Şu âleme dikkatli ve hikmetli bir nazarla bakılsa, herşeyin (maddenin) bir manâ ve bir hakîkate hizmet ettiği görülür. Âdetâ, manâ ve hakîkat merkezde, madde ve sûret de onların etrafında kâh eriyerek, kâh değişerek, kâh parçalanarak, kâh başkalaşarak kendilerini manâ ve hakikat uğrunda fedâ ediyorlar, fâni ediyorlar, hizmet ediyorlar. Zaten madde ile sûret, manâ ve hakîkatin ortaya çıkması, anlaşılması için vardır. Yoksa onların yerine geçmek ve hizmet edilmek ve merci olmak için değildir. Fakat asrımızda akıllar, kalpler, nazarlar, dikkatler dünyaya yani fâniyâta yani madde ve sûrete dalıp dikkat kesildikleri için herşey maddede aranıyor. Madde esâs yapılıyor. Ona ehemmiyet veriliyor. Ve dolayısıyla hakikatler ve manâlar perdeleniyor, gizli kalıyor, anlaşılmıyor ve de gâye olamıyor.
Milyarlarca galâksi, içlerindeki milyarlarca yıldızlarıyla beraber meczûb birer mevlevî gibi hem kendi etraflarında hem de birbirlerinin etraflarında dönüyorlar. Kâinatta muazzam bir hareketlilik içinde dâimî bir faaliyet gözüküyor. En küçük yapı taşı olan atomlar hattâ onların da alt parçacıkları, baş döndürücü, göz kamaştırıcı bir hızla dönüp, müthiş bir değişim ve dönüşüm içinde hizmet ediyorlar.
Peki, kâinattaki bu harekât, bu değişim, bu dönüşüm, bu faaliyet, bu cevelân ve cereyân niçin oluyor? Bütün bu muazzam ve daimî hareket madde ile mi yoksa manâ ile mi izah edilebilir? Bu hareketliliğin ‘baş aktörü’ gözüken atoma sorulsa “Sen neden böyle hiç durmaksızın dâimâ müthiş bir hızla hareket ediyorsun? Gâyen nedir senin? Nedir bu koşuşturman?” O akılsız, şuursuz, kendi içinde donuk olan atom lisân-ı hâliyle diyecek ki: “Ben kendi namımla kendi hesabıma hareket etmiyorum. Hattâ ben neye hizmet ettiğimi dahi bilmiyorum. Rabb’im beni ulvi gayeler ve âlî maksatlar için beni tahrik ediyor, istihdam ediyor, hizmet ettiriyor.” “Nedir o ulvî gayeler ve âlî maksatlar?” denilse maddenin özü ve esâsı olan atom, cehaletini ve âcizliğini itiraf edecektir.
Bir yanıt yazın