Adâvet, düşmanlık ve muhabbet, sevgi anlamlarında kullanılan iki zıt sözcüktür. Bu yazımızda bu iki kelime etrafında tefekkür edeceğiz. Muhabbetle adâvet insanda bulunan iki histir. Bunların bir araya gelmesi ve bir arada bulunması ise bir mıknatısın iki zıt kutbu gibidir. İnsan kimi zaman sevdiklerine karşı muhabbet ederken, kimi zaman da sevmediklerine karşı adâvet besleyebilir.
Yalnız bu iki duygunun belki aynı anda bir kalpte hakîkî olarak bir arada bulunması mümkün görünmüyor. O zaman da biri hakîkî iken diğeri mecazî olur. İnsanın becerisi bu iki zıt hissi bir arada ve dengeli olarak tutabilmesindedir.
MUHABBET İKİ TÜRLÜDÜR
1. Allah’a karşı muhabbet: Muhabbet hissi Allah’ı sevmek için verilmiştir. Çünkü muhabbete sebep her ne var ise asıl membaı Rabbimizdir. Allah sevgisi, onun adına peygamberleri, evliyâyı, mü’minleri, insanları ve mahlûkatı da sevmeyi gerekli kılar. Allah’a muhabbet onun emir ve yasaklarına uymayı netice verir.
2. Mâsivaya karşı muhabbet: Mâsivaya karşı muhabbet Allah nâmına olmalı. Allah sevgisi dışındaki sevgiler Allah’ın emir ve yasaklarının dışına çıkılmasına sebep olursa zararlıdır. Yoksa zararsızdır.
Kâinatın yaratılmasında pek çok hikmet ve sebepler vardır. Bu sebeplerden biri de muhabbettir. Allah’ın muhabbetine alâmet bizdeki muhabbettir. Ama bunlar arasında farklılıklar vardır. Bizdeki muhabbet zâtî değildir. Allah’ın muhabbeti ise zâtîdir.
İnsan kâinatın en câmî bir meyvesi olduğundan kâinatı içine alacak bir muhabbet o çekirdeğin içine konulmuştur. Bu yüzden onun insaniyeti onu kâinatla alakadar etmiştir. İnsan kâinatla o kadar alakadardır ki; kâinatta insanın ilgi ve dikkatini çekmeyen bir şey yoktur. Mesela insanlar sınırları zorlayıp uzaya gidiyorlar.
Çekirdekle ağaç nasılsa kâinatla insan da öyledir. İnsan kâinatın neticesi ve hulasası aynı zamanda da kâinatın çekirdeğidir.
İnsan kâinatın çekirdeği olduğundan kâinatla alakalı her şeyin muhabbeti insanın kalbinde yer buluyor. Çekirdekte tüm ağacın programının olması gibi…
Sonsuz bir muhabbete layık olacak sonsuz cemal, kemal ve ihsan sahibi olmalıdır. İnsan kalpteki bu sınırsız muhabbet potansiyelini fânî mahlûka harcayamaz. Harcamaya kalksa da kalp tatmin olmayacağı için hüzün ve eleme düşer.
Bir güzelin aynadaki aksini seven aslında aynada gözüken güzelin kendisine müştak olmalıdır. Resmi sevip resimde akseden güzelden gafil olmak ahmaklıktır.
Kâinatta bu güzelliklerin devamlı bulunması ama mazharlarının yani üzerlerinde görünen mahlûkatın sürekli değişmesi gösteriyor ki, cemal kemal ve ihsanın kaynağı varlıklar değil. O varlıklarda tecellî eden Allah’tır.
Gündüz gitse yerini geceye devretse de güneş ışığını dünyanın başka yüzlerinde göstermektedir. Bir nevî gündüz geçici, gündüzün membaı olan güneş ise kısmen daîmîdir.
Su üzerinde kabarcıklarda güneşin aksinin gözükmesi kabarcık patlayınca arkadan gelen kabarcıkta ışığın yansıması, kabarcıkta gözüken ışığın kaynağının kabarcık olmadığını belki gökyüzünde sürekli parlayan güneş olduğunu insanlara ispat eder.
