Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de bir takım ibretli hâdiseleri zikrettikten sonra, şöyle nida eder “Sizler akıl etmez misiniz?”, “Sizler düşünmez misiniz?” Hâdiselerin iç yüzlerini anlamaya davet eden bu çağrılar, bize Allah (cc)’ın Hakîm ismini nazar verir. Evet, Hakîm ismi, hikmetli işleri iktiza eder, hikmetli işler de düşünmeyi, tefekkür etmeyi, hemen dış görüntüsüne bakıp yanlış hüküm vermemeyi lüzumlu kılar.
Mademki: Rabbimizin her fiili hikmetlidir, öyle ise bize düşen; sâdece görme işini yerine getiren basit mânâdaki görmemizi, hikmet deryasına kaldırıp katreler almak suretiyle -anlayış sâhibi, ders almış- basiret hâline dönüştürmeliyiz. Basiretsiz görme bir şey ifade etmemektedir. Yani ders almaksızın görmek, tecrübe edinmeksizin yaşamak faydasızdır.
İşte sizlere ilk yaratılışa âit birkaç nükte:
EN ŞEREFLİ MİSÂFİR İNSAN
Cenâb-ı Hak semâvât ve arzı yaratıp, her ikisini de kendilerine münâsip melâike, ruhânîler, câmidat, nebâtat ve hayvânat ile tezyin etti. Nihâyetinde ise en kıymetli varlık olarak insanoğlunu yeryüzüne gönderdi. Nasıl ki bir ağacın en son ve en değerli neticesi onun meyvesidir. İnsan da yaratılış ağacının en mühim gâyesi ve semeresidir.
Ağaçtan maksat meyve ise kâinatın yaratılışının bir sebebi de insandır. Evet, bu hâl “hitamuhu misk” (bu ifade güzel bir suretle biten hâdiseler için kullanılır.) kabilinden bir benzerliktir ki hılkatın en sonunda esma-yı İlahiyeye câmi bir âyine olarak misk şeklinde kâinatı şenlendirmiştir. Bu itibarla de ğer ve kıymetimizi anlayıp o ağırlıkta bir kul olmalıyız. Kur’ân-ı Kerîm’de insanın yaratılışı şu âyetle yer almıştır. “Bir zaman Rabbin meleklere buyurdu ki şüphesiz ben, çamurdan bir insan yaratacağım: Bu yüzden (insan suretinde yaratıp) düzenlediğimde ve ona (yarattığım) ruhumdan üflediğimde hemen ona secde ediciler olarak yere kapanın” (Sad, 71-72) Bu iki âyette, insanın özüne dâir iki husus dikkat çekicidir. Bunlar, insanın “çamurdan yaratılması” ve “ruhunun Allah’ın halk ettiği ruhtan üflenmesi”dir. Bu iki öz insanın tedenni ve terakkide uçları açık olan istidadına işâret etmektedir. Çamur ciheti, insana nedenli aşağı, zâlim, günahkâr bir mahlûk olabileceğini ve gururlanmaması lâzım geldiğini ihtar ediyor.
Ruhtan üflenmesi ise ne kadar mükerrem, şerefli, nâzenin ve nâzdar bir muhâtab-ı İlahî olduğunu müjdeliyor. Aynı zamanda, âyetteki “(yarattığım) ruhumdan üflediğim” tabiriyle Cenâb-ı Hak, insanın yanındaki kıymetini nazara vermektedir. Çünkü Rabbimiz bir kısım varlıkların makamlarını yüceltmek istiyorsa onları kendisine nispet eder. Mesela Beytullah (Allah’ın evi), Nâkatullah (Allah’ın devesi), Halilullah (Allah’ın dostu) ifadelerinde olduğu gibi.
Evet, bu ulvî yaratılışımızı düşünüp âhiretimizin zararına mânâsız, lüzumsuz, sonu pişmanlık ile bitecek işlerle uğraşmamalıyız.
Anafor Benlik
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem (as)’ı yarattıktan sonra meleklere ve İblis’e, ona secde etmelerini emretti. Bu emre melekeler tereddütsüz itaat ederken, İblis “kendince” bahanelerle ayak sürüdü.
