet istemek için açılsın. Eğer yağmur, Güneş’in tulûu (doğması) gibi bir kanuna tabi olsa idi; o nimet-i hayatiye (hayatî nimet), her vakit rica ile istenilmeyecekti.” (Lem’alar)
HAYATIN CAMİİYETİ YANİ TOPLAYICILIĞI
Hem hayatın on altıncı hassasında denilmiştir ki: “Hayat birşeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirir; cüz’ (parça) ise küll (bütün) gibi, cüz’îye (aza) dahi küllî (çok, umumi) gibi bir câmiiyet (toplayıcılık) verir.
Bu noktada 29. Sözde şöyle der: “Bak hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa yetimdir, gariptir, yalnızdır. Münasebeti yalnız oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler ile vardır. Başka kâinatta ne varsa, o dağa nisbeten madumdur (yoktur). Çünkü ne hayatı var ki, hayat ile alâkadar olsun; ne şuuru var ki, taalluk etsin (alakalı olsun). Şimdi bak küçücük bir cisme, meselâ balarısına. Hayat ona girdiği anda, bütün kâinatla öyle münasebet tesis eder ki, bütün kâinatla, hususen zeminin çiçekleriyle ve nebatatlarıyla (bitkileriyle) öyle bir ticaret akdeder (sözleşme yapar) ki, diyebilir: Şu arz, benim bahçemdir, ticarethanemdir.“
Evet, hayatın öyle bir câmiiyeti (toplayıcılığı) var ki; âdeta umum kâinata tecelli eden ekser esma-i hünsayı (Allah’ın güzel isimlerinin çoğunu) kendinde gösteren bir cami’ (toplayıcı) ayine-i ehadiyettir (birlik aynasıdır). Bir cisme hayat girdiği vakit o cismi küçük bir âlem hükmüne getirir; âdeta kâinat şeceresinin (ağacının) bir nevi’ (çeşit) fihristini (özetini) taşıyan bir nevi’ çekirdeği hükmüne geçiyor. Nasıl ki bir çekirdek, onun ağacını yapabilen bir kudretin eseri olabilir; öyle de en küçük bir zihayatı (canlıyı) halkeden (yaratan), elbette umum kâinatın Hâlıkıdır (yaratıcısıdır). İşte bu hayat, bu câmiiyetiyle (toplayıcılığıyla) en gizli bir sırr-ı ehadiyeti (birlik sırrını) kendinde gösterir.” (Lem’alar)
Ayrıca hayat, imanın altı erkânını ispat ettiğini de izah eder. Yani, Allah’ın varlığına ve birliğine, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve kadere iman esaslarını da hayatın ispat ettiğini ve delil olduğunu izah eder.
DUÂDAKİ YERİ VE İSM-İ A’ZAM MESELESİ
İsm-i a’zam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı olur. Meselâ İmam-ı Ali Radıyallâhü Anh hakkında; Ferdün, Hayyun, Kayyumun, Hakemün, Adlün, Kuddüsün altı isimdir. İmam-ı A’zam Radıyallâhü Anh’ın ism-i a’zamı: Hakem, Adl iki isimdir. Ve Gavs-ı A’zam’ın (Abdülkadir Geylani Hazretlerinin) ism-i a’zamı, Ya Hayy’dır. İmam-ı Rabbanî’nin ism-i a’zamı Kayyum’dur ve hakeza (bunlar gibi) pek çok zatlar daha başka isimleri, ism-i a’zam görmüşler. (Lem’alar)
Peygamberimizden (a.s.m) şöyle rivâyet edilmiştir: “Allah’a kendisiyle DUÂ edildiğinde icabet ettiği ism-i azamı (en büyük ismi) üç yerdedir: Bakara, Âl-i İmran ve Taha sureleri.”
Dimeşk hatibi Hişam bin Ammar şöyle demiştir: “Bakara suresindeki âyet, “Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. (O,) Hayy-u Kayyum’dur. O’nu ne bir uyuklama, ne de bir uyku tutar. Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. İzni olmadan O’nun huzurunda şu şefaat edecek olan kimdir? (Onların) önlerindekini ve arkalarındakini (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Hâlbuki (onlar ise) O’nun ilminden, dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Kürsîsi, gökleri ve yeri kaplamıştır. Her ikisinin muhafazası O’na ağır gelmez. Ve O’ (pek yüce olan) Aliyy, (pek büyük olan) Azîm’dir.” (255. âyet), Âl-i İmran suresindeki âyet, “Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. (O,) (ezeli ve ebedî hayat sahibi olan) Hayy, (bütün mevcudat kendisiyle kaim olan) Kayyum’dur.” (2. âyet), Taha suresindeki âyet ise “Ve bütün yüzler o Hayy-u Kayyum (hayat sahibi olan ve her şey kendisiyle kaim olan Allah) için (huzurunda) baş eğmişlerdir. Zulüm yüklenen kimse ise, gerçekten hüsrana uğramıştır.” (111. âyet) (İbn-i Kesir). Dikkat edilirse bu âyetlerin üçünde de Hayy ve Kayyum isimleri geçmektedir.
Hz. Ali’nin (r.a) şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Bedir gününde savaşıyordum. Derken Allah’ın Resûlünün ne yaptığını göreyim diye, O’nun yanına vardım. Yanına vardığımda O secde halinde, ‘Ya Hayyu Ya Kayyum’ diyor, başka bir şey demiyordu. Sonra savaşa döndüm. Daha sonra da, Resûlullah’ın yanına tekrar geldiğimde O, aynı şeyi söylüyordu. Ben, gidip gelmeye ve O’na bakmaya devam ettim. O da, Allahu Teâlâ kendisine fethi müyesser kılıncaya kadar, aynı şeyi söylemeye devam etti.” (Razi)
Yazımızı Peygamberimizin Hayy ismiyle yaptığı bir DUÂsıyla bitirelim: “Ey Allah’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana dayandım, sana yöneldim ve senin için mücadele ettim. Beni saptırmandan senin izzet ve celaline sığınırım. Senden başka ilah yoktur. Sen asla ölmeyen ve daima diri olan (Hayy’) sın. İnsanlar ve cinler ise ölürler.” (Buhari)
Bir yanıt yazın