Bu durum çocuklarımızın matematik derslerindeki havuz problemleri gibidir. Problemlerde havuzlar ve musluklar vardır. Havuzdaki suyun dolu kalması için dibindeki muslukların kapalı olması gerekir. Yoksa siz yukarıdan suyu doldurursunuz, aynı su aşağıdan boşuna akar, gider.
Aynen gıybetteki gibi, siz ha bire ibâdet edersiniz, hayra koşmaya gayret edersiniz ancak diliniz tutmayarak, gıybet ederek bu kazancınızı sarf edersiniz. Mübarek dinimiz bu hakîkati kurumsallaştırmış ve “def-i şer celb-i nef’a müraccahtır” kaidesini koymuştur.
Yani önce şerri def etmek tercih edilir. Yani havuzun dibindeki muslukların kapatılması esastır.
İfsadın, artık kişiler yerine toplumların hedef alınarak yapıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki insanların gizlilerinin araştırılması, haklarında gıybet ve iftiraya varan ifadelerin kullanılması, özel hayatlarının ortaya saçılması artık sıradan, günlük hayatta konuşulan önemli konular haline gelmiş. Toplumsal ifsadı gerçekleştiren komiteler bununla da kalmayıp hadiseyi toplu iletişim araçlarıyla kurumsallaştırıp insanlara sevdirerek sürekli bazı mesajları gündemde tutmuşlar; “Bu iş kötü olabilir, bilinçaltında öyle kalmış olabilir, ama zevklidir ve tatlıdır. En azında sen yapmıyorsan bile dinle, seyret. Bu işlere alış, hayatın kendisi bu. Alışkanlık haline getir. Zira herkes yapıyor”.“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır; birbirinizin kusurunu araştırmayın; biriniz diğerinizi gıybet etmesin. Sizden bir kimse ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphe yok ki Allah tevvabdır (tövbeleri kabul eder), rahîmdir (merhamet eder).” (1) âyetinin tehdidine mazhar, gıybet eden insanlara “arkadan konuşmayalım” dediğimizde bize verilen klasik bir cevap vardır:
“yüzüne de söylerim, ne arkasından konuşayım!” Bile bile gıybetin ve çirkinliğin cevabıdır bu. Oysa Bediüzzaman Hazretleri (ra) Hadis-i Şeriften istifade ederek gıybeti en açık ifadesiyle “Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır” diye ifade ediyor (2). Gıybet hakkındadır diye müstakil olarak yazdığı küçük risalesinde gıybet ile ilgili kullandığı ifadeler de çok önemlidir. “Çirkin, menfur, zehirleyen, canavarcasına, insafsızca, müstekreh.” İşte “gıybet” bu ifadeleri ziyadesiyle hak eden insanları ve toplumları kemiren, yiyip bitiren bir illettir.
Şeytanın, “konuştuklarında, yani gıybet ettiklerinde ağızlarına bal sürerim” dediği ve “küçük bal küplerini gösterdiği” zevklendirmelerin çokça yaşandığı bu günlerde, ağzımıza sık sık bal sürüldüğü bir hakîkattir. Bu zehirli, ama tadı çok güzel olan bal ile kötü olduğunu bildiğimiz halde hayırlı işlerimizi tehlikeye atarak maddi ve manevi hayatımızı zehirleriz. Nice gayretle kazandığımız manevi güzelliklerimizi “dilimizi tutmayarak”, “dillerini tutamayanları dinleyerek” ve en kötüsü “dillerine insan eti bulaşmış insanların sofralarında gezinerek” mahv ederiz. Kaşık ile kazandıklarımızı kepçe ile veririz.
HAVUZ PROBLEMLERİ
Bu durum çocuklarımızın matematik derslerindeki havuz problemleri gibidir. Problemlerde havuzlar ve musluklar vardır. Havuzdaki suyun dolu kalması için dibindeki muslukların kapalı olması gerekir. Yoksa siz yukarıdan suyu doldurursunuz, aynı su aşağıdan boşuna akar, gider. Aynen gıybetteki gibi, siz ha bire ibâdet edersiniz, hayra koşmaya gayret edersiniz ancak diliniz tutmayarak, gıybet ederek
bu kazancınızı sarf edersiniz. Mübarek dinimiz bu hakîkati kurumsallaştırmış ve “def-i şer celb-i nef’a müraccahtır” kaidesini koymuştur. Yani önce şerri def etmek tercih edilir. Yani havuzun dibindeki muslukların kapatılması esastır. Zira muvazene usulü geçerlidir. Her zaman şer hayrı götürür. O halde şerri def et ki daha sonra yapacağın hayırlar sana kalsın. Yoksa kıymetten düşerler.
