Sünnet bilindiği gibi, Peygamberimizin söz, fiil ve takrirleridir. Ehl-i Sünnet terkibi ise, “Sünnete taraftar olanlar” manasına gelir. Günümüzde Ehl-i Sünnet denilince amelde Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî; itikatta ise Eş’ari ve Maturidî mezhebine taraftar olanlar akla gelmektedir. Amelde 4, itikatta 2 mezhep, Peygamberimizin ve sahâbenin inanç ve yaşantılarını devam ettirdikleri için, İslâm’ın ilk yüzyılından bugüne kadar daima bu sıfatla anılmışlardır.
Kaynaklarda Ehl-i Sünnet ifadesinin sahâbe ve Tabiin dönemi gibi çok erken bir dönemde ortaya çıktığı görülür. Tabiin’in meşhur âlimlerinden İbn-i Sirin “Önceleri (hadis rivâyetinde) sened sormuyorlardı. Ne zaman ki fitne çıktı, “(hadis naklettiğiniz) adamlarınızın ismini bize söyleyin” demeye başladılar. Bakıyorlar, Ehl-i Sünnet olanların hadislerini alıyorlar, ehl-i bid’anın hadislerini terk ediyorlardı” demiştir. (Müslim, Mukaddime, 5)
Burada dikkat edilirse, İbn-i Sirin “Ehl-i Sünnet” ifadesini “ehl-i bid’a”nın karşıtı olarak kullanmıştır. Bilindiği gibi İslâm’ın ilk dönemlerinde Hâriciler ve Şia, daha sonraları da Mutezile, Cehmiye, Mürcie gibi bir takım bid’at fırkaları ortaya çıkmıştı. Bu fırkalardan kimi Kur’ân ve Sünneti, Peygamber ve sahâbelerin anladığından farklı bir şekilde yorumluyor; kimi, hadisleri inkâr ediyor; kimi de hadis uydurma yönüne gidiyordu. İşte bu bid’at fırkalarına karşı, sahâbenin Peygamberimizden aldığı, sahih Kur’ân ve Sünnet telakkisini muhafaza etmeye çalışan ve Müslümanların ekseriyetini oluşturan (Tabiin ve Tebe-ü Tabiin’den olan) gruba “Ehl-i Sünnet” denildi.
Tabiin ve Tebe-ü Tabiin dediğimiz nesil, sahâbeye ait –Kur’ân ve Sünnet kaynaklı- itikadî ve amelî anlayışı muhafaza ettiler. Tabiin döneminde oluşmaya başlayan tefsir, hadis, fıkıh ilimleri hep bu anlayış üzere yürüdü. Bilhassa fıkhî mezhepler Tabiin döneminde oluşmaya başladı. O dönemde ümmet içinde müctehid âlimler oldukça çoktu ve dört mezhep imamıyla sınırlı değildi. Fakat zamanla diğer müctehidlerin görüşleriyle amel edenler kalmadığı için, neticede ümmet dört mezhep etrafında toplandı ve şekillendi. Bu hal suni ve zorlama bir hareket değildi; ümmetin fıtri (doğal) bir yönelişi olarak tezahür ediyordu.
