Hayatta galibiyet kadar, mağlubiyetin de normal olduğunu kabullenmeliyiz. Bir ordu her zaman galip gelmez. Allahın yüce Resulü de Uhud’un nihayetinde, Huneyn’in bidayetinde mağlubiyet yaşamıştı.
Allah yüce kitabında “Biz bu günleri insanlar arasında evirir çeviririz (bir gün biri galip gelir, bir gün diğeri.)” buyuruyor. Gündüz daimi olmadığı gibi, gece de daimi değildir.
Bizim gecemiz de daimi olmayacak. (Sabah yakın değil midir?)Allah’ım! Bütün hamdler Sana mahsustur.
Allah’ım! Senin genişlettiğini daraltacak, uzaklaştırdığını yaklaştıracak, yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yoktur! Senin vermediğini verecek, verdiğini de engelleyecek yoktur! Senin doğrulttuğunu saptıracak, saptırdığını da doğrultacak yoktur!
Allah’ım! Bereketlerini, rahmetini, fazlını ve rızkını üzerimize yay!
Allah’ım! İhtiyaç gününde Senden nimet, korku gününde de Senden emniyet istiyoruz! Allah’ım! Bize verdiğin şeyin şerrinden de, vermediğin şeyin şerrinden de Sana sığınıyoruz!
Allah’ım! Bize imanı sevdir ve onu bize güzel göster
Kalbin galip geldiği savaştan kısa bir müddet sonra, iki ordu tekrar karşı karşıya geldiler:
Bu savaşta birinci savaşın aksine Kalbin askerleri daha çoktu. Birinci savaştan sonra Nefis ordusundan Kalbe iltihak edenlerle ordu kalabalıklaşmıştı.
Kalp ve ordusu birinci savaşın galibiyetle neticelenmesi ve askerlerin daha da artmasından dolayı, savaşı kazanacaklarını düşünüyorlardı. Hidâyet, Allahın yardım ve inayetinden ziyade, çokluğuna güvenen ordunun bu halinden rahatsızdı, ama yine de ordunun maneviyatını bozmamak için ses çıkarmıyordu.
Bu savaşta Kalbin sancağını nefis ordusundan kalbe iltihak etmiş olan “Gurur” taşıyordu. “İhlas” eskiye nisbetle zayıfladığı için, layıkıyla sancağı taşıyamaz deniliyordu. Üstelik “Gurur” oldukça cüsseli, güçlü kuvvetliydi.
Kalp, Nefis ordusundan kendisine iltihak etmiş yeni askerleri, ordunun sağ cenahına yerleştirdi. Fakat onlara tam güvenemediğinden, merkezdeki Sabrın emrindeki bir kısım kuvvetleri sağa kaydırdı. Karşı tarafta Nefsin sol cenahındaki askerlerin tamamı gelmemişti. Bu gözle görülmekle beraber, casuslar da öyle söylüyordu. Fakat bu bir oyun olabilirdi. Bu yüzden Kalp merkezde, yine Sabra aid bir kısım kuvvetleri sola kaydırdı. Bütün bunları yaparken Kalp komutanlarıyla istişare ediyor, ama vezir-i azamı Akıldan ziyade Kuvve-i Vâhime adlı şüpheci, korkak vezirinin tesirinde kalıyordu.
Savaş bütün şiddetiyle başladı. Nefis ordusu azlığına rağmen canını dişine takmış savaşıyordu. Nefis casusları sayesinde merkezin zayıf olduğunu öğrenmişti. Bütün ağırlığıyla -kuvve-i şeheviye ve gadabiye ile- merkeze yüklendi. Kalbin en büyük dayanağı olan komutan Sabrın askerlerini öldürdü ve Sabrı da ölümcül bir şekilde yaraladı. Zaten sabrın en mühim savaşçılarının bir kısmı sağ, bir kısmı da sol cenaha gönderilmişti. Merkezdekilerde mukavemete kafi gelmiyordu. Savaşın ilerleyen saatlerinde sancağı taşıyan Gurur ortalıkta görünmez olmuştu. Bazıları onun öldüğünden, bazıları da Nefis ordusuna iltihak ettiğini söylüyordu.
Kalp, ric’at emri verdiğinde, zaten savaş bütünüyle Nefsin lehine dönmüştü. Her taraf Kalb askerlerinin cesetleriyle dolmuş, bir kısım askerler tekrar Nefse iltihak etmişti.
***
Kalp bütün ordusuyla “Muhasebe ve Murakabe” dağına çekildi.
Dağılan ordu yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Yaralılar tedavi ediliyor, sağ olanlarda ordunun techizatıyla meşgul oluyordu. Bütün orduda büyük bir üzüntü ve sessizlik hakimdi.
Kalb bu savaşta niçin meleklerin gelmediğini Hidâyetten sordu.
