Peygamberimiz (sav)’i övmek, ona yalvarıp şefâat dilemek amacıyla yazılan şiirlere na’t denir.
Na’t yazmakla ün salmış kişilere “na’t-gû”; özel dini törenlerde naat okuyanlara “na’t-hân” denilir. İlk na’t örnekleri Arab edebiyâtında görülmüştür.
Türk edebiyâtında ise Îrân’dan geçmiştir. Hemen hemen her dîvân şâiri Hz. Peygambere (sav) âit konuların heyecânıyla anlatıldığı na’t türünde en az bir şiir kaleme almıştır. Na’tlerin konusu, Hz. Peygamberin risâleti …vb olabilir. Kullanılan dil ise konunun kutsallığından dolayı san’atlı ve ağırdır.
Asr-ı saâdetten günümüze kadar Efendimize sayısız na’tler kaleme alınmıştır.. Hatta yeryüzünde hiçbir kimseye bu kadar şiir yazılmamış desek hatâ olmaz.
Asr-ı saâdette, bir çok şâir sahâbî vardı. Ensârdan; Hassan b. Sâbit, Ka’b b. Mâlik ve Abdullâh b. Revâha şâir sahâbîlerin meşhûrlarıdır.
Hassân b. Sâbit, Ensarın en büyük şâiriydi. Şiirleriyle onlarca kişinin İslâma girmesine vesîle olmuş ve Efendimizi hicveden müşrik şâirlere karşı cevâblar verip onları hicveden şiirleri o gür sesiyle okumuştu. Öyle ki Mukavkıs’ın Peygamberimiz Aleyhisselâma hediye ettiği iki cariyeden biri olan Sîrîn (diğeri Efendimizin mübârek zevcesi Mariye validemiz, İbrâhim’in annesi)’i Peygamberimiz (sav), onu Hassan b. Sabit’e hediye etmişti.
Sahâbîler içerisinde na’tiyle en çok bilinen kişi Ka’b b. Züheyr’dir.
Yeryüzünde ilk na’ti söyleyenler konusunda ihtilâf vardır. Bir çok kaynakta ilk na’t Hz. Âmine’ye hamledilse de hattı zatında bu şeref, Efendimizin doğumundan 7 asır önce yaşamış Es’ad Ebû Kerib El-Himyerî’ye âittir. Âlimlerden Peygamberimizin geleceğini öğrenen, Ebû Kerib:
Şüphesiz, varlıkları yoktan var eden Allâh tarafından bir rasûl, bir elçi olan Ahmed’e şehadet ederim.
Ömrüm O’nun ömrüne yetişse, O’na vezir (yardımcı) olur, aynı zamanda amcasının oğlu olurdum.
Düşmanlarına karşı kılıçla savaşır; sînesinden bütün elem ve kederi siler, ferahlatırdım.
Ebû Kerib’in asırlar önce söylediği bu şiir, mü’min olduğunun bir delili olmuş; Hz. Peygamber (sav), bir hadisinde O’nu “ehl-i tevhîd” olarak tanımlamıştır.
Ancak, Efendimizin (sav) yüzüne karşı ilk na’ti söyleyen Hz. Âmine vâlidemizin olması kuvvetle muhtemel.. Hz Peygamber’imizin muhterem anneleri Hz. Âmine annemizin vefâtı anında, (m.577) ölüm döşeğinde, 6 yaşındaki oğlu Resul-i Ekrem (sav) in mübârek yüzüne ve mahzûn gözlerine baka baka söylediği şiirin bütününü aktarıyorum:
Ey ma’sûm ve güzel evlâdım!
Ey temizlerden de tertemiz
günahsız çocuğum.
Seni Allâh’ın rahmetine
emânet ediyorum,
Ve öyle de bırakıp gidiyorum,
Rabbim, seni ve hayâtını
mesûd ve bereketli kılsın.
Anneciğinin yokluğundan
hiç üzüntü duyma.
Sen Allâh’a emânetsin.
Ey bir rü’yânın kurbânı olacakken,
Allâh’ın lûtfu ve ikramı sayesinde
kurtuluş sadakası ile
Ecel celladının pençesinden
yakayı kurtaran
Abdullâh’ın ma’sûm yavrusu olan sen!
Eğer düşlerim doğru çıkacak olursa
sen bütün insânlara ve cinlere
gönderilecek son peygambersin.
Bütün insânlara helâl ve
harâmı bildirmeye
Bütün gerçekleri çerçevelemeye
Ve ceddin İbrâhîm
Aleyhisselâm’ın dini,
İslâmiyet’i tekrar hayâtlandırıp,
duyurmaya me’mûrsun.
Çünkü Allâh,
İbrâhîm Aleyhisselâm gibi seni de
Putlardan ve puta tapanlara uymaktan korumuştur!
Her yaşayan ölecektir
Her yeni eskiyecektir
Her çok tükenecektir
Her yaşlı göçecektir.