İşte kâinattaki varlıkların zeval bulması ama güzelliklerin, hayatın, hareketin eskisi gibi devam etmesi, olan olayların ve güzelliklerin membaının Allah olduğunu bize gösteriyor…
Allah’ın gayrine olan muhabbet yönünü şaşırdığından yani fıtrata aykırı olan yöne kaydığından insanı sıkıntılar ve belalar içine sokuyor. Çünkü insan muhabbet ettiği şeylerin kendisinde daimî kalmasını ister. Onları bu sahiplenme hissi de ona verilmiştir. Ancak bakar ki her şey bir şekilde kendisini terk etmeye mahkûm. Bu durumda yapacağı ya onlara adâvet etmek veya onlar onu terk etmeden kendisi onları terk etmek ve tüm muhabbetlerin aslını bulup başındaki bu derin beladan kurtulmak.
İşte zaten kaynağını Allah’tan almış olan muhabbetin her türlüsü yine O’na dönerse sevgi gerçek yerini bulur. Bir kişi elbette ailesini, malını, akrabalarını sever. Vatanını, milletini sever. Ancak farkında olunması gereken bu sevgilerin hepsi zaten kendi malı değildir. Fıtratına sonradan konulmuş hassalardır. Bu sevgi hissinin şükrü ise Allah’a olan teşekkürdür ki böylece bütün muhabbetlerin yönü gerçeğine dönsün.
Mesela ticaret hayatında başarısız olup bütün malını kaybeden bir adam, bunun neticesi intihara kadar giden bir serüven yaşayabiliyor. Hâlbuki bu mallar zaten kendisinin ölmesiyle de kendini terk ediyor. Ve hiçbir mal çokluğu bu adamın hayatına hayat katmıyor. Oysaki önceliğimiz hep muhabbetin kaynağına yöneliş olsa bu talihsiz olayları da “O verdi, O aldı.” değerlendirmesi içinde yapardı. Bir derece (muhabbetullahın derecesi nispetinde) teselli bulurdu.
ADÂVETİN ZARARLARI NELERDİR?
Husumet ve adâvet mü’minler için çok zararlıdır. Kişinin hem şahsi hayatını hem de toplum hayatını zehirler. Şeytan iman edenlerin gücünü kırmak için araya husûmet ve düşmanlık sokmaya çalışır. Bir mü’minin hatalarını, eksikliklerini husûmet konusu yapmaya çalışır. İman edenlerin birbirlerine sevgi ve şefkat gözüyle bakmalarını engellemek ister. Mü’min bir başka mümine karşı, inkârcıların ve dine muhalif olanların vasfı olan kindarlığı kalbinde taşımaktan her zaman Allah’a sığınmalıdır. Şeytanın bu konuda etkisi ve teşvikinin olabileceğini aklından çıkarmamalı ve temkinli davranmalıdır.
Âl-i İmran Sûresi 134. âyetinde mü’minlerin daima öfkelerini yenen ve haklarından bağışlama ile vazgeçen kişiler oldukları belirtilmektedir. Peygamber Efendimiz de bir hadis-i şerifinde:
“Kin tutmaktan kaçının, zira o helak edicidir.”
buyurarak, mü’minleri kinden sakınmaya çağırmıştır. Zaten mü’minler değil birbirleriyle çekişmek ve kin duymak, çok güçlü bir muhabbetle birbirlerini sever, çok güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma içinde olurlar. Bunun nedeni güçlü imanları, Kur’ân’a olan sıkı sıkıya bağlılıkları ve Rablerine duydukları sevgileridir.
Netice olarak adâvet ve muhabbet insanın kalbine âit iki fonksiyondur. İkisi de insan hayatı için vazgeçilmez duygulardır. Bunlar yerli yerince kullanılır ise insan hayatı ve toplum hayatı için güzel sonuçlar verir. Eğer istikamet dairesinde kullanılmazlarsa hem insan hayatını hem de toplum hayatını zehirler, kötü neticeler verir.
Bir yanıt yazın