Ve ey şefkatli Resûl ve ey re’fetli Nebî! Eğer senin bu azim şefkatini ve büyük re’fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka çevirip dinlemeseler, merak etme! Semavat ve Arz’ın cünûdu taht-ı emrinde olan, arş-ı azîm-i muhîtin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelâl sana kâfidir. Hakiki muti’ taifeleri, senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir! Dâvâ sahibi olan, bilhassa büyük dâvâsı olan insanlar, dâvâsının büyüklüğü nispetinde büyük belâlara, musîbetlere, sıkıntılara maruz kalmışlardır.
Yeryüzünde en büyük dâvâ peygamberlere âit olduğu için en çok sıkıntıyı da onlar çekmişlerdir. Hatem’ül Enbiya olan Efendimiz (asm) da dâvâsı uğrunda pek çok sıkıntı çekmişti. Bazen kötü sözlere maruz kalmış, bazen kendisiyle alay edilmiş, bazen işkenceye uğramıştı. Hatta Taif’te taşlanmış, o öpülesi mübarek ayakları kanamıştı. Uhud Savaşı’nda ay gibi olan mübarek yüzü kanamış ve güldüğü zaman inci gibi görünen dişi kırılmıştı. Cenâb-ı Hakk bu kadar sıkıntı çeken Efendimiz’e (asm) sıkıntısını hafifletecek, O’na (asm) tesellî verecek dâvâ arkadaşlarını da bahşetmişti. Getirdiği her şeyi tereddütsüz tasdik eden Hz. Ebu Bekir (ra) bunun en güzel misallerinden biridir. İslâm dâvâsında Peygamberimiz (asm) için sâdık bir müşâvir ve dert ortağı, sükûnet kaynağı olan Hz. Hatice (ra) validemiz, ölene kadar Peygamberimiz (asm)’ın kolu, kanadı, sığınağı, müşriklere karşı savunucusu ve yardımcısı olan Ebû Tâlib ve diğer Ashâb-ı Güzîn. Meselâ ashaptan biri olan Sa’d b. Muaz (ra)’ın Bedir harbi öncesindeki şu sözleri Efendimizi (asm) çok neşelendirmiştir: “Yâ Resûlallah! Sen, istediğini yap! Seni hak peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize şu denizi gösterip dalsan, seninle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse geri kalmaz!” Kendisini tesellî eden iki insan olan Hz. Hatice (ra) ve Ebu Talib’i kaybettiği seneye hüzün yılı ismini takacak ve şöyle buyuracaktı aleyhissalâtüvesselâm: “Şu ümmet üzerinde şu günlerde toplanan iki musîbetten hangisine en çok yanacağımı bilemiyorum.” (1) İşte bu hüzün yılından sonra Miraç mûcizesinin vuku bulmasında çok hikmetlerle beraber Efendimizi (asm) tesellî etmek de olabilir. Zira en çok tesellî bulduğu iki insanı aynı sene içinde kaybetmek Efendimizi (asm) çok üzmüştü. En güzel tesellî olan rü’yetullah ve Cenâb-ı Hakk ile mükâlemeye bu senenin hemen sonrasında mazhar olması O Zât (asm) için önemli bir tesellî kaynağı olmuştur. Cenâb-ı Hakk, Efendimizi (asm) miraç gibi hususi iltifatlarla tesellî ettiği gibi indirdiği bazı âyetlerle de tesellî etmiştir. Tevbe Sûresi’nin son iki âyetinde buna güzel bir misal vardır. Âyetler şöyle: “Şanım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. (Ey şefkatli Resûl) Eğer (seni dinlemeyip senden) yüz çevirirlerse, artık de ki: “Allah bana kâfidir! O’ndan başka ilah yoktur! (Ben) O’na tevekkül ettim ve O, büyük arşın Rabbidir!” Buradaki son âyetin mânâ-yı sarihi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a der: “Eğer ehl-i dalâlet arka çevirip senin şeriat ve sünnetinden i’raz edip Kur’ân’ı dinlemeseler, merak etme! Ve de ki: Cenâb-ı Hakk bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize ittiba edecekleri yetiştirir. (2) Yine bu âyetler der ki: “Ey insanlar! Ey müslümanlar! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarf eden ve manevi yaralarınız için kemal-i şefkatle getirdiği ahkâm ve sünnet-i seniyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkatperver bir zâtın bedihî şefkatini inkâr etmek ve göz ile görünen re’fetini ittiham etmek derecesinde onun sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek, ne kadar vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz! Ve ey şefkatli Resûl ve ey re’fetli Nebî! Eğer senin bu azim şefkatini ve büyük re’fetini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka çevirip dinlemeseler, merak etme! Semavat ve Arz’ın cünûdu taht-ı emrinde olan, arş-ı azîm-i muhîtin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelâl sana kâfidir. Hakiki muti’ taifeleri, senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir!” (3) Bu âyetin gayesi, kâfirlerin, yüz çevirmeleri ve bu teklifi kabul etmemeleri halinde, Hz. Peygamberin kalbine bir hüznün ve kederin gelmeyeceğini; zira Allah’ın, düşmanlarına karşı O’na yardım etmede ve O’nu, çeşitli lütuf ve nimetlerinin derecelerine ulaştırmada, o peygambere yeteceğini beyan edip açıklamaktır. (4)
Bir yanıt yazın