Sadakat, bu peygamber ailesinde en güzel şekilde tecelli etmiş, Beytullah’ı inşa şerefine nail olmuşlardı. Mü’minler burada en haşmetli ev sahibinin misafirleriydiler ve öyle bir misafir ki bizzat davetliler. Cenâb-ı Hak asırlar ötesinden Hz. İbrahim’in sesiyle onları çağırmış ve mü’minler de “Lebbeyk!” sadâlarıyla bu davete icabet ediyorlardı. Dünya üzerinde gözlerin bundan daha hayırlısını görmediği Beyt’e nazar ediyorlar ki bu seyir Cemâlullah’ı seyrin bir numunesi gibiydi.
Hz. Âdem (as)’la başlamıştı Kâinatın Efendisi’ne hazırlığı Mekke’nin. Hz. Âdem’in şeytandan Allah’a sığınmasıyla Cenâb-ı Hak koruyucu melekleriyle Mekke’yi kuşatmış ve bu mevki ‘Harem Bölgesi’ yani emin belde olmuştu.
Şefkat ve teslimiyetin doruklarında bir seyahat de Kâbe-i Muazzama’nın tesisine sebep olacaktı. Hz. İbrahim (as) Burak’ın üzerinden “Yâ Cebrâil! Burada su var, şurada bizi indir, burada indir!” derken tâ ıssız bir vadiye iniverdiler.
Hz. Hacer “Bizi bu ıssız vadiye bırakmanı Allah mı emretti?”
Hz. İbrahim: “Evet Allah emretti” dedi.
Hz. Hacer de: “Öyle ise Allah bize yeter, O bizi himayesiz bırakmaz’’ diyerek cevap verdi..
Issız bir vadi; kuş uçmaz kervan göçmez tabir ettiklerinden.. İsmail (as) ise emzikli bir bebek. Şu halde sebepler dairesinde yaşam imkânsız. Hz. Hacer, anne şefkatini Allah namına kullanmış, bu muhtaçlık içinde tevekkül etmişti.
“Soyumuzdan yalnız sana boyun eğen Müslüman bir ümmet yetiştir” duasının mazharı bir nesil, o teslimiyetle zuhur etti. “İçimizden onlara kitabı ve hikmeti öğretecek ve şirk ve kötülükten insanları temizleyecek bir peygamber gönder!” duası Efendimiz’le (asm) kabul edildi. Ve bu teslimiyetle Hac ibadetinin temelleri atılmaya başlıyordu.
Çaresiz bir anne, ölmek üzere olan evladına su bulabilmek için imdat isteyerek Safa ile Merve tepesi üzerinde koşuyor birilerinin sesini duymasını bekliyordu. Bu, Rahmeti celp eden aczin doruk noktasıydı. En güzel icabet zemzemle ona ve Hz. İsmail’e ve bütün mü’minlere takdim ediliyordu. Mü’minler de o rahmeti celp etmek için koşuyorlar o menzilde. Rahmet pınarı onların da ıssız, susuz gönül vadilerinde saklı âb-ı hayatı fışkırtıyor kalplerindeki kirleri arıtıp hayat veriyordu…
Sadakat, bu peygamber ailesinde en güzel şekilde tecelli etmiş, Beytullah’ı inşa şerefine nâil olmuşlardı. Mü’minler burada en haşmetli ev sahibinin misafirleriydiler ve öyle bir misafir ki bizzat davetliler. Cenâb-ı Hak asırlar ötesinden Hz. İbrahim’in sesiyle onları çağırmış ve mü’minler de “Lebbeyk!” sadâlarıyla bu davete icabet ediyorlardı.
Dünya üzerinde gözlerin bundan daha hayırlısını görmediği Beyt’e nazar ediyorlar ki bu seyir Cemâlullah’ı seyrin bir numunesi gibiydi. Tavaf ederken ise zerreden bütün galaksilere kadar her birinin deveranı gibi tavaf edip onların tesbihleriyle Rabb-ü’l-Âlemin’i tesbih ediyorlar. Bu azameti görüp heyecanlarını teskin için tekbir getirip sükûn buluyorlar.
Kâinatın sahibi, Mahşer’in sahibi, Cennet’in de sahibi… Bunu idrak ederken mü’minler kefen gibi beyazlar giyinip sol omuzlarını kapatırken, lisan-ı halleriyle amel defterlerini sağ tarafından istiyorlar.
Arafat’ta, bekleyişlerin en güzeli var. Belki Hz. Âdem kadar uzun değil ama onun gibi mağfiret bekliyorlar. Oradan Mina’ya inerken Hz. İsmail’in sesi çınlıyor kulaklarda.
“Babacığım bıçağı iyi bilet ve beni yüzükoyun çevir ve gözlerimi de bağla! Muhakkak ki ölüm anı zor ve çetindir” demişti Hz. İsmail. Mü’minler de nefsine bıçağı dayamış onlar da kurbana hazırlanıyor. Bu işte en zor ve çetin olanı; nefsini öldürmek…
Ama Hz. İsmail’i kesmeyen bıçak nefsini öldürmeye de izin vermiyordu. Kurbandan maksat nefsini Cenâb-ı Hakk’a satmaktı. Bu zor ve çetindi lâkin, semeresi Hz. İbrahim’e inen koç gibi hüznü sürûra çeviren, bir satıştı.
Bu sevinci, heyecanı teskin eden ancak tekbir sesleriydi. Ve nefisle olan bu anlaşma şeytanlarla da mücadeleydi. Sayıca az manaca keyfiyetli taşları yine tekbirlerle, Rablerine sığınarak atıp ön, arka, sağ, sol, aşağı, yukarı ve içlerine saldırdığı yedi cihete karşı ona yedi taşla mukabele ediyorlardı.
İşte şimdi bayram vakti, bayram bu hasılatı kazandırıyordu, gaflet değil zikir zamanıydı. Onun isimleriyle kurulan bu ibadet Hac’dı. İslâm’ın şiarlarındandı. Mah
şer’in numunesi, Cennet’in misaliydi.
Hac hakkında kim ne dedi?
ENES BİN MÂLİK (RA)
“İmam Sadık ile bir yıl hacca gittim. Bineği ihram yerinde durunca her ne kadar telbiye (lebbeyk) söylemek istediyse de sesi boğazında kesildi ve neredeyse bineğinden yere düşecek oldu.”
Ben şöyle dedim:
“Ey İbn-i Resûlillah! Lebbeyk demek gerekir.”
İmam Sadık şöyle buyurdu:
“Ey İbn-i Ebi Âmir! Nasıl cesaret edip de “lebbeyk Allahumme lebbeyk” diyeyim? Zira aziz ve celil olan Allah’ın bana cevap olarak “lebbeyk değil, sa’deyk değil!” demesinden (davetimi reddetmesinden) korkuyorum.” (el-Hisal, 167/219)
İMAM ZEYNELABİDİN (RA)
“Haccedin ve Umre yapın ki bedenleriniz sağlıklı kalsın, rızıklarınız genişlesin, imanınız düzelsin. İnsanların ve kendi evinizin masraflarını temin edesiniz.” (Sevâb’ul-A’mal, 70/3)
“İçimizden onlara kitabı ve hikmeti öğretecek ve şirk ve kötülükten insanları temizleyecek bir peygamber gönder!”
Bir yanıt yazın