En büyük nasihatci ölümdür. Bu yüzden ‘Nasihat istersen ölüm yeter’ sözü darb-ı mesel olmuştur.
Ölüm, vurdumduymaz hayatımızı dizginleyen ilahî bir ikâzdır.
Ölüm, gençlerin sefâhatte gitmemesi gerektiğinin ilk dersidir ve dünyaya neden gönderildiğimizin sırrını barındırır içinde.
Hayat meşgalesinde bazen kafamıza inen bir tokat olur ve ayağımızı düzgün atmamız gerektiğini harf harf hatırlatır cümlemize.
Ama biz insanlar yine gaflet sarhoşluğunda ilerlemeye devam ediyoruz ve yakın çevremizde ölen birileri oldukça hayatımızı biraz düzeltiyor daha sonra acısı dinince de devam diyoruz eskiye!
Bir gün apansızın gelen kararla ‘mühlet tamam’ denilecek, biliyor ama yine de kırık cam parçalarını elmasa tercih etmeye devam ediyoruz. Ellerimize batan, ruhumuzu kanatan ve gözlerimizi karartan cam kırıkları…
Yarım kalan hayallerle son nefesimizi verdiğimizde, hiç bitmeyecek zannettiğimiz hayatımız sönüp bittiğinde ve nefsimizin sadece kendine yakıştıramadığı ölümün nihayetinde bize de yakışacağı o gün de, çare kimde, kaçış nereye?
Şairin dediği gibi:
Bak gök mavi, ummân mavi, gülyüzlü terâne
Dünyâda yetim kim, kime kalmış ki bu hâne.
Fermanla gidip bir daha dünyâya dönüş yok
Hasmın mı ölüm şimdi, yarın gelse kaçış yok.
Yâr olmadı nemrûda cihân, sır; iki perde
Bin yıl yaşayanlar ne bırakmış, izi nerde.
Vuslat gelecek çünkü nebîler de mezarda
Dünyâ ebedî olsa bu hicran niye var da.
Üç gün yaşadık, kış gelecek sonrası nîsan
Artık yumuşak sînede cân vermeli insan.
Yollar kısa hem pek de çetin, âhiri toprak
Sultanları bilmez ki ölüm, her diriliş hak.
Dünyaya ölmek için geldiğimizi ve hatta dünyanın dahi ölümlü olduğunu unutmamak gerek. Dünya bizi içinden çıkarıp atmadan biz onun muhabbetini kalbimizden çıkarmalı ve dünyaya ait hiçbir şeyi hakiki manada kalbimize bağlamamamız lazım. Yoksa manevî fillerimiz kalbimizi tatmin edemez ve eksik kalır.
Kabristanlar ah-u figan eden kitabelerle dolu. Ölülerin başuçlarındaki o kitabeler dünya hayatının bütün cazibesine ve doyumsuzluğuna rağmen ne kadar aldatıcı olduğunu öğretir bize. Biraz da onlardan dinlemek lazım hayatı.
Elimden geldiği kadar gitmeye çalıştığım Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesinde bu defa ilginç bir eserle karşılaştım; Mezar ve Şiir Kitabeleri. İbrahim Aczi KENDİ (1883-1965) tarafından kaleme alınan bu eser 12 Nisan 1335 (1917)’de Konya Hatunsaray’da telif edilmiş, sonradan yer yer ilaveler de yapıldığı görülmekte.
Müellifin ilk paragrafı:
‘1314 (1896) tarihinden beri pür merak neticesi ziyaret ettiğim kabristanlarda görüp okuduğum, her biri hazin fakat insanı, hayatı, halleri ifade eden şiirleri mezar taşlarından istinsah ederek not ederdim. Yıllardan beri perakende (dağınık) cep defterimde olduğu için, hepsini bir yere alarak toplu bulundurmayı düşündüğümden bu mecmuayı yazdım.
Acı, tatlı geçen insan hayatı neticede toprak altına girip yatmak olduğundan, onların başuçlarındaki bu garip şiirler, canlı ve manalı mahiyet altındadır.’
Bütünü 54 varak (108 sayfa) olan bu eserden birkaç kitabeyi paylaşmak istiyorum;
Bir gonca idim, tez soldum ah
Vermedi ecel mühlet nâgâh
Beka yok, ey zail ibret al
Hayat bir zıll-ı hayal her gâh
Binbaşı El-hac Hasan Ağa
Defteridir bu mühr ü mâh
Bahşedip bir Fatiha sen de
Ruhuna âmin hâh. h.1274 (m.1858)
Bütün ömrüm naz ve naîm içinde
Geçti fakat cümlesi de yalanmış
Nihayet mesken bu toprak içinde
Kibir, gurur, ihtişamlar ziyanmış. h.1313 (m.1897)
İlâhi! Rûz-u mahşerde Bana güna gün ecir eyle
Ne dertlerle hela oldum Şühedâ ile haşr eyle
Sana kurban edip cânım Eyledim türab meskeni
Rahimsin, ab-ı rahmetinle Külli isyanım affeyle. h.1235(m.1820)
Ömrünün baharı tez geldi geçti
Ecel genç yaşta Güzide’yi seçti
Ezeli mukadder bu emr-i haktır
Ruhuna Fâtiha çünkü o paktır. (1944)
Sürdüm bunca ömür; acı, tatlı
Görmedim bir vefa fani cihanda
Meğer zıll-ı hayalmiş sürdüğüm demler
Sebat yokmuş asla rütbe nişanda. h.1261(m.1845)
Gece derse bakarken odamda
Pencereden taca kurşun kıydı hayatıma
Bilmem neden bî günahtım o demde
Hainler sebep oldu genç iken memâtıma. h.1316 (m.1899)
(Bozkır’ın Tahtalı köyünden ve talebe-i ulûm Hasan Efendi ruhuna…)
Sebepler ne olursa olsun ölümün belirli bir yaşı yok ve ecel, genç ihtiyar dinlemiyor.
Bize âhireti hatırlatan mevte hazırlıklı olmak herkesin en birinci vazifesi.
Nefsimize biraz daha gem vurmak için ölümü ölenlerden dinlemek lazım sanırım.
Kabristanlar ürktüğümüz mekânlar değil, bize ders verir, birer muallim olur her mezar taşı. Bu nazarla gitmeli oralara ve bir Fatiha yollanmalı mümin kullara.
Zira âkıbet bu. Ki unutulmamak için unutmamak lazım değil mi!
Bir yanıt yazın