Ehl-i Sünnetin belki de en son tedvin edilen ilmi, imanî mevzular üzerinde duran ve mücadeleci bir karaktere sahip olan Kelâm ilmidir. İslâm’ın ilk dönemlerinde bid’at grupları ortaya çıktığında sahâbeler ve Tabiin, Kur’ân ve Sünneti sahâbe nasıl anlamış ve yaşamışsa, öylece öğrenip inanmayı, amel etmeyi ve bunu gelecek kuşaklara aktarmayı tavsiye etmiş, Müslümanları dini konuları tartışmaktan sakındırmışlardı. Hicretin 300 senesine kadar bid’at fırkalarına karşı Ehl-i Sünnet itikadını savunan, münakaşa eden bazı âlimler olmuşsa da, (İbn-i Küllab, Haris El-Muhasibi gibi) bunlar münferit kalmışlar, bir ekol/mezhep teşkil etmemişlerdi. O dönemlerde Ehl-i Sünnet itikadı, hadis ve fıkıh âlimlerinin itikadı olarak biliniyordu. “Kelâm” denince daima akla gelen Mutezile mezhebi idi. Hicretin 300 senesinde Mutezileden ayrılan İmam Eş’ari Bağdat’ta, Hanefî mezhebinden olan İmam Maturidi de, Orta Asya’da Ehl-i Sünnetin kelam ekolünü/mezhebini tesis ettiler. İtikatta bu iki mezhebin oluşması ve Müslümanların bu iki mezhep etrafında toplanmalarından sonra, Ehl-i Sünnet denilince daima amelde dört mezhep, itikatta ise bu iki mezhep akla gelir oldu.
Peygamberimiz döneminden bugüne gelinceye kadar, yüzyıllar boyunca ümmetin ekseriyetini Ehl-i Sünnet teşkil etmiştir. Yapılan araştırmalara göre Ehl-i Sünnet, günümüzde dünya Müslümanlarının % 90 (veya 93)’ünü teşkil etmektedir. (Bkz. Kelam İlmi. S.149. Bekir Topaloğlu. Damla yy. 1985. Prof. Topaloğlu, Sünnilerin kendi aralarındaki oranı hakkında da şu bilgileri aktarır; Hanefiler % 53, Şafiiler % 33, Malikiler % 13, Hanbelîler % 1) Tarih boyunca pek çok bid’at fırkaları çıkmışsa da, ya zaman içerisinde sönüp gitmişler (Mutezile gibi) veya ümmet içinde küçük bir azınlık olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. (Şia gibi. Şia tahminen ümmetin % 8 veya 10’unu teşkil etmektedir. Bkz. Diyanet Ansiklopedisi, c.23. İslâm Mad.)
Buraya kadar anlattıklarımızın neticesinde şunu söylememiz mümkündür: Ehl-i Sünnet; hem itikatta hem de amelde Peygamberimizin, sahâbenin, Tabiin ve Tebe-ü Tabiin’in çizgisini, bu zamana kadar devam ettiren, ümmetin en kalabalık ana koludur.
EHL-İ SÜNNETE İŞARET EDEN ÂYET VE HADİSLER
“Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik ve biz onu muhafaza edeceğiz.” (Hicr, 9)
Allah kitabını indirmiş, aynı zamanda onu koruyacağını da vaad etmiştir. Allah bu vaadini, tarih boyunca bazı şahıs veya grupları, Kur’ân’ın lafız ve manalarını müdafaa ve muhafaza etmeye yönlendirmekle göstermiştir. Onlar, tarih boyunca Kur’ân’a muaraza eden veya onun mânâlarını tahrif etmeye çalışanlarla mücadele etmişler ve hakkın her zaman galip gelmesine vesile olmuşlardır. Bu insanların, Ehl-i Sünnet dediğimiz grup olduğu aşikârdır. Çünkü Ehl-i Sünnet, Kur’ân’ı Peygamberimiz ve selef-i salihin nasıl anlamış ve tefsir etmişlerse, o şekilde anlamaya çalışmışlar, aynı zamanda Kur’ân’ın mânâlarını tahrif eden –Mutezile, Mürcie, Hariciler gibi- ehli bid’a ile de mücadele etmişlerdir.