AKIL-DİL-GIYBET
Hz. Üstad (ra) bu asırda istidatlarını hayırda kullanmayan insanların bir kısmı için “akılları geveze” ifadesini kullanıyor. Demek gıybet meselesi öncelikle akıllarda çözülmesi gereken bir problemdir. Zira geveze olan dil değil akıldır. İnsanın evvela aklını gıybet etmemek ve gıybetin ne derece kötü olduğu konusunda ikna etmesi gerekmektedir. Eğer bir Müslüman gıybet ederek başka insanların hukukuna insafsızca tecavüz ettiğini, âyet-i kerîme gereği din kardeşinin etini yediğini kendine, kalp ve ruhuna iman ile anlatabilirse artık gıybetten emin olur ve bu işi bir mekanizma haline getirebilir. O zaman da ne gıybet eder ve ne de ettirir. Hatta insanlar onu gördüklerinde kendi konuşmalarına dikkat ederler. İşte İslâmiyetin gıybet mevzusunda istediği de budur. Gıybet etmemek, nazikâne ve nezihine ikazlarda bulunarak, lisan-ı hâl göstererek gıybet ettirmemek. Bunların hiçbiri olamıyorsa gıybet edilen meclislerde bulunmamak.
Bu noktada akıl-dil-gıybet üçlüsü devrededir. Eğer akıl, bu hassasiyette olursa dil itidalli konuşacak ve hadisi şerif gereği “ya hayır söyleyecek ya da susacak”. Aksi halde akıl gıybete meyyal ve böyle alıştırılmış ise gıybet cinayetleri insan eti yiyen bir dil ile işlenecek. İşte bu nedenle hem Kur’ân hem de hadisi şerifler “dilin kullanımı” konusunda çok ikazlarda bulunmuşlardır.
Süfyan ibnu Abdullah (ra) rivayet ediyor: “Ben Hz. Peygamber’e Ey Allah’ın Resulü bana İslâm’dan öyle bir şey öğret ki bundan sonra artık hiç kimseden İslâm hakkında bir şey sormaya muhtaç olmayayım diye sorduğumda, Hz. Peygamber cevap olarak şöyle dedi “Allah’a iman ettim de, sonra dosdoğru ol”. Hz. Peygamber’e sormaya devam ettim. Hangi şeyden sakınayım ya Resulallah? O (a.s.m) da eliyle dilini tutup sonra “işte şu” buyurdu (3). Bir başka hadisi şeriflerinde de “Dilini tutan kurtuldu” (4) buyurmaktadır.
Demek insanın dilini tutması o derece ehemmiyetlidir ki dilini tutmakla veya hayırları söylemekle güzelliklerin kapısı açılır, gıybet ve dedikoduya da engel olunur. Hz. Resul-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m) dan sonra insanların en hayırlısı olan Hz. Ebu Bekr-i Sıddık’ın (ra) sıddıkıyet mertebesine ulaşmasında bu hakîkatin önemi büyüktür. Rivayet edilir ki kendisi ağzında, dilinin altında küçük bir taş taşır ve konuşacağı zaman taşı çıkarıp konuşurmuş. Bu rahatsız hal ile her zaman gıybet imtihanını hatırlarmış. Yoksa gıybet eden bir Müslüman nasıl sıddık olabilir ki.
MUM VE FİTİL
Allah (c.c) muhafaza etsin mum nasıl fitili ile kendini yer bitirir insan da kendi diliyle kendini ateşe hazırlayabilir. Bu noktada “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhâldir ki, hakikî envâr-ı hakîkate vasıl olabilsin” (5) diye kahramanane konuşan Şeyh Sad-i Şirâzî (r.a) Bostan’ında gıybet için;
“Bir adam, duyulduğu zaman yüzünün sararacağı sözü, niçin gizlice söyler! Duvar dibinde kimseye gıybet etme.
Belki duvar arkasında bir dinleyen vardır. Gönlünün içi sır saklamaya mahsus kapalı bir hisardır. Bak, dikkat et, hisarın kapısı açık kalmasın! Mum dili yüzünden yandığı cihetle, âlim insan ağzını dikmiştir.” diyor. Evet, âlim insan gıybet noktasında ağzını dikmiştir.
