Cenâb-ı Hakk insanı, her türlü yeteneği kendinde toplayıcı bir varlık olarak yaratmıştır. O istidadlarla her türlü hayır ve hasenatı yaparak, dünyada en yüce kemalâta ve âhirette de bütün nimetlere ve saadetlere kavuşarak en yüksek derece ve tabakalara çıkabilir. Öyle de insan o istidadlarıyla, bütün küfür ve dalaleti yaşayarak dünyada en sefih ve zelil bir duruma düştüğü gibi âhirette de bedbaht olarak her türlü ceza ve azaba kendini müstahak edebilir. Cenâb-ı Hakk insanlara, hikmet ve adaletinin gereği olarak mükâfat ve cezaya vesile olacak, bir parça dilemekten ibaret olan, bir cüz-i ihtiyariyi vermiştir. Fakat insan bu cüz-i ihtiyarisiyle bütün istidat ve yeteneklerini hayra veya şerre sarf edebilecek imkâna sahiptir.
Hikmet ve adalet sahibi olan Allah, insanları imtihana tabi tuttuğu için, bu cüz-i ihtiyariye, tercih etmekte bir hürriyet ve serbestlik vermiştir. Bu hürriyet ve özgürlük ise iki kısımdır. Birisi İslâm medeniyetinin kabul ettiği hürriyettir ki, akıl ve vicdanın istekleri noktasında serbest ve özgür hareket etmektir. Yani akıl ve vicdanın ölçüleri dâhilinde her insanın ne kendine ne de başkasına zarar vermeyecek derecede hür ve özgür yaşamasıdır. Çünki başkasının hak ve hukukuna saygılı olmamız lazım geldiği gibi, kendi vücudumuz ve şahsımıza da zarar vermememiz icab eder. İşte İslâmiyet bütün beşeri sistemlerden farklı olarak bizler için bu hürriyeti yaşamayı emretmiştir. Zira İslâmiyet ne yapmamızı istiyorsa şüphesiz bizim için de toplum için de yararlıdır; hiçbir zararı yoktur. Mesela iyilik yapmayı, zekât ve sadaka vermeyi, namaz kılmayı, oruç tutmayı, helal şeylerden istifade etmek gibi şeyleri emrediyor. Bunların topluma sadece faydası vardır; hiçbir zararı yoktur. Velev ki onların savaştaki zayiat, zekâttan dolayı malın eksilmesi ve ibâdet meşakkati gibi zahiren cüzi sayılabilecek zararları varsa da, sayamayacağımız kadar faydalı yönleri, o zararları hayır hükmüne getirir. Çünki, hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir, hayır hükmüne geçer.
Hem akl-ı selimle düşünen herkes bilir ki, İslâmiyet’in insanlar için yasakladığı şeylerde, şüphesiz birçok zararlar vardır. Görünüşte bir kısım faydaları varsa da cüz’îdir. Onların küllî zararlarına nisbeten bu cüz’î faydalar hiç hükmündendir. O çok olan zararlardan dolayı, cüz’î faydaları da zarar hükmüne geçer. Mesela içki içmek, fuhşiyata gitmek, hırsızlık, tefecilik gibi yasakları işleyenin cüz’î bir istifadesi varsa da, dünya ve âhirette çok büyük kayıp ve zararları olduğu şüphesizdir. Bir gram menfaat için tonlarca zararlara katlanılmaz. Âyet-i kerime’de “Ey insanlar! Sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibâdet edin, ta ki, takvâ sahibi olasınız.”(Bakara, 21) diyerek Allah’a kulluk yapmamızı emrediyor.
Bir yanıt yazın