Yâ Muhammed! (asm) Vicdanıma sordum.
En samimi, en halis ve en derinden gelen ve beni asla şaşırtmayan
ve kendisi de asla şaşmayan ve daima (sırf) iyinin ve doğrunun tasdikçiliğini yapan edasıyla ve bütün kuvvetiyle bağırıyor.
Seni tasdik ediyor. Ra’d kuvvetinde haykırıyor ki;
Yâ Muhammed! (asm) sen Allah’ın elçisisin.
Bir insan ki; küçük bir çocuğun, küçük kuşunun vefatına taziyede bulunuyor. Onunla (onun anlayacağı dil ve üslup ile) dertleşip teselli ediyor. Hanımıyla yarış yapıyor. Bazen geçip ve bazen de geri kalıyor. Yanında korkudan titreyen bir kişiye, “ben kurutulmuş et yiyen bir kadının evladıyım” diyecek kadar alçak gönüllü ve mütevazı. Aynı insan, huzurunda, şecaat kahramanı Hz. Âli’yi titretecek kadar azametli. Aynı insan miraçta, gök ehlini selamlayacak kadar ulviyetli.
Bir insan ki; masumiyet kelimesi O’ndan alır manasını. Asalet kelimesi, O’ndan alır feyzini. Vakar kelimesinin manasını tanımlayan o’dur. Ve merhamet O’nda tecessüm etmiştir.
Bir adam ki; adam gibi denildiğinde anlatılmak istenen ve hayal edilen ve zihinlerde tasavvur edilen bütün hasen ahlaka ve bütün Memduh kemalata ve aşıkunun meftun olduğu bütün cemalata sahiptir.
Bir yetim ki; âlemlerin sahibi, O’nun bakım ve himayesini kimseye bırakmayıp bizzat korumuş. Ne babasını görebilmiş, ne annesine doyabilmiş, ne de muhterem dedesini doyumluk görememiş. Her şeyin hakiki vekili ve kefili olan Allah (cc)hem vekâlet ve hem de kefalet etmiş.
Bir masum ki; ardından hile çeviren ve planlar yapan ve tuzaklar hazırlayanların sayısı ne birdir ve ne de bindir. Böyle iken O’na hazırlanan bütün suikastlar akim kalır. O’na hazırlanan bütün tuzaklar neticesiz kalır. O’na yapılan bütün planlar bozulur. O’na hürmetsizlikle uzanan bütün eller büzülür.
Bir sadık ki; gökte bir elif çizer, Ay O’nu doğrulamak için yarılır. Bir ağacı çağırsa yerinden çıkıp davasını doğrular. Bir kertenkeleye bile sorsa ben kimim? Sen Allah’ın Resulüsün der ve davasını doğrular. Bir dilsize sorsa ben kimim? Hemen dile gelir ve davasında O’nu doğrular.
Bir sadık ki; hayatının evvelinde, ahirinde, gizlisinde, açığında, hiddetinde, sükûtunda, hatta şakasında da ne bir yalan ve ne de yalanı işmam eden bir söz, bir hal, bir tavır görülmemiş.
Bir sadık ki; verdiği hiçbir haber ihbarını zıddıyla vaki olmamış. Ve vaki olmayacak hiçbir şeyi haber vermemiş. Verdiği bir haberin doğruluğu için arz vazifesini aksatmış.
Bir hatip ki; ne çocukluğunda, ne gençliğinde, ne ihtiyarlığında, ne sevincinde ve ne de en mahzun hallerinde, ağz-ı mübarekinden; kışır veya kabuk nevinden lüzumsuz bir kelime veya cümle çıkmamış.
Bir nur ki; O nura bakmakla nurlandı bütün gözler.
O nura yönelmekle çürümekten kurtuldu özler.
O nura söylenince butlandan kurtuldu sözler.
O nura tabi olmakla ebeden kurtulduk bizler.