***
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah ileride (onların yerine) öyle bir kavim getirecek ki, O onları sever, onlar da O’nu sever.” (Mâide, 54)
Bu âyette Allah her bozulma döneminde, bu bozulmalarla mücadele edecek, kendisinin sevdiği ve kendisini seven bir grubu getireceğini vaad etmiştir. Ve Allah, her bozulma döneminde, dinine sahip çıkan şahıs ve grupları ümmetin imdadına göndermekle vaadini yerine getirmiştir. Bu şahıs ve gruplar Ehl-i Sünnet içinden çıkmışlar ve her asırda ortaya çıkan bid’at gruplarına karşı dini müdafaa etmişlerdir. Bunun pek çok örneğini göstermek mümkündür. Abbasilerin zayıfladığı dönemde tarih sahnesine çıkan Selçuklular, Moğol istilasından sonra ümmetin başına geçen Osmanlılar, bunlardan yalnızca iki örnektir.
BU KONUDAKİ HADİSLER
Birinci Hadis: “Ümmetim dalalet üzere içtima etmez. Eğer ümmetimin ihtilaf ettiğini görürseniz, siz büyük çoğunluğa (sevad-ı A’zama) uyunuz.” (İbn-i Mace, Fiten, Bab, 8)
İmam Gazali Mustasfa’sında bu hadisin değişik lafızlarla, sahâbelerden Hz. Ömer, İbn-i Mes’ud, Ebu Said El-Hudri, Enes, İbn-i Ömer, Ebu Hureyre, Huzeyfe ve daha başkalarının rivâyet ettiğini ve bu hadisin sahih olduğunu zikreder. (Mustasfa, C. 1, S, 260) Hadis değişik lafızlarla Tirmizi, İbn-i Mace, Ahmed, Hâkim, Taberani, Ebu Hayseme, İbn-i Ebi Asım, Ebu Nuaym, Abd b. Humeyd ve daha başka hadis âlimlerince rivâyet edilmiştir. Acluni bu hadisin kaynak ve ravilerini zikrettikten sonra “Hadisin metni meşhur, senedleri çoktur, onun merfu olduğuna dair müteaddid şahidler vardır” der. (Bk. Keşfü’l-Hafa, C. 2, S. 350. Hn. 2999) Kettani de mütevatir hadisleri topladığı “Nazmü’l-Mütenasir” kitabında bir kısım âlimlerin bu hadisi mütevatir kabul ettiklerini söyler.
Usul-ü Fıkıh âlimleri bu ve benzeri hadislerden yola çıkarak, “Ümmetin ismetine” yani “hata etmeyeceği”ne hükmetmişler ve bu hadisi, icmanın da “edille-i şer’iyye”den olduğuna delil kabul etmişlerdir. Ayrıca bu hadis, bugün ümmet-i Muhammed’in (sav) % 90’ını teşkil eden Ehl-i Sünnetin hak üzere olduğuna da delildir.
İkinci Hadis: İsrailoğullarının başına ne geldi ise, hepsi karış karış Ümmetimin de başına gelecek. Hatta onlardan biri aleni olarak annesiyle zina etse, ümmetimden de bunu yapan olacak. İsrailoğulları 72 millete ayrıldı. Ümmetim ise 73 millete (fırkaya) ayrılacak. Onlardan bir millet (cemaat) hariç hepsi cehennemliktir.” “Ey Allah’ın Resulü, o (kurtulacak olan fırka) hangisidir?” diye sordular. O da “Benim ve ashabımın yolunda olanlar ” buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Taberani)
Kettani bu hadisin Sahâbelerden Abdullah ibn-i Abbas, Abdullah bin Amr, Amr bin Avf, Avf bin Mâlik, Câbir, Ebu Hureyre, Ebu’d-Derdâ, Enes, Hz. Ali, Katâde, Muâviye bin Ebi Süfyân, Sa’d bin Ebi Vakkâs, Ümâme, Vâsile tarafından rivâyet edildiğini ve bu hadisin mütevatir olduğunu söyler. ( Kettani, Nazmü’l-Mütenasir, S. 57, Darü’l-Kütübü’l-İlmiye, Lübnan, 1987)
İslâm’ın ilk döneminden bugüne kadar bir takım fırkalar ortaya çıkmış, fakat Ehl-i Sünnetin haricinde hiçbiri, sahâbelerin yolunu devam ettirmemiştir. Örneğin Şia ve Hâriciler Sahâbeleri tekfir etmişler, Mutezile Kur’ân’ı Sahâbenin anladığı ve tefsir ettiğinden farklı tefsir etmiş, pek çok hadisi de inkâr etmişlerdir. Ehl-i Sünnetse Peygamberimizin (sav) ve Sahâbelerin yolunu aynen devam ettirmiştir.