Hidâyet şöyle dedi: “Allah’ın bu orduya inâyetine en büyük sebeb, “İhlas”, “Takva” ve “Sabır” idi. (1) Sancak İhlasın elinden alındı, gurura verildi. Sabrın askerleri sağa, sola dağıtılmakla merkez zayıflaştırıldı. Takva gözetilmedi. Aklın görüşleri değil, vehmin görüşlerine itibar edildi. Allah’ın yardımı ve melekler de bu yüzden gelmedi. Yoksa Allah’ın vaadi hakdır. Melekler daha önce geldiği gibi bu savaşta da gelecekti. Ama şartlar tahakkuk etmedi. Eğer şartlara riayet edilseydi ordu yine inayetlere mazhar olacaktı”.
Kalp, çadırında bütün komutanlarını topladı. Kuvve-i Vahime bu yenilgiden mes’ul olmakla beraber, yine de “Biz Nefse galip gelemeyiz, o hem güçlü, hem tecrübeli” diyordu. Akıl onu tersleyerek susturdu ve azarladı.
KOMUTAN KALBİN ORDUYA HİTABI
VE DUÂSI
Kalp komutanlarına şöyle hitap etti:
“Kişi bir kusur işlediğinde kendi kusurunu görmelidir. Kusurunu başkalarına nisbet eden insan nakıs bir insandır. Bu savaşta mağlubiyetimizin en büyük sebebi, benim yanlış hareketlerimdir. Ordumuzun çokluğunun, düşmanlarımızı yenmeye yeterli olacağını zannettim, Gururu, İhlasa tercih ettim. Sabrın kuvvetlerini dağıttım. Takvaya riayet etmedim. Hidâyetin ve Aklın tavsiyelerini tutmadım. Yoksa sizler hepiniz vazifenizi yaptınız. Ben bütün kusurlarımdan Allaha tevbe ediyorum.
Hayatta galibiyet kadar, mağlubiyetinde normal olduğunu kabullenmeliyiz. Bir ordu her zaman galip gelmez. Allahın yüce Resulü de Uhud’un nihayetinde, Huneyn’in bidayetinde mağlubiyet yaşamıştı. Allah yüce kitabında “Biz bu günleri insanlar arasında evirir çeviririz (bir gün biri galip gelir, bir gün diğeri.)” (2) buyuruyor. Gündüz daimi olmadığı gibi, gece de daimi değildir. Bizim gecemiz de daimi olmayacak. (Sabah yakın değil midir?)
Yenilgi vazgeçmeye sebeb olmamalıdır.
Bir gün nasıl olsa öleceğiz. Kılıçla ölmeyen mutlaka başka bir şeyle ölür. Fakat ölümlerin şereflisi, kılıçla olanıdır.
Bu yenilgi, bizi mukaddes gayemizden vaz geçirmeyecek.
Bu yenilgi bizi daha da olgunlaştırdı. Gözümüzü açtı. Güçlü ve zayıf taraflarımızın farkına vardık. Bu farkına varış, bize gelecekte yol gösterecektir.
Birinci savaşta galib gelerek galibiyetin şartlarını, bu savaşta mağlub olarak mağlubiyetin sebeblerini öğrenmiş bulunuyoruz. Unutmayın ki, deneme yanılma metodu da bir öğrenme metodudur. Her ne kadar acı ise de.
Bir savaşı kazanmanın veya kaybetmenin hem maddi, hem de manevi sebebleri vardır. Birinci galibiyetimiz, galibiyetin maddi ve manevi sebeblerine riayetten, mağlubiyetimizde bu maddi ve manevi sebeblere riayet etmemekten dolayı oldu.
Bu savaşta yenildik. Çünkü çokluğumuz bizi gururlandırdı. Zaferin ancak Allahın izin ve yardımıyla olacağını unuttuk. Birinci zafer az olduğumuz halde, ihlas, Takva, Sabır ve Allahın yardımıyla olmuştu.
Galib getiren, mağlub eden ancak Allahtır. (O dilediğini aziz eder, dilediğini zelil). O kendine itaat edeni aziz, isyan edeni zelil kılar. Bu mağlubiyet, bizim kendi hatamızdandır.
Mağlub olmak büyük bir felaket değildir, asıl felaket kişinin ümid ve cesaretini kaybetmesi, yitirmesidir. Biz hala ümid ve cesaretimizi kaybetmiş değiliz.
Allah bu memleketten nefsin iktidarını kaldırmak istiyor. Biz de istiyoruz. Allah’ın iradesiyle bizim irademiz bir gayede ittifak ettiğine göre, zafer bizim olacaktır. Fakat bu Allah’ın Kur’ânî şeriatına ve –tabiatta denilen- tekvinî şeriatına uymakla mümkündür.
