Evini ve tesettür emrini esaret görüp görenek belasıyla açılıp saçılan, kendini sokağa atan bir kadın, işte asıl o zaman esarete düşmektedir. Birçok pis nazarların mahkûmu olmaktadır. Evinde yabancılaşan, buna bedel dışarıda herkesle ahbap olan erkek ve kadın, sosyal çözülmenin ve ahir zamandaki en büyük fitnenin en önemli unsurudur.
Sözlükte “bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek” anlamına gelen tesettür, dinî bir kavram olarak, kişinin bir zaruret olmaksızın açılması ve bakılması helâl olmayan uzuvlarını örtmesi demektir. Bu kavramdan daha çok kadınların, yabancı erkeklere karşı, eli ve yüzü dışındaki uzuvlarının örtünmesi anlaşılmaktadır. (1)
Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyet-i kerîme ile kesin hükme bağlanmıştır: “Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hep birden Allah’a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (2)
İslâmiyet öncesi toplumlarda durum İslâm’ın emrettiklerinden çok farklıydı. “Araplarda tesettür âdet değildi. Cahiliyet devrinde kadına hürmet yoktu. Eski cahiliye kadınlarında erkeklerin dikkatlerini çekecek şekilde göz alıcı biçimde açık saçık çıkan, açılıp saçılan orta malı olanlar bulunurdu. Bundan dolayı kız çocuklarını diri diri gömenler olmuştu.” (3)
Kadının açıksa suiistimal edilmesi birçok sosyal yaraların açılmasına sebep olmaktaydı. İslâm’ın “Cennet anaların ayakları altındadır” dediği kadın, ayaklar altına alınıyordu. Hatta orta çağ Avrupa’sında kadın yok sayılıyor, insan yerine bile konulmuyordu. Yaratılışça nazik, nazenin, şefkat madeni olan kadın, bazen en zor işlerde çalıştırılıyor; bazen de yaratılışına en zıt şekilde muamele görüyordu. Erkeği tamamlayıcı ruh bütünlüğüne ve ruh güzelliğine sahip bulunan kadın, günahta körleşmiş gözler için sadece etten ve dış güzellikten ibaret algılanıyordu. (Bu durum maalesef hâlen geçerliliğini korumaktadır.)
İslâmiyet’in gelmesiyle, bütün şefkat ve merhametlerin sahibi olan Rahîm-i Hakîm, şefkatten yoğrulmuş varlıklar olan kadının hukukuna sağlam ve kalıcı düzenlemeler getirmiştir. Kadının değerini yükseltmiş, toplumda hak ettiği yeri vermiştir. Bu mealde “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar.” (4) emriyle erkekleri ikaz etmiş; “Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar.” (5) diyerek kadınların da sosyal refleksini belirlemiştir. Ta ki, toplumun iki temel taşından biri olan erkek, iffetini korumakla terbiye edilsin, ahlâk yüksekliği kazansın; diğeri olan kadın da, kalesi hükmünde olan cilbabını (6) giymekle maddi manevi taarruzlardan muhafaza olsun.
Ümmü Seleme (r.a.) demiştir ki: “Cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler” âyeti nazil olduğu zaman Ensar kadınları üzerlerine siyah elbiseler giyerek öyle bir ağırbaşlılık ile çıkmışlardı ki, başları üstünde kuşlar varmış gibi idi.
TESETTÜR KADINA NE KATMIŞTIR?
“Tesettür kadınların tanınmalarına, dağınık cariyelerden, adi kadınlardan vakar ve heybetle seçilerek hürmet edilmelerine ve dolayısıyla incitilmemelerine elverişli olan biçimdir. (7) Gerçi eziyeti kendilerine davet edecek olan içi bozukları örtü tutacak değildir. Fakat imanlı, temiz kadınların, kirli bakışlardan yuvalarında gizli inciler gibi korunmuş kalmalarına en uygun olan biçim de budur.” (8)
“Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor… Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymetdar birer refika-i ebediye (cennet arkadaşı) olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan (manen alçaklıktan), zilletten ve manevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor. Hem kadınlarda, ecnebi erkeklere karşı fıtraten korkaklık ve tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten tesettürü iktiza ediyor (gerektiriyor).” (9)
“Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayat (hayat arkadaşı) olacaktır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı başkasının nazarını (bakışını) [açık-saçıklıkla] kendi mehâsinine (güzelliklerine) celbetmemek (çekmemek) ve kocasını darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir.”
“Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile (karşılıklı emniyet) ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık-saçıklık, o emniyeti bozar ve o mütekabil (karşılıklı) hürmet ve muhabbeti de kırar.”