Bu itiraz onu kâfir yapıp, huzurdan kovulmasına ve lanetlenmesine sebep oldu. İblis’in bu itaatsizliğine gerekçe ise “madde” idi. Ona göre kendi mayası olan ateş, Hz. Âdem (as)’ın özü olan çamurdan daha değerli ve üstün idi. Fakat bilemedi ki; dünya ve içindekilerinin hepsinin Allah katında bir sinek kanadı kadar kıymeti yoktu. Anlayamadı ki; asıl üstünlük itaatte ve takvadadır, kemiyette değil keyfiyettedir. Benliği onu öyle kör etmişti ki; asıl hünerin Rabbinin emrettiklerini yapıp, yasakladıklarından uzak durmakta olduğunu göremedi. İşte İblis’i leme rezil eden ve Rahmet-i İlahiyeden mahrum kalmasına sebep “şahsî anlayışları” idi.
İmtihan gereği zaman zaman ikilemde kaldığımız olaylarla karşılaşırız.
Bu yol ayrımında “ben merkezli” ve “dünya odaklı” anlayışların bizleri İblis ve avanelerinin çetesine dâhil edeciğini, Kur’ân ve Sünnet’e dayanan görüşlerimizin ise nimet verilenlerin cemaatine ilhak edeceğini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.
Evet, İblis’in haddini aşan ibretli hâli bize “bence, bana göre” diye başladığımız cümleleri bir daha gözden geçirmemizi ihtar etmektedir. Çünkü kendimizi beğenme hâli bütün hataların başıdır.
İNSAN VE İBLİS’İN YOL AYRIMI
İnsanoğlunun yaratılışında iki imtihan vardır. Birincisi; İblis’indir ki secde etmemekle kaybetti. Bu davranışı onun süflî bir varlık olduğunu, iddia ettiği gibi üstün olmadığının bir delilidir. İkincisi ise; Hz. Âdem (as) ve Havva Validemizin imtihanlarıdır.
Allah (cc) onlara; Cennetin her türlü nimetinden önlerine serip, bir ağaca yaklaşmamalarını emretti. Onlar da İblis gibi (Mektubat, 12.Mektup’ta geniş izah vardır.) itaatsiz davrandılar ve Cennetten ihraç edildiler. Buraya kadar birbirine benzer davranışlar sergileyen insan ve İblis bu noktadan sonra birbirlerinden ayrıldılar.
İtaatsizliğini şahsî görüşleri ile teyit etmeye çalışan İblis’in hâli “özrü kabahatinden beter” sözüyle paralellik arz etti.
Hz. Âdem (as) ise itaatsizliği için bahane öne sürmek yerine pişman olur ve seneler sürecek tövbe istiğfara başlar.
Evet, bizlere bu iki emre karşı iki itaatsizliğin farklı şekilde neticelenen sonlarında mühim dersler vardır. Bir kısım âyet, kudsî hadis ve hadislerden anlıyoruz ki, günahsızlık gâye değildir. Eğer Rabbimiz böyle kullar isteseydi, bizleri de melâike gibi sâbit makamlı, günahsız varlıklar olarak yaratırdı.
Bu hâl ise Gaffar, Settar, Tevvab gibi bir takım isimlerin tam anlaşılmasına mâni olurdu. Fakat bu, günaha muhakkak girilmeli anlayışından ziyâde, belki gaflet hastalığı ile işlediklerimizden temizlenmenin daha faziletli olduğunu işâret etmektedir.
Rabbimiz Kur’ân’da “Allah günahlarından temizlenenleri sever”, “Tevbe edenleri sever” der, ama “hiç günah işlemeyenleri sever” demez. Evet, yanlış işler ve davranışlarda bulunmuş olabiliriz, ama bize düşen ise o hâl üzere devam etmek yerine afv ve mağfiret dilemektir. Suçumuzu vesile yapıp Rahmetini kendimize celb etmektir. Bu hususta Mevlâna Hazretleri der ki: “Ya Rabbi, günahlarımızdan şikâyetimiz sebebiyle onları bizlerden ref eyleme (kaldıma), çünkü onlardır ki bizi mahcup edip huzurunda boyun eğdirip, yalvartır.”
Evet, ne mutlu o kimselere ki günahlarının ağırlığından secdede pişmanlık ve tevbe gözyaşlarıyla Rabbinin merhametini yol bulmuşlar.
“Ey Rabbim bizlere yaratılıştaki bu hikmet parıltılarından hakkıyla ders alanlardan eyle…” Âmin.
Bir yanıt yazın