MÜLK CİHETİ VARLIKLARIN İNSANLAR TARAFINDAN ALGILANAN ŞEKLİDİR
Mülk ciheti eşyanın, sırf insana görünen kısmıdır ki eşyanın gerçek hakikati bu değildir. İnsan varlıkları algılarken,
1- Zahiren sebebleri (varlıkları) iş yapar ve kudret sahibi gibi görür.
2- Âlemde ve yaratılmışlar içinde şerlerin ve çirkinliklerin vücud-u hakikileri, yani gerçek bir varlıkları varmış gibi görür.
3-Yaratılan şeylerin bazısı bazısından daha zor ya da daha kolaymış gibi görür.
Hâlbuki bu üç temel bakış da tamamen insanın iç dünyasında oluşmakta olup kâinatın ve yaratılışın gerçekliği bu değildir. Bu farklı görüşün sebebi, insanın yaradılış ve hissiyatının eşyanın hakikatini, yani melekût cihetini algılamaktan aciz oluşudur. Aslında mülk ciheti şu kâinattan insanın ruhuna akseden hususi dünyasından başka bir şey değildir.
Melekutiyet ciheti ise, eşyanın hakikatidir. Allah tarafından yaratıldığı gibi, her an onun var etmesiyle varlığı devam edebilen kâinatın gerçek hâli, Allah’ın görüp bildiği şekildir. Kâinatın bu gerçek yönünde;
1- Allah’dan başka hiçbir şeyin, gerçekten bir iş yapmadığı görünür.
2- Şer ve çirkinliklerin gerçekten mevcut olmadıkları ve asıllarının adem, yani yokluk olduğu görünür.
3- Eşyanın iş ve etki yapma kabiliyeti bulunmadığı için kudret-i ilâhiyeye de hiçbir etkilerinin bulunmadığı görünür.
Bu yüzden kudrete nisbetle, kâinatın tamamı ile bir zerre aynı derecede kolaydır. Yani “kâinat daha zor da olsa kudret sonsuz olduğu için fark etmez” düşüncesi de tam isabetli değildir. Çünkü kâinat kudrete nisbetle daha zor da değildir.
Bu hakikati Risâle-i Nur’un çeşitli, yerlerinde izah edilmiştir. Onlarda birisi şöyledir:
“Mülk ve zahir veçhinde, kudret-i Samedaniyenin izzetine ve kemaline münafî hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz’edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat canibinde, herşey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzât mübaşeretine münasibdir, izzetine münafî değildir. Onun için esbab sırf zahirîdir, melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.
(Tılsımlar, 22. Söz)
Üstteki iktibasta, mülkün zahirle; melekûtun da hakikatle eş anlamlı olarak kullanılması, bahsettiğimiz hakikate ışık tutmaktadır.
İNSAN İÇİN EŞYANIN MELEKÛTUNU GÖRMEK MÜMKÜN MÜDÜR?
Her mümin mesela güneşe mânâ-yı harfi ile bakarak “güneş kendisinden çok yaratıcısını gösteriyor” diyebilir. Fakat eşyanın melekûtiyet cihetini görebilmek, ancak Allah’ın kendisine olan bir ihsanıyla sebebler tamamen nazarından silinen ve her şeyi hayır ve nurani gören zatlara mahsustur. Ayrıca, bu zatlar her zaman melekûtu müşahede ederler diye bir şart da yoktur. Üstad Bedîüzzaman evliyanın eşyanın melekûtunu görebilenlerine şu cümlesiyle işaret eder: “(Kur’ân’daki meziyet) Ne, melekûte geçen evliyaların eserinde; ne, umûrun bâtınlarına geçen İşrakiyyunun kitablarında; ne, âlem-i gayba nüfuz eden ruhanîlerin maarifinde hiç bulunmuyor.”
(25. Söz)
Kur’ân-ı Kerim’deki, “İbrahim’e Semavat ve arzın melekûtunu gösteriyorduk” âyeti de bu manaya işaret ediyor gibidir.
(En’am suresi, 75)
MELEKÛTİYET-İ EŞYA İLE ÂLEM-İ MELEKÛT FARKLIDIR
Âlem-i mülk ve melekût tabirleri ile eşyanın mülk ve melekût cihetleri arasında farklılık vardır. Tabirlerin benzerliği bu farkın gizlenmesine sebeb olabilmektedir. Melekût, melekler demek değildir. Saltanat manasına gelen mülkün mübalağalısıdır ve ilahî saltanatın haşmetli ve perdesiz bir şekilde tam görünmesi demektir. Kamus-u Okyanus 3. cild sh.116 da melekut için, “Mübalağadır. İzzet ve saltanat ve azamete ıtlak olunur (söylenir). Ehl-i tahkik “mülk” ü alem-i zahirde (görünen dış alem), “melekut” u alem-i batında (görünmeyen iç alem) isti’mal ederler (kullanırlar).” diyor.
Aslında dünya dâhil bütün âlemin hakikati, melekût cihetidir. Fakat dünyada sebebler, insanın nazarında kudret-i rabbaniyeye perde olduğu için saltanatın haşmeti bir nebze gizlendiğinden, buraya âlem-i mülk denilmektedir. Fakat semavat tabakatında ve manevi âlemlerde, esbab perdesi bulunmadığından veya bulunsa bile ora ahalisine perde olamadığından saltanat-ı ilahiyenin haşmeti ve kudret-i Rabbaniye’nin bizzat mübaşereti tam tezahürdedir ve bu sebeble o ulvi âlemlere âlem-i melekût denilmektedir. Yani, âlem-i melekut melekler âlemi manasında değildir. Oralar meleklerin de meskenleri olmasından melekûtun melekler manasına geldiği zannolunmaktadır.
Netice olarak; âlem-i melekut ve âlem-i mülk ifadesiyle iki çeşit alem ve mekan kasd olunurken; eşyanın mülk ve melekutu ifadeleriyle tek bir eşyanın veya alemin zahiri görünüşü veya hakiki mahiyeti kasd edilmektedir.
Bir yanıt yazın