Kural koyan, koyduğu kurallara uyulmasını ister. Allah, dünya âlemine iki şeriat yerleştirmiştir ve bizden de bu iki şeriata uymamızı istemektedir. Bu şeriatlardan biri Kur’ân şeriatı, diğeri de -tabiatta denilen- tekvinî şeriattır. Biz ona inandığımız halde, onun koyduğu kurallara uymazsak, ama düşmanlarımız bu kurallara –yani tekvini şeriata- uygun hareket ederse, Allah Rabbü’l-Âlemîn ve Âdil-i mutlak olduğundan, onların çalışmasını boşa çıkarmaz. Onları galib getirir. (İnsan için ancak çalıştığı vardır). Bizim mağlubiyetimizin temelinde de bu var.
Madem artık galibiyet ve mağlubiyetin sebeplerini anladık, madem hatalarımızı anlayıp tevbe ediyoruz, madem bu mağlubiyet bizi yıldırmayacak, mukaddes davamız uğruna nefsin ordusuyla sonuna kadar savaşacağız, madem İhlas, Sabır, Takva gibi komutanlara, Hidâyet ve Akıl gibi vezirlere sahibiz, madem Allah her zaman kendine yönelen samimi kullarını yardımsız bırakmaz, öyleyse nihai zafer bizim olacaktır.
Kardeşlerim ben hakkımı sizlere helâl ediyorum. Sizler de haklarınızı bana helâl ediniz.
Kalbin bu isteğine bütün komutanlar “Helâl olsun!” diye bağırarak yerine getirdiler. Herkes kucaklaşarak birbiriyle helalleşti.
Kalp kıbleye yönelip ellerini açtı, bütün komutanlarda kıbleye yönelip ellerini açtılar. Kalp şöyle duâ etti:
Rabbimiz! Yaptığımız hatalarla biz kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz.
Rabbimiz Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yükler yükleme!
Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bize bu yüzden azab etme!
Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et!
Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır!
Sen bizim Mevlamızsın, düşmanlarımıza karşı bize yardım et!
Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kafir kavme karşı bize yardım eyle!
Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, ahirette de iyilik ver, bizi cehennem ateşinden koru!
Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet ver; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın!
Allah’ım! Bütün hamdler Sana mahsustur.
Allah’ım! Senin genişlettiğini daraltacak, uzaklaştırdığını yaklaştıracak, yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yoktur! Senin vermediğini verecek, verdiğini de engelleyecek yoktur! Senin doğrulttuğunu saptıracak, saptırdığını da doğrultacak yoktur!
Allah’ım! Bereketlerini, rahmetini, fazlını ve rızkını üzerimize yay!
Allah’ım! İhtiyaç gününde Senden nimet, korku gününde de Senden emniyet istiyoruz!
Allah’ım! Bize verdiğin şeyin şerrinden de, vermediğin şeyin şerrinden de Sana sığınıyoruz!
Allah’ım! Bize imanı sevdir ve onu bize güzel göster! Küfrü, fıskı ve isyanı da bize hoş gösterme, sevimsiz göster!
Bizi doğru yola gidenlerden eyle!
Allah’ım! Bizi Müslümanlar olarak öldür, Müslümanlar olarak dirilt ve perişanlıkla fitneye düşmeksizin bizi salih kimselere kavuştur!” (4)
***
Vucut memleketinin tarihçisi kuvve-i hafıza bu savaşlardan sonraki bütün savaşlarda ekseriyetle kalbin muzaffer olduğunu ve neticede vucut memleketine Kalbin hakim olduğunu, nefsin yakalanarak hapse atıldığını, daha sonra, memlekete huzurun, barışın, adaletin hakim olduğunu söyledi.
Sözlerini şöyle tamamladı; “Her memleketin nefis ve kalbi vardır. Memlekete ya nefis, ya da kalp hakimdir. Bu ikisi arasında da iktidar mücadelesi eksik olmaz. Kim hükümdar olursa, o memlekette onun kuralları geçerlidir. Nefsin hakim olduğu memlekette huzurun, adaletin, barışın yaygınlaştığı görülmemiştir.”
Burada birden durdu ihtiyar kuvve-i hafıza ve “Sahi sizin memleketinizde kim hakim? Nefis mi? Kalp mi? Savaş devam ediyor mu? Ordunuz galip mi? Mağlub mu?” diye sordu.
Bu soruya hangi cevabı verebiliriz?
Herkes kendi memleketini elbette daha iyi bilir.
Bu sorunun muhatabı herkestir ve herkes cevabını kendi vermelidir.
Bkz. “O zaman sen müminlere şöyle diyordun: Rabbinizin, indirilmiş üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi? Evet, eğer siz sabreder ve (günahlardan) sakınırsanız, onlar (müşrikler) şu anda bile üzerinize gelseler, Rabbiniz, alametli beş bin melekle size yardım edecektir.” Âl-i İmrân. 124, 125
Âl-i İmrân, 140
Hud, 81
Kalbin duası bazı ayetlerden ve Uhut savaşından dönülürken peygamberimizin yaptığı duadan uyarlanmıştır.
Bir yanıt yazın