Üçüncü Hadis: “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar hak üzerinde, daima galib olacak; onlardan ayrılanlar, onlara zarar veremeyecekler; onlar bu haldeyken kıyamet kopacak. (Müslim, Kitabü’l-Emare, Bab, 53)
Kettani “Nazmü’l-Mütenasir Fi’l-Ehadisi’l-Mütevatir” adlı eserinde bu hadisin Hz. Ömer, Muaz bin Cebel, Câbir bin Abdullah, Ebu Hureyre, Ebu Ümâme, Muğîre bin Şu’be, Muâviye bin Ebi Süfyân, Câbir bin Semure, Zeyd bin Erkam, Mürre el-Behzî, Şurahbi’l bin Simt, Ukbe bin Âmir, Sevbân, Sa’d bin Ebi Vakkâs, Seleme bin Nüfeyl el-Hadramî, İmrân bin Husayn’dan –yani 17 sahâbeden- nakledildiğini zikreder. Bir kısım âlimler bu hadisin mütevatir olduğunu söylemişlerdir.
Bu hadiste Ehl-i Sünnete işaret vardır. Çünkü tarih boyunca pek çok bid’at fırkası çıkmış, Ehl-i Sünnetle mücadele etmiş, fakat neticede her zaman Ehl-i Sünnet galip gelmiştir.
Dördüncü Hadis: “Allah her yüz sene başında bu dini yenileyecek bir müceddid gönderir.” (Ebu Davud, C.4, S.480, Hn. 4291, Çağrı Y.)
Bu hadisi Ebu Davud’dan başka Taberani, Hakim, Beyhaki de rivâyet etmiştir. Acluni “Hadisin ravileri sika olup, hadis âlimleri bu hadisin sahihliğinde müttefiktirler” der. (Keşfü’l-Hafa, Hn.740)
Peygamberimiz (sav), madem her asırda bu dini tecdid edecek müceddidlerin Allah tarafından gönderileceğini beyan etmiştir; öyleyse her asırda bu nuranî zâtların gelmiş olması gerekmektedir. Tecdid faaliyeti günümüze gelinceye kadar pek çok âlimler ve evliyalarla gerçekleştirilmiştir. Bu nuranî zâtların hepsi Ehl-i Sünnet içinden çıkmıştır.
Hulasa; Peygamberimizden (sav) sonra ümmet içerisinde, -ümmetin ana gövdesinden- bir takım sapmalar olmuş; fakat Allahın vaadi ve tarihi gerçekler, Kur’ân ve Sünneti ön planda tutan, bu iki mirasa ihanet etmeden, bozmadan, değiştirmeden bugüne kadar getiren, sapık fırkalarla mücadele ederek, hakkın daima üstün gelmesine vesile olan bir fırkanın varlığını göstermektedir. Biz o fırkaya Ehl-i Sünnet diyoruz.
Bizim Ehl-i Sünneti Kur’ân ve Sünnetin haber verdiği fırka olarak göstermemizi kabul etmeyenler, Ehl-i Sünnete alternatif başka bir fırka göstermek mecburiyetindedirler. Fakat başka bir fırka da gösteremeyeceklerdir. Bu da ister istemez Ehl-i Sünnetin alternatifsiz hak mezhep, muhaliflerin ise hakdan ayrılmış olduğuna delâlet eder.
Bir yanıt yazın