Ve Ben de bir gün öleceğim
Fakat Sen’in gibi temiz ve
tertemiz bir evlâd doğurdum
Ardımda Sen’in gibi büyük ve
hayırlı bir evlâd bırakıyorum.
Bunun için adım ölmeyecek,
sonsuza dek hayırla anılacağım.
(Bu şiir, İmâm-ı Kastalani’nin Gönül Ni’metleri adlı eserinde ve Hacı Zihni Efendi’nin Târihte İz Bırakanlar adlı eserinde yer almaktadır.)
KA’B B. ZÜHEYR:
Kasîde-i Bürde’nin şâiridir. Aslında “bürde” hırka demektir. Ka’b b. Züheyr’in, bu şiirinin asıl adı “Bânet Suad”dır. Efendimiz (sav)’in huzurunda bu na’tini okuyunca Peygamber (sav) na’ti çok beğenmiş, mükâfat ve iltifat eseri olarak da kendi hırkasını ona giydirmişti. Daha sonra “Bânet Suad” şiiri, Kasîde-i Bürde olarak şöhret bulmuştur. Bu meşhûr kasîdenin son bölümleri, yakın târihte D. Ali Erzincanlı tarafından “En Sevgiliye 4” albümünde seslendirildi. Ayrıca Ka’b bin Züheyr’in İslâma girişi, “M. Âsım Köksal, İslâm Târihi, Köksal Yayıncılık: 7.c. shf.152-158”anlatılmıştır.
Kasîde’nin tamamını Semerkant Yayınlarından çıkan ve Adem Özbay imzasını taşıyan “Sevgililer Sevgilisine” adlı na’t antolojisinde Sezâi Karakoç tercümesiyle mevcûttur.
Kasîde-i Bürde’den bir demet:
Yurdunda koparılmış gözleri sürmeli yaralı bir ceylan gibi
Suat’ı alıp götürdüler. Gönlüm öyle kırık ki
…
Vâdi açık. Kuşluktur. Çakıllarda kuş sesli serin sular
Kuzey yelleriyle serin sular gibi saf ve ışıklı Suat’ın ağzındaki
ZÂTÎ:
(1471 Balıkesir – 1546)
Asıl adı İvaz’dır. Bu zat sohbetlerinde bile, meramını irticâlen söylediği manzumelerle anlatabilecek kadar nazma hakim bir şâirdir.
Bâkî’nin, Hayâlî’nin, Yahyâ Beğ’in ustasıdır. Bâkî onun için:
“Bülbül-ü bağ-ı sühan” (söz-şiir bahçesinin gülü) der.
Şâirin sağır oluşu, şiirlerinin dağılmasına sebep olmuş, ya sevmeyenleri tarafından yakılıp atılmış yada yazılmadığı için günümüzü az sayıda şiiri ulaşmıştır. Kendisi de şiirlerini hiç kaleme almadığı için ara ara başkaları tarafından not edilmiştir. O kadar çok şiir söylemiş ki daha sonra bir şiirin kendi şiirinin olup olmadığını anlamayacak hale gelmiştir!
Na’t
Kâmetin ey bostan-ı lâ-mekân pirayesi
Nûrdan bir servdür düşmez zemine pâyesi
(Ey mekansız bahçenin süsü olan endam, O (sav) nûrdan bir servidir ki, gölgesi yere düşmez)
Yûsuf-u gerçi görenler ellerini kesdiler
Gün yüzün gördü senün şakkoldu âyın âyesi
(Gerçi Yûsuf peygamberi görenler ellerini kestiler, ama ay, senin güneş gibi yüzünü görünce ikiye yarıldı.)
FUZÛLÎ:
Türk Dîvân Edebiyâtı’nın birçok sahalarında kuvvetli te’sir ve nüfuz sâhibi olan bu büyük şâir, Azeri-Osmânlı edebiyâtı kurucularındandır.
Türkçe, Arabça, Farsça manzûm ve mensûr birçok eserler yazmıştır. Leylâ ile Mecnûn eseri en meşhûrudur. Milâdî 16. asırda yaşamış ve tâundan 1556’de vefât etmiştir. Asıl adı Mehmed’dir. Fuzûlî’yi belki de meşhûr kılan na’ti “Su Kasîdesi”dir.
Fuzûlî’nin “Su Kasîdesi” 32 beyittir. Asırlardır dillerde pelesenk olmuş bu na’tten bir demet;
1. Beyit
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu
kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.)
2. Beyit
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem.)
3. Beyit
Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su
(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamânla duvarda yarıklar meydana getirir.)
İskender Pala-Divan Edebiyatı, shf.111
İskender Pala-Divan Edebiyatı, shf.117
Âsım Köksal-İslâm Târihi
Yrd. Doç Dr. Emine Yeniterzi – Divan Şiirinde Na’t, shf.4
Adem Özbay – Sevgililer Sevgilisi, shf. 228 – 232
Sadettin Kaplan – Sultânların Şiiri, Şâirlerin Sultânı, shf. 217
Bir yanıt yazın