Zelili aziz eder. Düşük olanı yükseltir, noksanı ikmal eder. İntisabın zıddı olan başıboşluk ise aziz olanı bir anda zillete gark eder.
Kuvvetli olanı zaafa düşürür. Kemali olanı noksan dehlizine atar. En yüksek bir mevki sahibini bir anda aşağıların aşağısına yuvarlar.
Mesela, padişaha vatandaşlık bağıyla intisap eden bir insan, vezir-i azam mertebesine kadar yükselebilir. Bu mertebeye kadar çıkabilmesi için ilk ve en önemli şart; padişahın padişahlığını kabul etmek ve vatandaşlık bağıyla intisap etmek, bağlanmaktır.
Vezir-i azam da olsa padişahın kendisine verdiği makama güvenip benlik davasıyla intisap bağını koparsa, (yani vatandaşlıktan çıksa) padişaha karşı mazhar olduğu yakınlığı öyle bir kaybeder ki, en düşük bir vatandaşın seviyesinde bile kalamaz. Padişahın ülkesinden kovulur.
Karpuz, beden itibariyle bağlı olduğu kökünden katbekat büyüktür. Eğer büyüklüğüne güvenip, o incecik kökünden intisap bağını koparsa. Bedenen ne kadar büyük olursa olsun, (köküne bağlıyken) kendisini her gün daha da ballandırıp pişiren güneş, artık (köküyle intisapsızlığı sebebiyle) onu çürütmeye başlar.
Bir zaman sonra da ele alınmayacak dereceye düşer. Şayet köküyle bağını kesmeyip intisap sırrını bozmazsa müşterilerin çokça rağbet edeceği bir kıvama gelir. Yaradılışının gereği yerini bulur. Salih bir kula da nasip olursa, ta cennete kadar gider.
Yine insanın saçı, çok değerli olan başa bağlı olduğu için adına saç denilir ve çok değerlidir. Aynı tüy yüzümüze bağlansa, mübarek ve makbul olan sakalın bir ferdi olur. Baştan ya da yüzden ayrıldığı anda ne kadar güzel olursa olsun onun adı “kıl” olur, sevimsizleşir, değersizleşir. Fakat aynı tüy parçasının Hz. Peygamberle (asm) bağı bulunsa, bir kıl parçası da olsa onun şerefi gayet yüksektir ve adı “Sakal-ı şerif” olur.
Yine mesela, Hazret-i Ebu Bekir (ra) Efendimiz;
Mağaradaki ikilinin ikincisi olmuş, imanı bütün ümmetin imanından daha büyük olan, Peygamberimiz (asm)’ın gören gözü, işiten kulağı mesabesinde emsalsiz bir şahsiyettir. Eğer Hz. Peygamber’e (asm) intisap etmeseydi İslâmiyet içinde bu derece bir mevkii kazanabilir miydi?
Şahsında ne kadar kemalâtı olursa olsun, kendine güvenip Peygamberimiz’e (asm) bağlanmasa idi aynı Hz. Ebubekir olabilir miydi?
Kureyşin seçkin iki Ömer’inden, Ömer ibn-i Hattab Peygamberimiz’e (asm) intisap edip bağlanmakla adalet güneşi olmuş ve Hz. Ömer (ra) diye anılagelmiştir. Ömer ibn-i Hişam ise Peygamber (asm)’a intisap ile bağlanmadığı için Ebu cehil damgasını yemiş.
Eğer söz, herhangi bir insana nispet edilse, sıradan bir kelâmdır. Fahr-i Kâinat (asm)’a nispet edilip bağlansa, adı hadis olur. Kâinatın Yaratıcısına nispet (bağlanma) ile diğer sözlerden, hiçbir ölçünün tartamayacağı derecede yükselir ve adı Allah’ın kelâmı olur.
Netice itibariyle intisap; nûrânî, muazzam bir bağ, bir iksirdir. Şerefli olana bağlanan, elbette şereflenir ve zilletten kurtulur. Kuvvetli olana bağlanan, kuvvetlenir ve cümle korkulardan kurtulur. Ganî (zenginliği sonsuz) olana bağlanan da elbette fakirlikten ve tüm ihtiyaçlarından kurtulur.
Eğer bizler de sonsuz acizliğimizi görüp, kudreti sonsuz olan Allah’a hakîki intisap edersek, kâinatta hiçbir musibetten ve tehlikeden korkmayız.
Hadsiz ihtiyaçlarımızı görüp serveti ve gınası hesapsız olan Allah’a hakîki olarak intisap eder, bağlanır, dostluğunu ve rızasını kazanırsak, elbette hiçbir ihtiyacımızı, O’ndan başka hiç kimseye açmaz ve başkasına asla minnet etmez ve başkaların mihnet yükünü çekmez ve “Hasbünallahu ve ni’mel vekil” in (Allah en güzel vekildir) sırrına mazhar oluruz.
Ve O’na hakîki bağlandığımızda öyle bir şeref kazanırız ki; artık dünyanın en üstün makam ve mevkileri de olsa, üzerindeki fanilik damgasını görüp, küçük ve hor görmeye başlarız. Ancak O’nu bilir, ancak O’nu görür, ancak O’na dayanırız.Madem O var, her şey var.
Bir yanıt yazın