ÜÇÜNCÜ TEKİL ŞAHISLAR VE
GIYBETTEN KORUNMA
Mademki ölçü Sevgili Peygamber Efendimizdir (a.s.m), hem mademki kendisi “Ben günde yüz kere tövbe ederim” buyuruyor. O zaman gıybetten korunmak için kişinin öncelikle kendi kusurlarıyla uğraşması gerekir. Kişiye, kendisinin kusurları ömrü boyunca yeteceğinden başkasının kusurlarını görmeye ve konuşmaya zamanı yoktur.
Halk arasında başkalarının hatalarını çok konuşup da kendini beğenenlere “Sen galiba hiç aynaya bakmıyorsun” derler. Buradaki ayna ders alınan, insanların bakıp da hatalarını gördüğü aynadır. Yaşadığımız Ahirzamanın aynaları ise farklıdır. Aynaya bakıp da bir türlü kendilerini görmeyen veya görmek istemeyen insanların yaşadığı bu zamanda onların aynalarında hep başkaları, başkalarının hataları ve eksiklikleri vardır. Onların halleri “başkalarının gözündeki çöpü görüp kendi gözlerindeki merteği (kalası) görmez” lerin halleri gibidir.
O zaman hayatımızda üçüncü şahıslar ancak belli ruhsatlarda olmalıdır. Bu ruhsatları da İslamiyet açıkça belirtir. Bunun dışında bir üçüncü kişiden bahsedildiğinde itidal ile bahsedilmelidir. Ne olan, ne olmayan, ne çok iyi ve nede çok kötü şeyler söylemekten kaçınılmalıdır. Özellikle aile hayatında daha dikkatli olunmalıdır ki rahatın ve gıybetin kol gezdiği bir ortamdır.
İnsanlarla uğraşmak yerine zamanı ilim tahsiliyle ve ibâdetle geçirmek çok esaslıdır. Akıl ne kadar ilim tahsili ve ibâdetle nurlandırılırsa dil de o kadar hikmetli ve dikkatli konuşacak ve gıybete girmeyecektir. Denizcilerin, denizlerde tecrübe ettiği bir sözleri vardır. Derler ki “rüzgârın genci yaşlısı olmaz”. Yani sert de esse, hafif de esse rüzgâr rüzgârdır ve her zaman dikkate alınmalı, tedbirde bulunulmalıdır. Aynen öyle de gıybet de gıybettir. Genci, yaşlısı, azı, çoğu olmaz. Bazen “gıybet zina gibidir” öyle zamanda ve mekânda yapılır ki insanların ölümüne netice verir ve aleni zina günahı seviyesine çıkar. Bazen yuvaları bozar, akılları dağıtır. Ama hepsi gıybet olma hususunda aynıdır. Kur’ân’ın tehdidinden payını alır. “Sobanın odunu yediği gibi payına göre amel-i salihi yer bitirir”.
Aman dikkat edelim dinimizce gıybet etmek, gıybet dinlemek, gıybet edilen yerlerde bulunmak kesinlikle men edilmiştir. Muhakkak gıybet edildiğinde nazikçe uyarılmalı ve gıybet muslukları kapatılmalıdır. Unutmayalım ki gıybetten korunmak ya da gıybet etmemek bir eğitim işi ve bir alışkanlıktır. Kısacası bir hayat tarzıdır ve böyle olmalıdır. Nasıl ki gıybet edenler zamanla alışırlar. Gıybet etmeyenler de zamanla etmemeye alışırlar. Böyle devam ettiklerinde de Cenâb-ı Hakk bu noktada ziyadesiyle yardım eder. O zaman bu eğitimi kendimize, ailemize ve çocuklarımıza vermeliyiz. Çocuklarımız, evlerinde gıybet edilmeyen ailelerin çocukları olsunlar. Meclislerimiz sadece hayırların konuşulduğu meclisler olsunlar. O zaman baki meyveler verebiliriz. Yine her zaman aklımızda bulunsun ki “gıybet zayıf, zelil ve aşağıların silahıdır.”
Muhabbetle kalınız.
Kur’ân-ı Kerim, Hucurat suresi, 12.ayet.
Mektubat 1, Osmanlıca nüsha, sayfa 102.
Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-ü Sitte, Akçağ Yayınları, 16. cilt, sayfa 339, hadis No: 5909.
Tirmizî, Kıyâmet 50, Dârimî, Rikak 5.
Mektubat 2, Osmanlıca nüsha, sayfa 304.
Bir yanıt yazın