Bir şerif ki; zayıf bir eşeğe binse iltifattan en öne geçer. Bir deve dokunsa, sevinçten tırıs koşar. Müşrik bir kalbe dokunsa, imanla dolup taşar. Bir şehre girse, bütün şehirlere Sertaç olur. Bir haneye girse bolluktan taşar. Bir yüze dokunsa kandiller gibi yanar. Bir başı mesh eylese, doksan yaşında da genç kalır. Bir saçı sıvazlasa sevincinden simsiyah kalır.
Bir mübarek ki; girdiği bütün haneler berekete boğulur. Bir suya nefes etse miskler gibi kokar. Bir kuyuya tükürse nehirler gibi coşar. Bir yemeğe dokunsa bir dua etse, üç kişilikken, o iltifattan yetişir üç yüz kişiye. Girdiği beldeler hep yağmur görür.
Bir adil ki; bazen harp meydanında incittiği askerine kısasa izin verir. Bazen dağdaki kurtlar gelip O’ndan hak talep eder. Aşırı yük çekmekle ve türlü eziyetle incinen bir deve derdini O’na şikâyet eder. Kızım Fatıma da olsa çalanın elini keserim der. Kuvvetsiz mazlumlar O’nunla kuvvet bulur. Kuvvetli zalimler O’nunla zayıf kalır.
Bir dâî ki; her ne vakit, her ne için, her nerede, her ne şekilde, her neyi kastederek, her ne ölçüde dua edip istiyor. Hem istediği anda, istediği şekilde, istediği yerde, kastettiği surette ve ölçüde veriliyor. Demek bütün dualara yegâne icabet edici olan Zat-ı zülcelalin katında o kadar sevgilidir ki, hiçbir duasını ve ricasını ve niyazını kırmıyor veya kıramıyor.
Bir kumandan ki; harpte kılıcı kırılan aslan yürekli ve teslimiyetine bir hudut tayin edemeyeceğimiz bir askerine kuru bir çubuğu verip el’avn kılıcına çevirir.
Bir kumandan ki; kolu koparılmış bir askerinin kolunu bir nefes ve bir mesh ile yerine yapıştırır ve tekrar harbe yollar.
Bir kumandan ki; ordusuna taarruz eden bin adet düşmana bir ŞÂHETÜL VÜCUH der, bin sayha olarak kulaklarına çarptırır. Bir avuç toprağı bin adet küffara bin avuç olur. Her birinin gözüne birer avuç doldurur.
Bir kumandan ki; ani bir baskınla neredeyse tamamı dağılmış olan ordusunun en zor anında ve kendisi de en korunmasız, savunmasız anında, avcı hattında şecaat-i kutsiyesiyle ileri atılıp, gök gibi gürleyen ve şimşek gibi şakıyan ve “Ben Allah’ın Resulüyüm” diyerek davasındaki nihayet vüsukunu gösteren bir kumandan.
Bir vezir ki; O’nun gelişiyle cümle âlemler şenlenmiş. Bütün mahlûkat envaı, gelişiyle şereflenip O’na hoş amedi etmiş. Hem de birer mucizesine mazhariyetle O’nu davasında tasdik etmiş.
Bir nebi ki; Hz. İsa (as), O’nun ümmetinden olmayı dilemiş.
Yâ Muhammed! (asm) Vicdanıma sordum. En samimi, en halis ve en derinden gelen ve beni asla şaşırtmayan ve kendisi de asla şaşmayan ve daima (sırf) iyinin ve doğrunun tasdikçiliğini yapan edasıyla ve bütün kuvvetiyle bağırıyor. Seni tasdik ediyor. Ra’d kuvvetinde haykırıyor ki; Yâ Muhammed! (asm) sen Allah’ın elçisisin. Sen Habib-i Rabbül âleminsin. Sen hatemül enbiyasın. Sen mahbub-u mahlûkatsın.
Zatını görmedim fakat feyzini alıyorum. Sen manevi bir güneşsin. Vicdan aynamda aksini görüyorum. Bunu bizzat yaşıyorum.
Bir yanıt yazın