Aslında bu cam aynaya lisan gibi görünüyordu şu nazik hatla yazılmış bu manidar kelimeler. Aynayı konuşturuyordu. Her bakan ölümlüye ölümsüz bir güzellik tarifi veriyordu. Aynada ne mi yazıyordu?
“Gencin süsü güzel ahlâktır”
Muhtemelen annemdi ilk buluşmamız için beni ona götüren. O, kendisiyle ne de çok zaman geçirdiğim. O sevdiğim beğendiğim… Bazen görmeyi istemediklerimi gözüme gözüme soktuğu için kırıldığım, kırdığım, kaçındığım ama her seferinde yüzümü dönüp tekrar barış şuâlarımı uzattığım. Mahreç derslerinde bol bol “dad harfi” çalıştığım. Birlikte güldüğüm, ağladığım. Beni bana benden iyi tarif etmekten asla vazgeçmeyen ısrarcı yoldaşım, haldaşım, sırdaşım, asla ama asla yalan söylemeyen vefakâr arkadaşım!
Ayna!
Akarken zaman ışık hızıyla, “hayata üç beş dakika ara!” demeli de öyle bakmalı insan aynaya. Herkesin en sağlam tanığıdır ayna. Tanıdıklar içinde en açık sözlü olanıdır ayna.
Yusuf’un köle kaderine ferman, en güzellere en güzel hediye diye sunulandır ayna!
Şimdi yine karşımda bir ayna. Bakıyorum. Ben doğmadan az evvel yeryüzünde hiç ayna kalmamış olsaydı diye düşünüyorum. Düşünüyorum hatta tabiattan kaldırılmış olsaydı yansıma kanunu. Gördüğüm onlarca kişinin en net portresini oturtabiliyorken hafızamın ön camına, kendime dair belleğimde hiçbir aksin bulunamayacak olması ne de hazin bir yoksunluk olurdu bir düşünüyorum. Hiçbir nesne dolduramıyordu bu ayna yokluğundan doğan boşluğu. Ve evet insanlığın ses, görüntü kaydedicilerini keşfetmek merakları da hep bu kendilerini bir aynada seyretmek iştiyakından geliyordu.
Bakıyorum, görüyorum, düşünüyorum ve alışmışlık perdesi altında gizlenmiş ayna gerçeğinin ne de çok ihtiyaçlısı olduğumuzu fark ediyorum. O ikramı geniş keremler efendisine teşekkürler ediyorum.
Kendine dair farkındalığın adresiydi ayna. İnsanın güzelliğini çirkinliğini kişinin önce kendi gözüne gösteren kanundu. Eksikliğin telafisine ilk adım, yüz ve gözdeki kiri silmeye parlak bir sebepti ayna…
İnsan, el ve kanat kıpırdanışlarıyla durmaksızın temizlenen sineklerden daha fazla layıktır temiz kalmak iştiyakına. Süsten sebeplenmemiş tek bir kırıntı bırakılmamışken kâinatta, kâinatın sebebi olan insan kirli, eski ve çirkin kalmayı sevemezdi, sevmedi. Bu sevemeyişle daha da bir sevdi aynayı. Temizlenme, süslenme yenilenme sebebimizdir ayna! Biz aynayız. Ayna bizden daha fazla biz! Ayna! Halimiz. Gerçeğimiz! Ayna! Vazgeçilmezimiz.
Geçmiş ve geleceğin ara bir yerinde durup gümüş bir çerçevenin tam ortasındaki o mert arkadaşımla yüzleştiğim esnada düşünürken bütün bunları; çerçevedeki çiçeksi motiflerle birbirine karışmış, nazik rika çizgilerinin bağrından lâhûtî bir boyut açılıverdi düşünce ufkuma.
Aslında bu cam aynaya lisan gibi görünüyordu şu nazik hatla yazılmış bu manidar kelimeler. Aynayı konuşturuyordu. Her bakan ölümlüye ölümsüz bir güzellik tarifi veriyordu. Aynada ne mi yazıyordu?
“Gencin süsü güzel ahlaktır”
…
Aynadaki güzele daha dikkatli bakıyorum.
Bakmak bir göz hareketinden ibarettir. Ya görmek? Göz ve aklın birlikteliğiyle fark etmektir fark edilmeyi bekleyen bir gerçeği.
Bakıyorum bir daha bir daha bakıyorum.
Öyle ya. Çok beğenmediğimiz/hiç beğenemediğimiz elimizdeki, yüzümüzdeki, bedenimizdeki tüm çirkinlikleri/güzellikleri ve ya bütün çirkinlik/güzellik sebeplerini en fazla götürebildiğimiz yer; kara peçesiyle saklandığımız toprak. Önce emziren sonra da yiyen bir anaya ait, istesek de istemesek de atıldığımız o soğuk kucak! Güzeli de çirkini de meçhule çeviren, abalıyı da kaftanlıyı da sıkıp öğüten; mengene kundak! Belli ki artık ne hayran bırakan uzuvlar ne de saklanmaya çalışılanlar emanetçisiyle kalacak! O halde “Ben neyim şimdi?” diye sormadan edemiyorum. Ve kendime şöyle bir cevap veriyorum: “Gezinen gölge, savrulan toz.”
Bu kaçıncı boyut bilmiyorum ama sanırım artık aynada kendimi göremiyorum.
…
Ebede kadar eşlik etmiyor bize yeşil gözler çekme burunlar, nazenin bedenler, narin libaslar… Asude sonsuzluğun en seçkin tarifçisinin sözüdür bu:
“Gencin süsü güzel ahlaktır.”
Seçkin tarifçinin takipçilerinden olan Mevlânâ kendisine has üslubuyla bahsediyor ahlâktan:
“Ey sûrete tapan! Niceye dek bu sârete tapma sevdası? İnsan sûret ile insan olsaydı Muhammed (sav)’le Ebû Cehil eşit olurdu.”