“En serseri ve asrî bir genç dahi, refika-i hayatını namuslu ister. Kendisi gibi asrî, yani açık-saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder (yönelir). Kadın öyle değil, o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının -aile hayatında müdür-ü dâhilî (içişleri müdürü) olması haysiyetiyle kocasının bütün malına ve evlâdına ve her şeyine muhafaza memuru olduğundan- en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık-saçıklık ise bu sadakati kırar, kocasının nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir.” (10)
TESETTÜR ESARET MİDİR?
Bütün kâinatı yoktan var eden Allah’tır. Bugün bilimin daha çok azına ulaşabildiği kâinatta var olan harikulade düzen ve nizamın kurucusu da Allah’tır. İmkân dediğimiz olabilirler bütününü olur yapan ve hizmetimize veren yine Allah’tır. Binaenaleyh, gözüne sınırsız gelen kâinatta kendini hür addeden insanın, sosyal hayat düzeni çerçevesinde farz kılınan –mesela- tesettür emrini esaret olarak algılaması; elbette yersiz ve gereksiz bir vehimden ibarettir.
Rabbimiz, peygamber eşlerine ve onların nezdinde bütün mü’minelere “Evlerinizde oturun. (11) Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (12) âyet-i kerimesiyle, cahiliye toplumundaki problemlerin önünü almanın ve kadını hak ettiği nezahete taşımanın yolunun evi ve örtüsü olduğunu vurgulamaktadır.
Evini ve tesettür emrini esaret görüp görenek belasıyla açılıp saçılan, kendini sokağa atan bir kadın, işte asıl o zaman esarete düşmektedir. Birçok pis nazarların mahkûmu olmaktadır. Evinde yabancılaşan, buna bedel dışarıda herkesle ahbap olan erkek ve kadın, sosyal çözülmenin ve ahir zamandaki en büyük fitnenin en önemli unsurudur. Namuslu kadınlara eziyet veren, gençliği dizginlenemez hale getiren, evliliğin üçüncü gününde boşanmalara sebep olan; elbette sosyal hayattaki yozlaşma ve hürriyet adı altında gelen esaret travmalarıdır.
SONUÇ OLARAK
Evet, el birliğiyle bu kötü gidişe dur denilmelidir. Daha doğrusu herkes elini önce kendi vicdanına koymalı ve nefsine dur diyebilmelidir. Kendisini değiştirmeyen hiçbir şeyi değiştiremez. Meksika’da otobüslere mahremiyet getiren şeyin de sosyal bir olgu -doğru ifadesiyle- fıtri bir ihtiyaç olduğunu hatırlamakta fayda var.
1- http://www.diyanet.gov.tr/turkish/default.asp
2- Nûr Sûresi, 31. âyet
3- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili,
4- Nur Sûresi, 30. âyet
5- Nur Sûresi, 31. âyet
6- CİLBAB: Baştan aşağı örten çarşaf, ferace, câr gibi dış elbisenin adıdır. “Kadınların elbiselerinin üstüne giydikleri her çeşit giysidir.” “Tepeden tırnağa örten giysidir”, “Kadınların tesettür ettikleri her türlü elbise ve başka şeylerdir.” “Çarşaf ve peçedir”.
7- Tesettür hür kadının elbisesi iken, bu zamanda tesettürlüler maalesef aşağı sınıf vatandaş muamelesi görmektedirler.
8- A.g.e.
9- Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar Risalesi, s. 206
10- A.g.e.Kadının eve mahkûm bir varlık gibi anlaşılmaması gerektiğini de Hz. Ömer (r.a.) şu ifadeleriyle izah etmiştir: “Müslüman kadın, bir ihtiyacı olduğu zaman, vücudunu gizleyen normal bir giysi içinde evden dışarı çıkmaktan menedilemez. Ancak bu öyle bir örtü olmalıdır ki, eve dönünceye kadar onu (bu giysi içinde) kimse tanımaz.” (el-Kurtubi, a.g.e., XIV, 157)
11- Ahzab Sûresi, 33. Âyet
Kadı Yahya b. Eksem ve bazı Hanefiler; karısına: “Sen aydan daha güzel olmamış isen boşsun.” diyen kimse karısını boşamış olmaz diye fetva vermişler ve bu âyeti (Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Tin Sûresi 4. âyet) delil göstererek bu hükme varmışlardır. Kuşku yok ki bu güzelliği yalnız o küçük cisimde, maddi şekil ve kıyafette arayan hata etmiş olur. Yüzler ne kadar yaldızlansa onda bir ay ışığı parıltısı olmaz, fakat ay ışığını gören göz, güzelliği ve aşkı sezen bir öz vardır ki; güzellik ondadır. Güzellik ve alımlılık cazibesi bile sade topraklara gömülmeye mahkûm maddi görünüşün değil, gönüllerde kaynaşan ruhani bir tecellinin cilvesidir. Güzellik ve aşk dışa dikilen bir şekil değil, gönülde kaynayan bir manadır.
Bir yanıt yazın