Şüfeyyü’l-Esbâhî, Hz. Ebû Hureyre’den (ra) naklediyor: “Resûlullah (asm) buyurdular ki: “Kıyamet günü ilk çağrılacaklar: Kur’ân’ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teâlâ Hazretleri Kur’ân okuyana:
“Ben Resûlüme inzal buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?” diye soracak. Adam:
“Evet, yâ Rabbi!” diyecek.
“Bildiklerinle ne amelde bulundun?” diye Rabb Teâlâ tekrar soracak.
Adam: “Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum” diyecek. Allâhu Teâlâ Hazretleri:
“Yalan söylüyorsun!” diyecek. Melekler de ona:
“Yalan söylüyorsun!” diye çıkışacaklar. Allahu Teâlâ Hazretleri ona:
“Bilakis sen, “Falanca Kur’ân okuyor” densin diye okudun ve bu da söylendi” der.
Sonra, mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri: “Ben sana bolca mal vermedim mi?
Hatta o kadar bol verdim ki kimseye muhtaç olmadın” der. Zengin adam, “Evet yâ Rabbi” der.
“Sana verdiğimle ne amelde bulundun?” diye Rabb Teâlâ sorar. Adam:
“Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim” der. Allâhu Teâlâ Hazretleri:
“Bilakis sen, “Falanca cömerttir” desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi” der.
Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri:
“Niçin öldürüldün?” diye sorar. Adam:
“Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım” der. Hakk Teâlâ ona: “Yalan söylüyorsun!” der. Ona melekler de:
“Yalan söylüyorsun!” diye çıkışırlar. Allah Teâlâ Hazretleri ona tekrar:
“Bilakis sen “Falanca cesurdur” desinler diye düşündün ve bu da söylendi” buyurur. Sonra (Resûlullah (asm) Ebû Hureyre’nin (ra) dizine vurup):
“Ey Ebû Hureyre! (r.a) Bu üç kimse, Kıyamet günü, cehennemin aleyhlerinde kabaracağı, Allah’ın ilk üç mahlûkudur!” dedi.”
[Müslim, İmâret 152, (1905)] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 7/307,308
Her şeyi hakkıyla gören/işiten/bilen Rabbimiz için geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman şu an gibi görünür. Cenâb-ı Hak bu hadîs-i şerîfte kıyamet manzaralarından birini Resûlullah (asm) vasıtasıyla bizlere bildiriyor. Bu güne kadar yaşadığımız ve bundan sonra yaşayacağımız hayatı doğru değerlendirip iyi bir rota belirleyelim diye. Şimdi bu kıssadan çıkardığımız bir kaç hisseyi sizlere takdim etmek istiyorum:
1. İhlâs (Allah rızasını esas tutma,
samimiyet) amelin ruhudur.
Cesed için ruh ne ise amel için de ihlâs odur. Ruhsuz cesed nasıl kıymetini yitirirse, ihlâssız amel de değerini öyle kaybeder. İhlâssız amelin dünya hayatında bir parça getirisi olabilir; fakat âhiret hayatında hiçbir faydası olmaz. Bilakis âhireti kaybettirir. Allah’ın rızasını dünyevî ve fani şeyler için terk eden kişi âhiretten hiçbir nasîb alamaz. ‘‘İsteyene dünyadan, isteyene de âhiretten nâsib veririz’’ diyor Cenâb-ı Hak. Sahi siz hangisinden isterdiniz? Her ikisini de isteriz dediğinizi duyar gibiyim. Evet, doğrusu da budur.
Bedîüzzaman Hazretleri “Umumun malûmu olsun ki: İki elimde iki hayatımı tutmuşum, iki hasım için iki meydan-ı mübarezede iki harb ile meşgulüm. Tek hayatlı olan âdem meydanıma çıkmasın.”1 derken iki hayatı da istemenin gereğine işaret etmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken şey; dünyayı isterken âhireti, âhireti kazanayım derken dünyayı kaybetmemektir. Bazen dinini rüşvet verip dünyayı kazanamayanlar olduğu gibi, ihlâssızlıkla hem dünya hem de âhirette hüsrana uğrayanlar da vardır. Burada düsturumuz şu olmalı: Âhirete ihlâsla çalış, dünyadan da nasîbini (helâl dâiresinde olmak kaydıyla) unutna!
2. Dünyevî muvaffakiyet ve insanların beğenisi Rızâ-yı İlâhinin
göstergesi olmayabilir.
Allahu Teâlâ Hazretleri meydan-ı imtihan olan şu dünyada her vesile ile kullarını dener. Herkese iste(di)ğini bu maksadla verir. Hadiste kıssaları anlatılan kişilere istedikleri verilmiştir; fakat imtihanı kaybedip Rızâ-yı İlâhiyi kazanamamışlardır. Dolayısıyla elde ettikleri şeyler de onlar için nimet değil, belki birer âfet olmuştur. Görünüş bazen aldatır. Halkın nazarında makbul olan Hakk’ın yanında beş para etmeyebilir. Halkın beğenmediği, Hakk’ın hoşnut olduğu nice ameller vardır. Onun için Allah dostları, insanların medh-ü senalarını ve dünyevî makamları istememiş, elden geldiği kadar bunlardan kaçmaya çalışmışlardır. Çünkü dünyevî rütbeler ve makamlar kabir kapısına kadar ışık verse de kabirden itibaren sönmeye mahkûmdur.
3. Her nimetin bir külfeti vardır.
Yerinde sarf edilmeyen nimet, isrâftır.
İnsana verilen her nimetin bir imtihanı, bir hesabı vardır. Onun için “her nimetin bir külfeti vardır” denilmiştir. Yani her nimet beraberinde bir yük, bir zahmet, bir zorluk taşır. Elbette ücret de külfet mukabilindedir. Nimetin külfeti onu Cenâb-ı Hakk’ın istediği şekilde kullanmaktır. Aslında zorluk, onu yerinde kullanmakta değildir. Zorluk, insanın nefsinden kaynaklanmaktadır. Zira her biri birer emanet olan nimetleri, sahibinin istediği şekilde sarf etmek istemez insanın nefsi. Nefse ağır gelen budur işte. Bu mücadelenin zorluğu nisbetinde de ücreti olacaktır. Peki, yerinde sarf edil(e)meyen nimet ne olacak? Yerinde sarf edilmeyen nimet, isrâftır. O nimete ve onu veren zata karşı bir hürmetsizliktir. Nimetin kıymetini düşürmektir. Nimeti boşa harcamakla verilmesindeki hikmeti hebâ etmektir. Bundandır ki yüce Rabb’imiz bizi Kur’ân’ında şöyle uyarmaktadır: “Sonra o gün, (size dünyada verilmiş olan) ni‘metlerden (teker teker) mutlakā sorulacaksınız!”2 Cenâb-ı Vâhib-ül atâyâ hazretlerinin bizlere ihsan ettiği hadsiz nimetleri rızası yolunda harcamayı cümlemize nasîb ve müyesser eylemesi dileğiyle.
Mektûbât, 381
Tekâsür, 8
Bir yanıt yazın