Bu sırdandı: Hz. Eyyûb’ün kurtların istila ettiği yaralarından pis kokular yayılırken, ruhundan ebet bahçesinin rayihaları geliyordu.
Bu sırdandı: On sekiz yıl o yaralardan şikâyet etmeyen Eyyûb (as), şifa bulduğu sabahın şafağında; artık “Ey güzel kulum! Bu sabah nasılsın?” diye hali sorulmayacak olmasına ağlıyordu. Evet, Eyyûb (as), aynaya baktığında eskisinden daha genç ve güzel bir çehre görüyordu fakat Ezeli güzelin (hastalık sebebiyle gelen) hususi iltifatları artık ruhunda ışımıyordu. Çünkü Eyyûb (as) cam parçalarına değil ölümsüz elmasa âşık olmuştu. Buydu Eyyûb (as)’ı bunca güzel yapan. Ezelî sevgilinin en sevgililerinden yapan buydu.
…
Güzelliğin, temizliğin tutkunudur insan ya hani. Ve sonra kirli bir hayvan geçecek olsa yanından elbisesini toplar da sakınır ondan. İçimiz dışımıza çevrilebilseydi eğer çok daha kaçınılası olduğumuzu görürdük kaçındıklarımızdan? Libasını temasından koruduğu köpeğin Bistami’ye dile gelişi gibi konuşabilseydi hepimize tüm kirler ve kirliler: Ve O’nun gibi bir kulağımız olabilseydi de işitebilseydik şu seslenişleri: “Bizden size bulaşacak kir üç defa yıkamakla temiz olur. Ama sizin nefsinizdeki kir yedi derya ile yıkansa temiz olmaz!”
Kirlerden, kirlilerden kaçtığınca kaçar mı ki insan, kalbini kirleten kirli zanlardan, çamurlu ihtiraslardan? Yüzündeki lekelerine, aknelerine hayıflandığınca hayıflanır mı her biri ruhunu kemiren kronik virüsleri olan ucbuna, kibrine, ye’sine? Gençliğini, güzelliğini elinden alan hastalıklara evhamlandığınca gam çeker mi, kalbini an an öldüren kötü olan tüm alışkanlıklarına, hoş olmayan bütün hasletlerine? Cam aynalar başında eğleştiği kadar koşar mı insan lâhûtî aynalara? Bakar mı kendisine, Ezel ve Ebed Sultanının huzuruna çıkmak için hazır mıyım diye? Temizler mi kendini? Süsler mi? Yeniler mi? Her an çıkabileceği o huzur için hazır olarak bekler mi?
Ayna! Lâhûtî ayna! Ön yüzü mürekkeptendir, arka yüzü hamurdan. Haberler alırsın kendine dair mübarek satırlarından. Acıtan, inciten esasta beş paraya değmeyen ve senin sımsıkı kavradığın cam parçalarıyla ellerini nasıl da kanattığını seyredersin tılsımlı sayfalardan. Kısa bir gelecek için edindiğin endişelerin ve kederlerinle nice çirkin olduğunu anlatır da sana utanırsın. Ardından soyunursun baştan tırnağa gamlarını “Ebedi hayat için endişelenmek” adında, sana çok yakışan bir libası kuşanırsın. Öyle parlak elmaslar gösterir ki, ellerinin acısını bile unutur da onlara uzanırsın. Lâhûtî aynalara baka baka, bir de bakmışsın Ezeli Güzelin bir güzeli de sen oluvermişsin.
Lâhûtî ayna! İlk babamdı beni onunla tanıştıran. İlk görüştüğümüzde neler düşünmüşümdür diye düşündüğümde çok şey düşündüğüm. Düğüm düğüm olmuş akıl kalp ve vicdanımı karşıma oturtup tarifini yapan tüm kördüğümlerin çözümünün. Lâhûtî ayna! Sûret değil sîret portremi bırakan hafızama. Ruh kabımda ne var ne yok döken kucağıma. Sonsuzluğa kadar benimle kalacak olan beni, anlatan bana. Hiç olmasaydı diye asla düşünmek bile istemediğim. Nûrânî sayfalarım! Mânâ yüklü lambalarım! Ayna kitaplar! Katışıksız arkadaşlarım! Hayat yolculuğumda hiç fasılasız yoldaşım! Baktıkça köleliğime fetva olsun diye dualar mırıldandığım. Ayıplarımı benden hiç saklamadığından zaman zaman küstüğüm. Çirkinliğimin izahınca güzelliğin sırrını fısıldadığından her yüz çevirişin sonrasında daha bir iştiyakla kendisine döndüğüm.
İnsanın yarısı ayıptan diğer yarısı da kayıptandır denilir. Kayıp olan yarının tılsımını açanın ayıp olan yarısı da kayıp oluyor. Geriye sırlı iksirin letafetinde tam bir insan kalıyor.
Sır ne mi?
Sır, Muhammed’i (asv) mümtaz kılan, Eyyûb’u güzel yapan… Karbonu kömür olmaktan, yanmaktan kurtaran… Kendisini çözenlere çamurdan elmas çıkaran…
Sır… “Fenâdan kalbi çevirip bekaya âşık olabilmek! Güzel ahlâk bu demek! İnsan olmak bu demek!”
Bir lügatte şöyle yazıyordu: “Biz bu dünyaya üç harfin mahrecini çıkarmaya geldik. Ayın/ şın/ kaf!”
Evet geldik. Çamurdan halimizle, hamurdan aynalar önünde A-Ş-K’ı talim etmeye geldik. Hece hece, ayna sahibine şükranımızı arzetmeye geldik!
Bir yanıt yazın